Oğlan da sevdiğinin kapısından hemen ayrılmamıştı. Topladığı papatyalardan taç yapıp bahçe kapısına asıverdi. Sonra da evin yolunu tuttu.
Ertesi günün sabahı yıllardır ata yadigarı olan evlerinin mutfağında kahvaltı ederken kapı sertçe tıklandı. Gelen, asker üniformalı bir Rus'tu. Oturduğu sandalyesinden pencereyi görebilen Osman gelenin Rus olduğunu görünce kapıya koştu. Suratsız asker çok şey söylemeden Osman'ın eline bir kağıt tutuşturup gitti. O gitse de getirdiği kahır yıllarca gitmeyecekti...
"Okusana oğlum merakta koyma adamı," dedi Ömer Bey.
"Tapu mapu birşeyler diyor..."
Kağıdı elden ele dolaştırdı. Herkes endişelenmiş ve şaşırmış, Ömer Bey ise öfkelenmişti. Savaş gereği denerek tüm mülkiyet hakları ellerinden alınmıştı. Sonunda o gün geldi ve Alman işgali başladı. Bulundukları köydeki erkeklerin bir kısmı Rusların safına giderken bir kısmı da Almanların yanında yer aldı. Savaşa dahil olmayan kadın ve çocuklardan iş görebilecek olanlar Avrupa'da ağır şartlar altında kölece çalışmaya yollandılar. Yaşlılar da Rus ordusundaydı. Neneler durmaksızın aş ederken kendi pişirdiklerinden neredeyse hiç yiyemiyorlar, dedeler de Alman topçularının önüne sürülerek feci şekilde can veriyorlardı.
Yakınları, bırakın üzülmeyi geçirdikleri şoku bile atlatamadan siper kazmaya gönderiliyor, oluk oluk toprağa sızan kan, kazmasını kolaylaştırıyordu. Ya Osman aklını kaçırmıştı ya da kan akmaya başlayınca Rus'un gerçek yüzü ortaya çıkmıştı. Gün geçtikçe aldığı kah ruhsal kah fiziki yaralara karşı en çok da onların kendilerine olan tavrı gönlünü incitiyordu. Ağır yaralı olanlar bir yere götürülüyor, bir daha da onları gören duyan olmuyordu. Yaralıları o meçhul yere sevk eden askerlerin artık üzerlerine kalıcı olarak sinmiş yanık kokusundan herkes anlıyordu onlara nolduğunu...
"Bir hiç olarak, bir hiç uğruna belki de İlyas'ın vurduğu tüfekle yaralanıp yanarak mı öleceğim," diye sordu kendine.
İlk ateşkeste teslim oldu Alman ordusuna. Oyuna geldiğinin farkına varmıştı. Artık bu Ruslardan her şeyi beklerdi. Bu sebepten onlara fırsat vermemek için takatinin sonuna, kanının son damlasına kadar savaşmaya ant içmişti. Ancak burada da hayal kırıklığı peşini bırakmıyordu. İlyas'la karşılaştığında duyduklarına inanmak istemedi:
"Ağabey!"
"Gardaşım!"
"Anam seninleydi, nerde şimdi?"
"Yok ağabey!"
"Ne demek yok?"
"Cepheye gelmem diyenleri kendi illerine götürdüler zorla çalışmaya..."
Başındaki bereyi yolarak göğe haykırdı Osman:
"Allah kahretsin!"
Dolmuştu da taşıyordu. Onun her iç çekişinde görklü gök gürlüyordu. Yaşları yağmura karışıyordu. Birden anacığının artık kendi zannınca vasiyeti halini almış sözü geldi aklına:
"Bizi azat kılmadan bu evin eşiğinden geçmeyin!"
Kalbi öylesine derin sızlamıştı ki , o boylu poslu delikanlı, yere serilmişti. Kalıcı sakatlık yaratacak yaraların bile deviremediği yiğidi felek devirivermişti işte...
İlyas sessizce yanına ilişti. "Dedemle babam seninleydi ağabey," dedi. Osman'ı görenler ölüler de ağlar dese yerdiydi. "Sorma İlyas," dedi. "Sorma..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRIM
Historical Fiction"Sonunda insanlık kazanacak," demişti ama insandan sayılmadıkları şu cihanda kazanç aramanın mantığı neydi ki?