Her şeyin başladığı yerdeydi Mark. Aynı masada, aynı sandalyede oturmuş, karşısındaki güzel çocuğu izliyordu sessizce. İlk resmi "randevu"ları için kafede buluşmuşlardı. Aslında Mark'ın aklı o iki kelimede kalmıştı: Seni Seviyorum. Donghyuck gerçekten Mark'a söylemişti bunu. Mark'ı seviyordu. Mark bunu odasında yattıkları sırada Donghyuck'un yaptığı imadan anlamıştı zaten. Onu asıl heyecanlandıran, Donghyuck'un bu iki cümleyle onları bir sonraki kademeye taşıyacağını bildiği halde söylemiş olmasıydı. İşte tam da bu yüzden 2 gün önce dakikalarca yatağında tepinmiş ve sevinç nidaları saçmıştı odasının her bir tarafına. Daha sonra Jeno'nun odaya dalıp ona tuhaf tuhaf baktıktan sonra "Neden azgın goriller gibi sesler çıkarıyorsun?" demesi bütün keyfini kaçırmış, neden sevindiğini unutup Jeno'yu kovalamaya başlamıştı. Aynı çatı altında yaşama konusunda çok da iyi oldukları söylenemezdi.Ertesi gün uyandığında ilk aklına gelen yine o iki kelime olmuştu. Bunu içinde fazla mı büyütüyordu emin değildi ama kafasında kurduğu ihtimaller onu heyecanlandırıyordu. Hoşlandığı çocukla aynı havayı soluduğu için çıldıran ergenlere benzediğini bile düşündüğü olmuştu. Yatağında uzanırken saatlerce bunu düşünmenin anlamsız olduğunu kavramış, şu ana kadar bir daha aklına bile getirmemişti. Şimdi de hazır siparişlerini beklerken bu konuya değinme isteği doğmuştu içinde. Ama hayat Mark'ın isteklerini ne zaman yerine getirmesine izin vermişti ki? Masanın önünde beliren iki harika arkadaşı ve Jaemin'i görünce bunu daha iyi anlamıştı. Hep bir ağızdan verdikleri oldukça neşeli selamla iyice siniri bozulurken saniyeler içinde iki kol tarafından kaldırıldı ve Donghyuck'un oturduğu koltuğa yumuşak(!) bir hareketle fırlatıldı.
"Dikkat etsene Jeno ya! Ya kafasını çarpsaydı?"
Donghyuck'un telaşla söylediği cümleden sonra onu fırlatan kişinin Jeno olduğunu anlaşılmıştı. Az önce Mark'ın oturduğu yerde oturuyordu şimdi. İki yanına Jaemin ve Renjun'i almış, Mark'ın sağlığından hiç endişelenmediğini belirtircesine sırıtıyordu. Mark, Jeno'ya kötü bir bakış attıktan sonra dikkatini hala endişeyle kafasını inceleyen Donghyuck'a verdi. Sakinleştirmek için kafasını tutan ellerini çekip kendi ellerinin arasına aldı. Donghyuck zorla da olsa gözlerini Mark'ın kafasından gözlerine çevirebilmişti.
"İyisin değil mi?"
Ellerinin arasında sıkılaşan elleri hissedince gülümsemesine engel olamadı Mark. Ufacık bir konu üzerine bile olsa, önemsenmek insanı gerçekten iyi hissettiriyordu. Sevilmiş hissettiriyordu.
İyi olduğunu göstermek için gülümsemesini büyütüp kafasını salladı. Donghyuck da karşılık olarak gülümsemek üzereydi ki onlara tiksinmiş yüz ifadeleriyle bakan arkadaşlarını görünce duraksadı.
"Sizi burada zorla tutuyormuşuz da istemeden gördüğünüz manzarayla bilerek sizi iğrendirmeye çalışıyormuşuz gibi bakmayın, yanımıza gelen sizsiniz. Hem neden geldiniz ki? Randevumuzu mahvediyorsunuz."
"Hesap sormaya geldim! Renjun ve Jeno'yu ilk yanıma gönderirken 'Jaemin'le arkadaş sayılırız.' demişsin. Sayılırız ne demek ya?! Nasıl sayılırız? Benden başka en iyi arkadaşların mı var da biz arkadaş sayılıyoruz."
Donghyuck arkadaşının tripli tavrına göz devirip "Cidden buna mı takıldın Jaemin-ah? O an yakın arkadaşım olduğunu söylemem zaten bir şeyi değiştirmeyecekti." dedi.
Jaemin'in yüzü daha da alıngan bir ifadeye bürünürken Mark Jeno ve Jaemin'in ne kadar da birbirlerine benzediklerini fark ediyordu. Hayatında 2 tane Jeno olması düşüncesiyle ürperdi. Böyle bir şeyi kimse kaldıramazdı, Renjun hariç.
Mark'a çok tuhaf gelse de Renjun Jeno'ya katlanabiliyordu, bunu yaparken de gayet mutlu görünüyordu. Şimdi bir de Jaemin'e katlanacaktı. Sevgi, diye düşündü Mark. Sevgi insana neler yaptırıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝗌𝖾𝗏𝖾𝗇 𝗀𝗋𝖾𝖺𝗍 𝗌𝗂𝗇𝗌 '𝗆𝖺𝗋𝗄𝗁𝗒𝗎𝖼𝗄'
Humor*Soobin Donghyuck'u ona ayarlaması için Mark'tan yardım istiyor.*