2. bölüm - Pabucumun Hödüğü

233 7 9
                                    

. "Eteğim! Eteğim nerde? Anne!"

Annem iki dakikada elinde ayak bileğime kadar gelen pileli turuncu olan eteğimle yanımda bitmişti. İşe girdiğimi söylediğimden beri bir dediğimi iki etmiyordu. Tabi bazı zamanlarda! Bu düşünce sırıtmama neden olmuştu. Annemin kafama vurması acıyla inlememe neden olmuştu. "Ne diye vuruyorsun ya!" diye çığırırken kafamı okşuyordum.

"Ah benim salak kızım gecikiyorsun ya!" diyip dolabıma yönelmemi sağladı. Pileli eteğimi giymiştim. Bunun üstüne ne giyecektim? Şu yakışıklı uyuz başkan düzgün giyinmemi söylemişti.  Ne vardı giydiklerimde? Bir kere görmüştü Allah'tan! Yüzüme atılan beyaz kalın askılıyla düşüncelerim kule gibi yerle bir olmuştu. Zaman kaybetmemek için söylenmeden giyindim. Askıdan koyu kot ceketimi aldım ve annemin yardımıyla giydim. Son olarakta içinde annemin ve kardeşimim resimlerinin bulunduğu uzun zincirli metal kolyeyi taktım. Bunun bana şans getirmesini diledim. Kahverengi uzun çantamı alıp beyaz babetlerimi giydim. Anneme el sallayıp sokağa çıktım. Ali'yi görememiştim. Umursamayıp gözlerimi kapadım. Bunu başaracaktım. Elimi yumruk yapıp havaya kaldırdım "bastır Aruz!" diye bağırdığım an yeri boylamam bir oldu. Sinirle gözlerimi açtığımda Ali görüş alanıma girdi. İti an çomağı hazırla hesabı. Salak çocuk bisikletle üzerime gelmişti. "Ali!" diye çığlık attığımda çevredeki insanların bazıları bizim olduğumuz tarafa baktı. "Daha yeni almıştım! Ne diye sokağın ortasında duruyorsun ki?!" bisikletine birşey oldu mu diye bakınıyordu. Beni kaldırmaya yeltenmemişti bile! Sinirle ayağa kalkıp kafasına vurdum. "Ne vuruyorsun be deli kezban!" 

Ah! Kesin bugün katil olacaktım hem de ilk iş günümde! Sinirlendiğimi anlayınca bisikletine binip hızla benim gideceğim yönün ters tarafına yöneldi. Uzunca süre -telefonumun alarmı çalana kadar- arkasından baktım. "Otobüs kalkıyor, otobüs kalkıyor, acele et" diye mekanik bir sesle bağıran akıllı telefonumun alarmıyla maraton koşarmış gibi durağa koştum. Tam zamanında! Akpilimi okutup boş bir yere geçtim. Aslında yarın başlamam gerekiyordu fakat bugün işe başlıyordum. Dün gece numaramı bıraktığım başkan yardımcısı Nihat abi beni aramıştı ve öz geçmişimi getireceğim gün işe başlayacağımı iletmişti. İnmeden önce öz geçmişim yerinde mi diye kontrol ettim. Bakalım bu kadar fazla işte çalıştığımı görünce ne diyecekti. Hızla alışveriş merkezininin görkemli kapısından içeri girdim. Saat 7:50 idi. Geç kalmamıştım işte. Bunu o deli manyağı başkanın gözünden içeriye sokacaktım. Deli manyağı mı? Güzel türkçemize harika, yepyeni bir kelime kazandırdım. "I am awesome!" asansöre binerken övdüm kendi kendimi. Asansörde çalışanların konuşmalarına kulak misafiri olmadan edemedim. "Ah şu şeytan,  gene yaptı yapacağını! Geldiğinden beri tam altı kez üst üste yaptığım kahveyi beğenmedi! Altıncıyıda beğenmeseydi tepsiyi kafasında kıracaktım!" diye yüksek sesle söylendi yanındaki kadına. "Ama çok yakışıklı yaa" cevapladı diğer kadın ilk konuşanı. Başkandan bahsettiğini anlamıştım. Lakabının şeytan olduğunu öğrenmiştim. Dün hakkında azacık bilgi toplamıştım. Çalışanlardan! Ona şeytan diyorlardı. Daha doğrusu yakışıklı şeytan! Ah bi bilse böyle bir lakabının olduğunu. Gerçi yüzde doksan ihtimal biliyordu. Bu bana gülünç gelmişti. Asansörün kapısı açılana kadar konuşmaya devam ettiler. Bir saniye bile beklemeden asansörden çıktım. Sekreter masasına yaklaştım "merhaba, şey..başkanın geleceğimden haberi vardı" diye başladım söze. Gülümsedi, dünün aksine! Bir dakika, yüzüne dikkatlice bakınca anladım. Bu dünkü sekreter değildi. Acaba diğeri kovulmuş muydu? "Peki lütfen bekleyin hanfendi" dedi saygılı bir biçimde ve düşündüğüm gibi başkanı aradı. "Baha bey, burada geleceğinden haberinizin olduğunu söyleyen bir bayan var efendim" Hah şuna da bakın! Yılan kadın! Az önce yüzüme gülmüştü. Sanki yalan söylüyordum! Ben can atıyordum ya o sinir küpüyle görüşmeye. Aslında onu görmek istiyordum. Çok güzel bir yüzü vardı, sevaba giriyordum yani sonuçta! "İçeri girebilirsiniz" dedi gülümserken. En sahte gülüşlerimden birini gönderirken saçımı savurarak içeriye girdim. Sanki çok saçım vardı. Bu düşünce beni güldürmüştü. Kafamı kaldırdığımda adının Baha olduğunu öğrendiğim şeytanla ops... yani adamla göz göze geldim. Gülümsemem daha da güçlendi ve aptal sırıtışlarımdan birini gönderdim. Ne olursa olsun sonuçta beni işe almıştı nedenini bilmesemde...Gerçi..umrumda olduğuda söylenemezdi. "Otur" sesini duyunca zaman kaybetmeden oturdum. Çantamdan öz geçmişimi çıkarıp hızla masasına bıraktım. İncelemeye başladı. Bende onu inceliyordum. Sarımsı bir göz rengi vardı. Ne deniyordu bu renge...hah! Bal rengi. Vay be! Bu adamın gözü bile kısakanılır yani. "Bu ne böyle seni gidi kalın kafa!" diye sesini yükselttiğinde hızla "ne oldu ki?" diye sorusunu soruyla cevapladım. "Bir çok yarı zamanlı işte çalıştın diye yetenekli veya başarılı olduğunumu sanıyorsun? Bunlar iş değil. Kafede garsonluk, oto yıkamacıda araba temizleme, yedek sürücülük ve bir çoğu.." diye devam etti. "Elimden her türlü iş geliyor ama" dedim ve tatlı sandığım gülümsemelerimden birini fırlattım. Gözlerini devirdi "demek elinden her iş geliyor..İyi o zaman, ayak işlerimi yaparsın her halde?" dedi. "Efendim?" diye sordum şaşkınlıkla. Keyifli olduğunu gözlerinden anlıyordum! Beni vazgeçirtmeye çalışıyordu. Ama ben Aruz Karahanlıydım! Öyle kolay kolay vazgeçmez ve yorulmazdım! Laflarını tek tek yedirtecektim! "Tabi, siz nasıl isterseniz" demem onu şaşırtmış olacaktı ki yüzünde bu şapşal ifade vardı. Amma da tatlıydı... "Patronuna mı sulanıyorsun! Daha iki gündür tanıdığın adama tatlı diyorsun!" diye uyardı beni melek iç sesim. "Ne var iki gündür tanıyorsa? İki gündür tanıdığı tatlı olamaz diye bir kural yok ya!" diye bastırdı şeytan iç sesim melek olanı.  "Peki bana ne kadar maaş vereceksiziniz?" diye sorduğumda  bana doğru iki adım attı. "Ne dedin sen? Bu kadar aptal olmana rağmen seni işe alıyorum ve üstüne bir de neler yapabileceğini görmeden para mı vereceğimi sanıyorsun?" sorarcasına baktıktan sonra  "aptal yaratık" diye devam etti. Bir kaç saniye geçtikten sonra olayın şokuyla birlikte "ne dediniz?" diye sormak aklıma gelmişti. "Ap-tal ya-ra-tık" sanki anlama zorluğum varmış gibi heceleyerek tekrarladı. Açık olan ağzımı kapatıp "böyle dememelisiniz başkanım, bu çok kötü bir kelime" şaşkın bir şekilde dik dik ona bakmaya başladım. "Ben" biraz duraksadı "senin gibi insanlardan nefret ederim" diye tamamadı. İki adım daha yaklaştı, "zorluklara dayanırım diyenlerden fakat dayanamayıp çevredeki insanlara yalan söylenlerden. Kazanamayacaklarını düşündükleri için kavgadan kaçanlardan. Sonra da güçlüymüş gibi davrananlardan. Yüzleşmekten korkanlardan. Tıpkı senin gibi olanlardan gerçekten nefret ederim. Sen ve senin gibiler sadece pisliğin tekisiniz!" diye bağırdığında ağzındaki tükürüklerden bazıları suratıma geldiği için yavaşça suratımı sildim. Şu an çok sinirli bir şekilde ona bakıyordum fakat konuşamıyordum. Bu insan mıydı be! Bağırmak istiyordum. Suskunluğum rahatsız etmiş olacaktı ki "ne oldu? Ne yapacaksın? Bir şey mi söyleyeceksin?" diye sordu ve ben konuşamadan devam etti "içinde bir şeyler köpürüyor ama ne olduğunu bilmiyorsun değil mi? Bana küfretmek istiyorsun ama nasıl yapacağını bilmiyorsun değil mi?" diye sordu keyifli gördüğüm yüzüyle. "Bana laf savurmayı bırak" sonunda konuşmuştum. "Bir dakikalığına konuşmayı kes. Düşünmem lazım" diye tamamladım. "Düşünmen mi lazım? Senin aklına bir dakika yetmez. IQ'un kaç? 30'u geçiyor mu?" gözlerimi kapadım ve başımı eğdim. Sinirlenmeyecektim. Bilerek yapıyordu. Boşuna şeytan demiyorlardı! Pabucumun hödüğü! "Bir dakikalığına sessiz duramıyor musun?" diye sordum kafamı kaldırırken. "Sen ne cürretle ban-" devam edeceği sırada sinirlerime hakim olamayıp "sadece bir dakika sus! Sadece bir dakika!" diye bağırdım. Dudaklarını büzdü ve kafasını yukardan aşağıya salladı. Masaya doğru yaklaştı ve saati eline aldı. Cidden bunu yapacak mıydı? Saati bir dakika sonraya ayarladı ve masaya oturdu. Ne diyecektim? Hadi Aruz! İkna kabiliyetini göster. Düşünmeye çalışıyordum. Alarm çalınca kafamı kaldırıp ona baktım. "Bir şey soracağım." "Durma sor" diye cevapladı beni. "Beni dün kabul eden sizdiniz. Yardımcınız Nihat bey beni aradı ve bugün geldiğimde işe başlayacağımı söyledi, sizin şu an yaptıklarınız...söyledikleriniz..beni işe almayacağınızı dünde söyleyebilirdiniz. Tüm bu uğraşlarınıza gerek kalmazdı" merakla yüzüne bakıyordum. "Seni işe almayacağımı söylemedim" Ne diyordu bu adam? O kadar laf söylemişti ama? "Sadece nasıl biri olduğunu, hangi seviyede olduğunu anlattım sana" Hah! "çok biliyorsun ya hayatımın nasıl olduğunu, herkes senin gibi ağzında gümüş kaşıkla doğmuyor" diye söylendim kısık sesle. "Ne dedin?" diye sordu "Hiç..hiç birşey" diye cevapladım.  Bir çok hakaret yağdırmış olsa da işe alındığım için mutluydum. Sonuçta bardağın dolu tarafından bakmak lazımdı! "Diğer çalışanların aldığı maaşın yarısını alacaksın, çalıştığın süre zarfında hareketlerine bağlı olarak artacak. Yardımcı Nihatın yanına git o sana diğer şeyleri anlatır. Seni işe almamın nedeni sana ne kadar aptal olduğunu göstermek istemem. Sakın ola da başka bir şeye çevirme bunu! Şimdi daha fazla başımı ağrıtma" dedi. Nihatmış! Sanki de babasının oğlu! Arkamı dönmüş gidiyorken karın guruldama sesini duyduğum sırada geri ona döndüm. Kaşlarımı kalkık garipsemişcesine ona baktım."Ne? Neye bakıyorsun?" diye sordu. "Kahvaltı yapmadınız, değil mi? Yağlı ve ballı ekmek en iyisidir. Kahvaltınızı iyi yaparsanız bütün günü mutlu ve enerji dolu geçirirsiniz. Bir şey sizi kızdırsa bile ona kolayca sinirlenmezsiniz" gülümsedim. Tek kaşını kalkık bana bakıyordu. Banane bu adamdan, ne diye iyiliği için konuşuyordum? "İyi günler" yine ve yine aptal sırıtışlarımdan birini gönderip hızlı adımlarla odasından çıktım.

BAY KRALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin