Yeşil ve gümüşün her yerde kol gezdiği Slytherin binasından kravatımı bağlayarak çıkıp merdivenlere yönelirken tek düşündüğüm şey nasıl Aleda'nın burada olduğuydu.
Aleda End.
Tek arkadaşım.
İlk aşkım.
Ya da bir psikopat ne kadar sevebilirse o kadar sevdiğim tek kişi. Yetimhaneden evlatlık alındığı aileyle nasıl gittiğini hayal meyal hatırlıyordum. Ona verdiğim turunculu sarılı yoyo'yu ve kendime ayırdığım o gittikten hemen sonra odasından aldığım günlüğü. Tek bir sefer kapağını açmamıştım. Neden, bilmiyorum. Sorgulamamıştım da. Ama şimdi, omuzdan askılı okul çantamın içinde, iksir kitabımın sayfaları arasında kaybolan soluk pembe günlüğü almak için inanılmaz bir dürtü duyuyordum. Günlerdir, hayır haftalardır rüyalarımda gördüğüm Aleda ve her seferinde içine düştüğüm yemyeşil karanlığın ne demek olduğunu anlamamıştım. Bu aralar yaptıklarım, belki de yine Slytherin'in gizli odası ve içinde kontrol edilmeyi bekleyen sinsi, antik canavar yapıyordu bunları. Ya da o.
Aleda, babam gibi gereksiz ve romantik muggleların yazdığı, bulanıkların okuduğu aşk romanlarındaki gibi kurtarıcı meleğim olacaktı. Ama tabii düşüncelerimi dile getirmem, zihnimi kapatır ve kusursuz bir öğrenci olmaya devam ederim, ki kimse şüphelenmesin. Aklım sürekli melek lafına gidiyor. İronik çünkü, adının melek kanatları anlamına gelmesi, çok ironik. Çünkü konuşmuştum, Aledayla değil, diğeriyle. Söylemişti rüyalarıma gireceğini, onu bulana kadar rahat edemeyeceğimi, sevdiğim her şeyi ölmekten beter edeceğimi. Klişe, demiştim. Neon yeşili gözleri son bir defa parlamış ve fötr şapkasının altında bir sihirbaz misali kaybolmuştu.
Ben, demiştim boşluğa bakarak. Sevemem, kimseyi sevemem çünkü lanet annem babama aşkından beni bu hale getirmiş. Sevemeyen, hissedemeyen, bomboş bir kabuğum. Herkesin gördüğü sadece bir yanılsama, bir ışık oyunu. Sevemeyen bir psikopat yerine bir insan olabilmeyi isterdim. Ama olduğum canavardan başka, yanımda kimse yok!
Ama cevap gelmemişti. Yatakhanenin soğuk, mermer zeminine çöküp hırsımdan ağladığımı hatırlıyorum. Gerçi acı da hissetmezdim ya, ne acı değil mi? Herkesin her gün hissettiği binlerce duygudan bir tanesi bile yok, bomboş, derin bir karanlık. Ve aslında farkında da değilim, boşluk aslında benim içimde değil, o boşluk, benim.
Yürüyerek büyük salona varmıştım. Gözlerim şöyle bir tüm salonu taradı ve buldum onu. Kızıl kıvırcık saçlarıyla daha dün seçilmiş çocuklara yardım edecek kadar nazik, bana yardım edecek kadar sinsi olan tek Hufflepuff, Mackenzie Key. Asla yan yana görünmezdik, asla konuşmazdık. Zihinbendarlığın gücü. Aledayla dün yaptığım iki cümlelik konuşmayı da bu yeteneğime borçluydum, yüce atam Salazar Slytherin'e. Ne demişti dün? 'Sen sor diye' Ah, merak etme. Benden hiç kurtulamayacaksın.
Slytherin masasına geldiğimde müritlerim, yani arkadaşlarım çoktan kahvaltıyı yarılamışlardı. Bir prens edasıyla yerime oturdum, onlar arasındaki otoritem uzaktan bile anlaşılıyordu.
Slytherin'in varisi, Gaunt ailesinin yüz karası.
Tom Marvolo Riddle.
Gelecekteki ismimle: Lord Moldevort.
İsim konusunda hala çalıştığımı belirtmek isterim.
Yemeğimi yerken gelen sohbet girişimlerine güzelce yok saydım ve Aleda'nın zihnine girmeye çalıştım. Zeki kız, zihin duvarları çoktan kapalı ve sağlamdı. Fakat gözlerini yemeğinden kaldırıp bana diktiğinde gerçekten de kahverengi gözlerinde boğuldum.
Yetimhanedeydik, çok çok eski bir anıydı bu. İkimizin yol ayrımına gelmeden önceki son anısı.
"Nereye gidiyorsun?" çocuk sesinin inceliği beni şaşırtmıştı.
"Amerika," dedi Aleda, kestane rengi saçlarını bir at kuyruğuna toplarken.
"Neden?"
"Yeni ailem," dedi kuru kuru. "İngiltere'de kalmak istediğimi söyledim ama bir şeyden kaçıyormuş gibi davranmaya devam ettiler."
"Kafanda kurmadığına emin misin?" Ah küçük Tom, dedim kendi kendime. Şimdi kendi kafanda kurduklarını bir görsen.
Aleda bana yaklaştı, kulağıma eğilirken soğuk nefesi boynumu ürpertiyordu.
"Bak Tom, ilk geldiklerinde yanlarında iki kız vardı, ikisi de kıvırcık saçlı. Biriyle tanıştım. Sapsarı saçları var, adı Emory ama annesi ve babası onu buraya bırakıp ortadan kaybolmuşlar. Kardeşi gitmiş fakat o kalmış."
"Bu kadar şeyi nasıl öğreniyorsun?" demiştim havayı yumuşatmak için. Gerek yoktu, şimdi gergin havadan beslendiğini duysan ne derdin acaba sıradan Tom.
"Şimdi de beni almaya geldiler. Ne oluyor bilmiyorum ama bir şeyler ters gidiyor Tom."
"Ne ters gidebilir ki?" Fazla mı iyimserdim, yoksa Aleda için zorluyor muydum bilemiyorum.
Hüzünlü gözlerini kaldırıp yüzüme yarım yamalak bir gülümsemeyle baktı. "Yetimsen her şey ters gidebilir, bunu en iyi sen ve ben biliyoruz değil mi?" O zamandan fark etmiştim zaten. Benden sakladığı çok şey olduğunu ama sormamıştım. Tıpkı günlüğünü açmadığım gibi.
"Ne ters giderse gitsin Tom, sen hep arkadaşım olacaksın."
Ona baktığımı hatırlıyorum, kahverengi gözleri benimkilerle buluştuğunda çok fazla düşünmedim, dokuz yaşındaydım, dudaklarına minicik bir öpücük bıraktım ve çekildim. Kısacık bir andı gerçekten kısacık. Ama yıllarca aklımda ben yaşadıkça yaşamıştı.
O anda hatıraların kontrolünü elime aldım ve farklı bir anıyı göstermeye başladım. Dumbledore'un yetimhaneye geldiği gün. Dönüm noktam.
"Tımarhaneden değilim ben," dedi Dumbledore, mor kadife takım elbisesinin içinde gerçekten deli gibi gözüküyordu. "Bir öğretmenim ve, sakince oturursan, sana Hogwarts'tan bahsedeceğim. Tabii, okula gelme istemiyorsan, kimse seni zorlamayacak."
"Hele bir denesinler." dedi küçük, küstah sesim.
"Hogwarts," diye devam etti Dumbledore. "Özel yetenekleri olanlar için bir okul-"
"Ben deli değilim." diyerek tekrar bölmüştüm onu. Anlamadığını sanmıştım. "Deli olmadığını biliyorum. Hogwarts deliler için bir okul değil. Bir sihir okulu."
"Sihir mi?"
Bakışlarım ellerime düşerken tekrar günümüze, Aleda'nın gözlerine dönmüştüm. Gözlerini kaçırdı ve önüne döndü, eh bende önüme döndüm. Mackenzie'ye çoktan haber vermiştim, Aleda'yı gözleyecekti.
"Hey Tom!"
"Efendim," dedim Avery'nin sesiyle girdiğim transtan çıkarak.
"Çok dalgın gözüküyorsun."
"Uyku sadece." diyerek yavaşça masadan kalktım ve müritlerim beni takip ettiler. En sevdiğim hoca olan Horace Slughorn'un dersliğine ve zindanlara tekrar inerken Ravenclaw başkanı Eliza Smoke'un arkasında Aleda ile hızla dersliğe girdiğini gördüm.
Eliza Smoke, ailesinin icatları tüm Hogwarts'ta konuşulan çok zeki, analitik ve stratejik düşünen tehlikeli bir kızdı. Düşmanlar ve dostlar arasında hep hesaplamalar yaparım, kimin ne işe yarayacağı ve neye karışmayacağı ancak böyle belli olabilir.
Slytherin tarafındaki sırama otururken gerçekten daha sinir bozucu bir olay yaşandı. Aleda ile yine göz göze geldik. O bana kaşlarını kaldırırken dersten önce son düşündüğüm şey belki de günlüğü açmam gerektiğiydi.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------
Tekrar merhaba,
Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Galiba biraz kısa oldu:)
Keyifle okumuş olduğunuzu diliyorum.
Görüşürüz,
AyşeSiminY_712
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevemeden Sevmek(Tom Riddle)
Fanfiction"Sevginin ne olduğunu bilmeyen bir çocuk, Duyguların zayıflık olduğunu bilen bir kız, Karanlığa batanlar için hâlâ umut var mıdır? Kusursuz görünen her zaman öyle midir? Zeka, karmaşa, aşk, takıntı, macera ve gizem... Aleda End ve Tom Riddle'ın hika...