be

760 84 81
                                    

Mark yine sıkıntıdan kaynaklanan kafasını elleri arasına alıp saçlarını yolma isteğiyle birlikte karşısında oturan kızın adını hatırlamaya çalışıyordu. Kabul etmemesi gerektiğini bildiği halde kesinlikle hoşlanmadığı bir kızla beraber randevuda olmak buraya her gelişinde kötü şeylerin olduğunu kanıtlar nitelikteydi onun için. Bir önceki gelişinde hissettiklerini kötü diye tanımlayamazdı ama bulunduğu duruma nasıl bir ad koyacağını bilmiyordu. Zaten Mark çoğu şeyi bilmiyordu.

Soobin'in Mark'ın yaşadığı 'stres' için söyledikleri o an belki de doğru gelmişti Mark'a. Bu kızla buluşması stresini azaltır sanmıştı. Ama şuan stresinin kaynağını dört gözle görmeyi beklerken duyguları hiç de azalmıyordu, aksine, o günkü gibi patlamaya hazır bekliyorlardı.

Mark Donghyuck'a karşı hislerini fark ettikten sonra kimseye hiçbir şey belli etmemenin en iyisi olacağına karar vermişti. Ne kadar başarılı olduğu tartışılırdı ama yapabilecek başka bir şeyi olduğunu sanmıyordu. Soobin, en yakın arkadaşlarından biri, yavaş yavaş Donghyuck'a aşık olurken o gidip ne yapacaktı ki? Soobin'i üzecek bir şey yapmamaya özen gösterdiği için hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Olması gerekenin bu olduğunu düşünüyordu.

Masadaki varlığına geri dönüp karşısındaki kızın "Nerelisin, Ne okuyorsun?" tarzı sorularına cevap vermeye başladı. Kızın yüzüne bakmaması kaba bir davranış olsa da Mark'ın umrunda değildi, kıza bakıp bakmaması bir şeyi değiştirmeyecekti. O sadece Donghyuck'u görmek istiyordu ve bu isteğine karşı koyamamak onu deliliğin sınırlarında gezdiriyordu.

Bir umut tekrar kafenin etrafına bakındı. Bir saniyeliğine gözleri Donghyuck'unkilere değince korkarak fakat belli etmeden gözlerini kaçırdı.
Ansızın onu rahatsız etmeye başlayan bu sıcaklık içinden mi geliyordu yoksa hava mı ısınmıştı emin değildi. Ne kadar bakmamaya diretse de bir süre sonra gözleri tekrar Donghyuck'u buldu. Kasanın başında elini yüzüne yaslamış gözlerini çekmeden onları izliyordu. Masa kasanın sol çaprazında yer aldığı için vücudunu Mark'a doğru döndürmesi gerekmişti.

Mark giydiği düz siyah bir tişörtün bile Donghyuck'u bu kadar güzel gösterdiğine şaşırmamıştı. Asıl şaşırdığı, Donghyuck'un inatla gözlerini çekmeyişiydi. Biraz daha bakışlarına maruz kalırsa burada bayılıp kalabilirdi. Gözlerini karşısındaki kıza çevirip sandalyesini geriye doğru iterken "Lavaboya gitmem gerek." diyerek ayağa kalktı. Ardından gelen cevabı duyamadan-zaten umrunda değildi- lavaboya doğru yol aldı. Donghyuck'un gözlerini üstünde hissedebiliyordu fakat karşılık vermedi.

Kapıyı açıp kendini içeri attığında kimsenin olmamasından yararlanarak öylece bekledi. Beyni binlerce kez buraya bir daha gelmemesi gerektiğini haykırıyordu ama Mark nedense geleceğini biliyordu. Kabul etmek istemese de Donghyuck'u görmek ona iyi gelmişti, onu görmenin hayalini kurmak bile bütün vücudunu canlandırır olmuştu.

Mark bazen "Bu olmak zorunda mıydı?" diye düşünmeden edemiyordu. Yanlış kişiye aşık olmak için çok yanlış bir zamandı. Gün geçtikçe vicdan azabının içini kemirdiğini hissediyordu. Suçu kendinde arıyordu ama bulamıyordu. Bunu en başında istememişti ki, şimdi istiyor oluşu onu suçlu yapar mıydı?

Kafasını iki yana sallayıp musluğu açarak ellerini yıkamaya başladı. Tam o anda Donghyuck'un tuvalete dalışıyla korkuyla yerinde sıçradı. Sinirli bir tavırla "Cidden benden daha mı güzel?" diye sorduğunda Mark ne olduğunu anlayamamıştı.

Şaşkınlık ve dalgınlıkla musluğu kapatırken "Kim?" diye cevap verdi Mark. İçten içe ilk defa konuştukları -üstelik sadece ikisi vardı- için çıldırsa da yüz ifadesini sabit tutmayı başarabiliyordu. O sırada kendisine sorulsa duygularını anlatamazdı fakat Donghyuck'un sesine bile aşık olmaya başladığını hissediyordu. Bu tabii ki iyiye işaret değildi. Yoksa, öyle miydi?

Düşünceler boğazına sarılıp Mark'ı boğarken bir de Donghyuck'un yüzünde yeni fark ettiği benleri öpme isteği onu iyice nefessiz bırakıyordu. Biraz olsun rahatlayabilmek amacıyla gözlerini Donghyuck'tan çekip peçete alacağı sırada Donghyuck sırıtıp Mark'a yaklaştı. Mark'ın peçete alışını izlerken "Bahse varım adını bile hatırlamıyorsundur." dedi.

Sesindeki alaycılı tona sinir olan Mark ellerini kurulamayı bırakıp peçeteyi çöpe attı. Donghyuck'a bir adım yaklaştığında yüzüne daha yakından bakmanın getirisi olarak kalbinin teklediğini hissedince umursamadan kaşlarını çattı. İstediğinin aksine davranmakta üstüne yoktu.

"Başından beri planın buydu değil mi? O gün baktığım kişinin sen olduğunu biliyordun, buraya gelmemi sağlayarak kanıtlamak istedin. Kendini beğenmiş pisliğin teki olduğun için her daim gözlerin sende olduğundan emin olmak istiyorsun. Ama hayır, sana baktıysam bile bunu ağzımdan asla duyamayacaksın Lee Donghyuck. Sırf egonu tatmin etme diye inkar edeceğim, sonuna kadar."

Donghyuck gülümsemesini daha da büyüterek Mark'a yaklaşırken Mark nefes alış-verişlerini yavaşlatmaya çalıştı.

"İtirafa ihtiyacım yok, gözlerini benden çekmeyerek bunu yeterince kanıtladın zaten Mark Lee. Ama madem etkileyici olduğumu söylemeye bu kadar heveslisin, bunun için her şeyi yapacağımdan emin olabilirsin..."

Gözleri birkaç saniye Mark'ta takılı kaldı.

"...Bu arada, hakkımda yaptığın saçma varsayımların karşılığında sana hiç hoş olmayan şeyler söyleyebilirdim ama küfür güzel ağzıma hiç yakışmıyor. Yani, güzel dileklerimi daha sonra sana yazarım, olur mu?" diye devam etti kapının kolunu tuttuğu sırada.

Ardından kapıyı aralayıp gözden kayboldu fakat Mark'ın aklı hala konuşmasının sonundan itibaren gözlerini ayıramadığı dudaklardaydı.

 𝗌𝖾𝗏𝖾𝗇 𝗀𝗋𝖾𝖺𝗍 𝗌𝗂𝗇𝗌  '𝗆𝖺𝗋𝗄𝗁𝗒𝗎𝖼𝗄'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin