3

11 1 0
                                    

Açlıktan, susuzluktan ve sürekli oradan oraya koşturmaktan bitap düşen bu iki yiğit saatlerce gözyaşı döktü. Ordudakilerin azminin daha fazla kırılıp morallerinin daha fazla düşmesini göze alamayan komutanlar öfkeyle yanlarına geldi. Almanca bir şeyler söyleyip bağırıyorlardı. Gayrı kaybedecek bir şeyi olmayana deli cesareti gelir derler. Osman da çatıverdi komutana. Tükürüklerini saça saça sövdü, ağzına geleni söyledi. Yüzüne yediği dipçikle bayılmadan önce son söyledikleriyse şunlardı:

" Türk'e yaşamak dışında her şey mümkün! Çünkü Türk'ün kanı ucuz. Türk'ün kanı ucuz!"

Her günü diğerinden daha elem bir azaba dönüşmüş savaş nihayet 1943'te yani iki yıl sonra Almanların geri çekilmesiyle sona erdi. Sağ kalanlar evlerine döndü. Osman ve İlyas da öyle...

Osman, neredeyse hiç sevinmemiş halde dönmüştü evine. Gördüğü her köşede bir başka anısı canlanıyordu. Aybike her geldiğinde saçını-kılığını düzeltmek için önüne geçtiği aynaya baktı. Karşısında gördüğü silüet düşündüğünden çok daha feci bir haldeydi. Gözünde canlanan anılar bile kendisinden daha canlıydı artık. Kendisine yeniden can verebilecek tek şey de vuslattı. Aybike'nin vaslı...

Kendine çeki düzen verir vermez onların evine gitti. Kapılarını tıkladı. Açan yoktu. Ölüm denen şeyle bu kadar yakından tanışmış olmasına rağmen sevdiceği mevzubahis olunca konduramıyor, kabullenemiyordu. Sandalyeye oturup "Saklandın di mi kız," dedi buruk bir tebessümle...

Aradan birkaç ay geçmişti. Bir gece vakti kapıları sertçe çalındı. Osman, kimdir bu gecenin bu saatinde diyemeyecek kadar kabuslarla boğuşmaktaydı ve uyandırılmasıysa bir lütuf olmuştu. İkisi birden kapıya baktı. Gelenler Rus askerleriydi. Evden çıkmaları için 15 dakika süre tanındı. Yanlarına yiyecek ve kıyafet aldılar. Üst üste bindirilip sıkış tepiş götürüldükleri kamyonlarda hepsi aynı şeyi düşünmekteydi: "Ölüm geldi çattı..."

Hepsi ıssız bir köşede kurşuna dizilmeyi yahut asılmayı beklerken, öldürülmek için yalvaracakları bir hale geleceklerinin farkında bile değildi...

Uzun hatta upuzun bir trenin yanına vardılar. Herkesi tek tek çekiştire çekiştire kamyonlardan indirdiler, ite kaka vagonlara bindirdiler. Tek bir kişi bile düzgünce oturacak yer bulamıyordu. Tren hareket ettikçe içinde birbirlerini eziyorlardı. Çocuklu anneler hem endişeli hem de öfkeliydi:

"Az dikkat et çocuğu ezdin!"

"Kusura bakmayın..."

"Ne demek kusura bakma! Korktu çocuk!"

"Tamam bacım tren dönünce savruluyoruz napalım..."

"Yarabbi ya sabır!"

Osman araya girdi:

"Ver ablacığım sen bana. Kucağımdayken bir şey olmaz ona."

"Ay sahi mi dersin, Allah senden razı olsun kardeşim! Oğlum geç bakalım ağabeyinin yanına. Müsade edin geçsin çocuk!"

Osman bir kolu yorulunca diğer koluna, o da yorulunca omzuna alıyordu. Herkes gibi onun da ayaklarına kara sular inmişti. Çocukla konuşsam biraz rahatlarım belki diye düşündü.

"Adın ne senin?"

"Ömer."

Aklına babası geldi. Dedesi topların önüne sürüldüğü vakit babası da peşinden koşmuştu. İkisi de oracıkta can vermişti. İlyas'la birbirlerine baktılar. O kadar insan içinde ağlamaya çekinip sineye çektiler yaslarını...
Trenin yola koyulmasının ardından en az yedi saat geçmeden tren durdurulmuyordu. Kapılar açılır açılmaz herkes ihtiyaç gidermeye koşuyordu. Güzergahta insana ait tek bir şey yoktu. Yolda kalanlar, tren kalkınca yetişemeyenler oracıkta kalıyor, daha da haber alınamıyordu. Bebekler ölüyordu. Yaşlılar ölüyordu. Açlıktan susuzluktan ölenler sebebiyle çeşitli hastalıklar türemişti. Her gün ağlayan insanlar görmekten hepsinin psikolojisi altüst olmuştu. Artık duraklar da seyrelmişti. Genç kızlar millet içinde ihtiyaç gideremeyeceğinden dolayı kendi kendilerini zehirleyerek, sancılar içinde kıvranarak oracıkta can veriyordu. Arkalarındaki vagondan bir pat sesi daha geldi. Yeni ölülerden birinin daha karnı patlamıştı. Osman, İlyas'a göre çok daha dirayetliydi. Yine de bir deri bir kemik kalmış, sırtı kamburlaşmıştı.

Uzunca bir aradan sonra trenin durmasıyla ihtiyaç gidermeye çıktılar. Osman, İlyas'tan önce binebilmişti vagona. Sonunda düdük çaldı. Osman bağırdı:

"İlyas! Koş!"

İlyas panikle hareketlendi. İlk günkü takati olsa yetişebilirdi. Artık o da imkansızdı. Osman bile bir umut yakalar diye elini uzatırken onu içeri çekebileceğinden emin değildi.

KIRIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin