drop

693 74 23
                                    

"Bu sefer geç kalmadığımdan eminim ama sen yine dışarıda bekliyorsun."

Mark yanına varır varmaz konuşunca Donghyuck dediklerine gözlerini devirdi.

"Sana da merhaba, Mark."

Mark şimdi birinin onu tokatlayıp "Kendine gel, aptal." demesini ne isterdi. Donghyuck'un dünkü son cümlesinden sonra afallamış, uzun bir süre de kendine gelememişti. Jeno gelip bir şişe soğuk suyu kafasından aşağı boşaltmasaydı muhtemelen beyin fonksiyonlarının durduğunu hissetmeye devam edecekti.

"Ah, evet... Merhaba. Nasılsın?"

Mark'ın ciddi olma çabası Donghyuck'u güldürdü.

"Tamam, o kadar da nezaket kurallarına uymamıza gerek yok. Yine de sorduğun için teşekkür ederim, iyiyim herhalde. Sen nasılsın? İlk söylediklerin için de, kafe dayımın, yani istediğim zaman çıkabiliyorum- Bekle, çok mu konuştum?"

Donghyuck telaşla sorduğunda Mark hızla kafasını iki yana salladı. Bütün gün çıt çıkarmadan konuşmasını dinleyebilirdi, bir an bile sızlanmazdı da. Donghyuck ne dediğini bilmiyor olmalıydı.

"Hayır, hiç de bile. Beni cevabınla aydınlattığın için teşekkür ederim ve ben de iyiyim, herhalde."

"Ne güzel. O zaman, gidelim mi? Yani gidelim dediysem evim bir sokak arkada. Yoksa hemen gitmek istemez misin? Gerçi sen de haklısın, seni eve atıp tecavüz etmeyeceğimi nereden bileceksin? Belki içeceğine ilaç katıp seni uyutacağım ama merak etme, bir şey içmesen de olur. Hem zaten ben üstte olmayı sevmiyor- Özür dilerim. Gerilince saçmalayabiliyorum."

"Buna alışabilirim, inan bana. Gidelim hadi."

○○○

"...Başardım! Artık beni kimse durduramaz! Agu gazı, Yengeç'i savunmasız minik bir bebeğe çevirecek!"

Donghyuck en az on defa izlediği bölümü izlemeyi bırakıp Mark'a çevirdi gözlerini. Hayatının en önemli şeyini izliyormuş gibi pür dikkat televizyona bakışı onu gülümsetmeye yetmişti. Vücudunu yana doğru döndürüp kafasını koltuğa yasladı. Işıkları kapattığından yüzü sadece televizyon sayesinde aydınlanırken bile güzeldi Mark. Bay Yengeç'in bebeğe dönüşüşünü tatlı bulup gülümserken de çok güzeldi.

Uzun bir süredir bakıyor olacak ki Mark bakışların farkına varmış ama gözlerini ekrandan çekmemişti. Aklında bir soru vardı gerçi, dünden beri içini yiyip bitiriyordu. Donghyuck'un sonu gelmeyen bakışlarına karşılık vererek soramazdı bu soruyu. Bu yüzden "Dün yazdığın şeyde ciddi miydin?" dedi hala televziyona bakarak.

Donghyuck neyden bahsettiğini hemen anlayıp yerinde doğruldu. Mark'ın hala yüzüne bakmayışından utandığını anlayabilmişti, ama sorduğu sorunun mantığını anlayamamıştı.

"Neden şaka olsun diye sana aşık olduğunu söyleyeyim ki? Bu yüzden mi cevap vermedin, şaka sandığın için?" Sordu merakla.

Mark gerginliğin getirdiği acelecilikle elleriyle oynamaya başladı.

"Sadece telaş yaptım. Çünkü, ben... Seni ilk gördüğümden beri... Söylemesi düşündüğümden daha zormuş. Ben..."

"Söylemek zorunda değilsin. Ben anladım."

Donghyuck'un müdahelesi az da olsa onu rahatlatmıştı. Bir saniyeliğine kafasını çevirip göz göze geldikleri sırada "Başka bir gün söylerim, olur mu?" diye sordu ve Donghyuck gülümsedi.

"Olur, zaten bunu konuşmak için burada değiliz, yapacağımız başka bir şey vardı diye hatırlıyorum."

Koltukta kayarak Mark'a yaklaştı yavaşça. Mark burnuna dolan bebek şampuanı kokusuyla gülümsedi.

"Bebek şampuanı kullanıyorsun,
değil mi?"

"Evet...Yah! Konuyu dağıtma." dedi Donghyuck hafifçe Mark'ın koluna vurarak. Gözlerine baktığı çocuğun inatla bakışlarını ekrana kilitlemesi sinir bozucu hale gelmeye başlıyordu.

"Ne yapacağımızı hiç hatırlamıyorum."

Hatırlıyordu elbette, sadece fazla gergindi. Belki biraz da Donghyuck'u sinir etmek hoşuna gitmişti.

"Öyle mi? Ne fark ettim biliyor musun? Ben özgüvenliyken sen panik oluyorsun, sen özgüvenliyken de ben panik oluyorum. Bunun bir orta yolunu bulmalıyız."

"Nasıl bulacağız?"

Sormadan önce Mark da vücudunu döndürerek Donghyuck'la yüz yüze geldi. Sonunda tamamını görebildiği yarı karanlık yarı aydınlık yüz tüm güzelliğiyle karşısında dururken Donghyuck bakmaktan başka ne yapabilirdi? Önce gözlerinde dolaştı, daha sonra da elmacık kemiklerine uğrayıp yanaklarına indi bakışları. Dudakları son durağıydı. Kenarındaki minik morluğu da fark etmişti hemen. Yaklaşıp bir öpücük kondurdu morluğun tam üstüne. Sonra bir kez daha ve bir kez daha. Mark bilemiyordu artık: Böylesine güzel öptüğü dudakları mıydı, yoksa kalbi mi?

O da kalbinden öpmek ister
gibi bastırdı dudaklarını Donghyuck'unkilere. Her seferde daha da bağımlısı oluyor, öpücüklerin süresi uzuyordu. Bir kez daha dudakları aralanıyordu, bir kez daha kucaklıyorlardı kalplerini nefessiz kalana dek. Belki saatler geçti böyle, belki de zaman kavramı yok oldu sonsuz öpücüklerde. Yine de aynı hissettirdi her seferinde. Ve kalplerin sessizliğinde birbirlerini buldular, bir kez daha.

 𝗌𝖾𝗏𝖾𝗇 𝗀𝗋𝖾𝖺𝗍 𝗌𝗂𝗇𝗌  '𝗆𝖺𝗋𝗄𝗁𝗒𝗎𝖼𝗄'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin