20⚛

262 16 4
                                    

“Soner neden bizimle okula gelmedi?”
Yine zar zor metroya yetişebilmiştik. Son dakika içeriye girdiğimiz gibi Hazan’ın sorusunu duymam bir oldu.
Omuz silkerek, “Bilmem,” dedim. İnanmasada üstünde durmayıp boş olan yere ilerledi. Peşinden giderken telefonu elime alıp o görmeden Soner’in bana attığı mesajı açıp içimden okudum.
Bugün okula gelmiyorum. Okuldan sonra kesinlikle konuşmamız lazım.
Mesajı kapatıp telefonu montun cebine attım.
Dün akşam ağaca gelmemi istediği saatte Hazan olduğu için reddetmiştim. O evdeyken onsuz çıkmam dedemi inandırmak için yeterli bir sebep sunmamı gerektirirdi. Ki Hazan’a gerçeği söylemeden çıkmam imkansızdı. Söylesem de beni camdan gizlice dinleyeceğine emindim. Soner özellikle yalnız olmamızı ve önemli bir konu olduğunu dediğinden durum iyice zorlaştı. Gece gizlice kaçabilirdim ama o saatlerde kendisi evde olmayacağını söyledi. Yine de o sinirli halinin sebebini öğrenmek için bir yol aramaya çabalamıştım. Okula neden gelmediğini bile deli gibi merak etsem de mesaj atmak istemedim. Bana açıklamak isteseydi, muhtemelen mesajına iki kelime daha sığdırabilirdi.
Uykulu bir metro seyahatinden sonra okula hızla yürüyüp yetiştiğimizde Hazan’ı bırakıp üst kata çıktım. Sınıfa girdiğimde peşimden Berna Hoca da girdi. Başımı hemen çevirip ilerlediğimde gözüm sıra arkadaşıma takıldı. Gamze son günlere nazaran gülümseyerek karşıladı beni. Sanırım tuhaflığımın nedenini öğrenmek onun bana tavır almasını yok etmeye yetmişti.
“Günaydın,” dediğinde gülümsedim.
“Günaydın.” Çantamı koyarken önümdeki sıranın boşluğunu görünce kaşlarımı çattım. “Oktay neden gelmedi?”
Ders kitabını önüne çıkarırken omuz silkti. “Bilmem. Mesaj atarım şimdi.”
Sıraya oturup montumu çıkarırken başımı sallamakla yetindim. Dün onu tersledikten sonra görmemek içimi huzursuz etti. Berna Hoca masasına yerleştiği gibi yoklama defterini açtığında kapı iki kere tıklandı.
“Özür dilerim hocam,” diyerek Oktay’ın önce sesini duyduğumuzda içeri girdi. Onu görünce rahatlasam da bana doğru yaklaştıkça kaşındaki yara bandını fark ettiğim gibi korkuya merhaba, dedim. Yüzüme bakmadan sıraya oturup ensesine bakmamı sağladı.
“Ne oldu sana?” Omzundan çekip kaşına daha yakından baktım.
Omzunu silkeleyerek sertçe, “Bir şey yok,” dedi. Bu da gördüğüm ekstra morluklar eşliğindeki görüntü haricinde bir şey olduğunun garantisiydi. Berna Hoca dikkati derse vermemiz için sıraya cetveli vurunca Gamze’ye döndüm. O da dudağını bükerek bilmediğini ima eden hayret eden gözlerle baktı.
Aklıma aynı anda gelen Soner’in kanlı eliyle içime düşen korku tohumu yeşermeye de başladı. Benimle konuşmak istediği konu bu olabilir miydi? Benden bir saat izin alarak arkadaşıma onu ispiyonladığı için hesap sormaya gitmiş olabilir miydi? Ders boyunca dudağımı kemirerek canımı acıtırken bir yandan stresten bacağımı titretiyordum. Teneffüs zili çaldığı gibi ayağa kalkıp kaçmasın diye Oktay’ın yanına geçtim. Elimi masaya dayayıp üzerine eğildim.
“Ne oldu hemen anlat,” diyerek emir verdiğimde yüzündeki ifadesizlik bile canımı sıkmaya yetti.  Sınıftaki uğultu azalıp bizi dinlediklerini anlamamı sağladığın elini göğsünde bağlayıp başını kaldırdı.
“Anlatsam ne değişecek ki? Muhtemelen, tamam, der geçersin.”
“Sen dene,” diyerek azarladım. Gözlerime kitlenip baygın bakışlarında boğulmamı sağlarken sert bakarak laf atmasını geçiştirdim. Derin bir nefes verdikten sonra ayağa kalkıp geri çekilmemi sağladı. Başıyla onu takip etmemi belirttiğinde yanımdan geçip yürümeye başladı. Bu durum herkese gösteri yapmadan dışarıda tartışacağımızın işaretiydi.
Üzerimdeki hırkayı bileğimden çekiştirerek avucumda sıktım. Soğuk havaya rağmen montumuzu bile almayacak kadar içimiz sinirle kavrulmuş olmalıydı. Peşinden duyacaklarım için hem isteksiz hem de meraklı şekilde ilerlediğimde arkamdan Gamze’nin geldiğini tahmin edebiliyordum.
  Merdivenleri sinir harbiyle inip bahçeye çıktığımızda en kuytu köşeye geçti. Kalçasını taşa yasladığı gibi önünde durdum.
“Ne duymak istiyorsun?” Bıkkın şekilde kaşını kaldırarak baktı.
“Büyük ihtimalle duymak istemeyeceğim şeyleri.” Aklımda dönüp dolanan düşünceler mırıldanmamı sağladığında Gamze yanıma geçti.
“Ne oluyor burada?” diyerek sonunda bizi sorgulamaya başladı.
“O seninle konuşmadı mı daha?” dedi öfkeli. Yüzümdeki ifade onu memnun etmemiş gibi kaşları çatıldığında kimden bahsettiğini anlamam zaman almadı.
“Hayır. Konuşacağını söyledi ama fırsat olmadı.” Ayağa kalktığında kolundan tutup geri oturmasını sağladım. “Şimdi ne olduysa anlatıyorsun Oktay. Beklemeyi düşünmüyorum.”
Dişlerimin arasından konuşarak sert gözüksem de içimdeki korku boğazımı kemirip durdu. Bütün vücudum karıncalanarak uyuşmamı sağladı.
“Normalde dünkü tavrından sonra umurumda olmazsın ama,” Duraksayıp burnundan soludu. “Lanet olsun ki seni seviyorum ve sana zarar gelsin istemiyorum.” Oktay’ın her kelimesi canımı daha da sıkacak kadar düşüncelerimi tasdiklerken devam etmesini bekledim. “Madem ona ikinci şans vermemi istemedin...” Gitmesine ve Soner’in konuşmasına müsaade etmeyeceğimi vurguladığında pişman olacakmışım hissi de dahil oldu. “Dün yine onu biriyle gördüm Öz. Bu sefer,”
Duraksadığında gözlerimi kıstım. İşte bu beklemediğim bir cümleydi. “Bu sefer ne?”
Sinirden gerilmiş suratıyla başını çevirip önce ağzında küfür geveledi. “Kızı öptü,” diyerek ses tonunu yükseltti.
“Ne? Soner mi?” Gamze bizi izleyerek durumu idrak ettiğinde benden önce tepki verdi.
Beynimde o an çınlayan ses dışından başka bir şey yoktu. Düşünme yetim elimden alınmış ve boş bir alanda sivrisinekler istila etmiş gibiydi.
“Onları gördüğümde sessiz kalamadım. Seni kandırdığı için bunu hak etti.” Oktay devam ederken eliyle yüzünü gösterdi. “Yine de seninle konuşacağını söylediğinde izin verdim. O an yanına geldiğimde benden çok onu dinleyeceğine emindim.”
Benim şok olmuş suratıma rağmen kırgınlığını belirtirken yapabildiğim sadece başımı sallamak oldu. Bir şeyler konuşuyorlardı ama duyabildiğim hiçbir şey yoktu. Görüntü de kaybolmadan önce titrediğinde geriye doğru sendeledim.
“Biraz yalnız kalabilir miyim?”
  Sorum karşısında ikisi birbirine baktı. Oktay ayağa kalkıp kolumu tuttu. “Özüm…”
“Lütfen!” diyerek sözünü böldüğümde başını sallamakla yetindi. Onlar istemeyerek yavaşça yanımdan gidince kalçamı taşa yaslayıp kafamdaki sivrisinekleri öldürmeye başladım.
Oktay’ın söyleyeceklerini korkarak bekleme nedenim, ikisinin kavga ettiklerini düşünmemdi. Yeniden bir kızla onu görüp bundan dolayı bir kavga etmeleri değildi.
Defalarca şok geçirmiş biriydim. Bu sefer de beklenmedik ve beni dağıtan bir gerçek yüzüme çarpılmıştı.
“Önce düşünmeye çalış Özüm. Belki doğru olmayan bir şeyler olabilir. Tek tek olanları düşün.” Tembihleyerek kendime gelmeye çalışırken düşünmeye başladım.
Soner kızı öptü. Bunu es geç. Hem de daha ona bunun hakkında kurduğum cümlelerden sonra beklemeden bir kızla buluşmaya gitti. Bunu da... Geldiğinde elinde kan vardı. Allah kahretsin. Evet, taşlar yerlerine bir bir oturuyordu. Ama inanmamakta bir yanım ısrarcıydı. Beni bu kadar salak birine dönüştürmüş olması normal miydi?
Soner bir kızı öptü.
Dakikalar önce ellerimi ısıtan dudakları başka bir kızın dudaklarının üstündeydi. Bunun gerçekliğine inanıp düşünürken içimde yaşadığım öfkenin ivmesi tavan yaptı. Ellerim yaslandığım taşı kavrarken gözümden bir damla süzüldü. Bu inandığımın göstergesi olmalıydı. Yoksa neden acı çekiyordum ki? Neden dişlerim birbiriyle savaş halinde olsun ki? Neden tenime değen soğuk rüzgâr dumana karışsın ki?
Bana bunu nasıl yapabilmişti? Ne olursa olsun ona inanan bana…
İlker’e inanmadığım da aklımda hiç şüphe yoktu. Beni hiçbir türlü etkileyememişti. Çünkü onun bana oyun oynamadığını inanıyordum. O gözlerindeki değişimin her anına şahit olurken bana yansıttığındaki çıplaklığı görmüştüm. Beni sevdiğini söylediğinde de İlker’e inanmadığım için doğru bir karar verdiğime inanmıştım. Evet, aynı zamanda beni sevdiğini söyledikten sonra bile öpmeye yeltenmemişken başka bir kıza bunu sunmuştu.
Göz yaşlarım hızlandığında elimi kaldırıp sertçe yanaklarımdan kazıdım. Beynim hala düşünmeye devam ederek bana işkenceler eşliğinde acı çektiriyordu.
Oktay’ın söylediği ise… Evet, ona inanmıştım. Bir hafta önce böyle bir sahne olabilirdi. Biz daha birbirimize hissettiklerimizin farkında değilken bunlar yaşanabilirdi. Bu durumu normal kılmak istemesem de ihtimal çok fazla büyüktü.
Ama bugün duyduklarım, ona inanan yanım kadar kuvvetli bir gerçekti. Ve bu gerçek bir kez daha bana yaşatılan en ağır darbeydi.
Ders zili çaldığında güçlü Özüm başını kaldırıp okulun binasına yaşlı gözleriyle baktı. O, içeriye girip arkadaşlarına hiçbir şey olmamış gibi yapmalıydı. Buna hazırdı ama kırgın Özüm bunu istemiyordu. Neler görmüş, yaşamış, hissetmişken bile alıştığını düşünürken sarsılmaya devam ediyordu. O hissettiği tuhaf duygu şimdi bütün organlarıma kelebek uçurtmak yerine yılanlar gezdiriyordu. Her yerimde dolaşarak zehriyle beni harmanlıyordu. Ne mutluyken onu tanımlayabiliyordum ne de mutsuzken.
Neden bedenimde yer edinmişti ki bu illet?
Ne zaman boşluğumu değerlendirip doldurmuştu?
Bana yabancı olması gerekirken her zaman benimleymiş hissini nasıl sağlayabilmişti?
Soner’in cevaplayamadığı sorular yine kendi ile ilgiliyken benim cevaplayamadığım sorular da hep onunla ilgiliydi, onun bana yaşattığı tuhaflığıyla. 
“Kızım, hadi ders zili çaldı duymuyor musun?” Uzaktan seslenen hocayı fark ettiğimde başımı sallayıp onaylayarak gitmesini sağladım.
  Buradan kaçıp gitmeye ihtiyacım vardı. Ama kendimi yalnız bırakırsam düşüncelerimle kaybolacağımı biliyordum. Sınıfa girmek de istemiyordum. Artık rol yapmak bana ağır geliyordu. Özellikle bu gerçeği sadece kendim bilmezken arkadaşlarıma rol kesecek kadar düzenbaz biri değildim. Olmamalıydım.
Bahçe boşaldığında yere çöküp eteğe rağmen başımı bacaklarımın arasına gömdüm. Düşünmekten kaçmam gerekirdi ama ona kucak açacak kadar çaresizdim. Hala ona inanan bir yanım açık aramak için can atıyordu. Bu duyduklarımın gerçeklik payı yüksekken bir nedeni olduğuna inanmak istiyordu. Onu aldatan birine yardım etmek istiyordu. Onu haklı çıkaracak nedenler olmalıydı.
Ama yoktu. Ben ona ne hissettiğimi hiçbir zaman söyleyememişken o bana açılmıştı. Bana, beni sevdiğini söylemişti. Kendim hayaller kurarak buna inanmamıştım. O hissettiklerini diline yansıtmıştı. Buna rağmen ise başka bir kızı öpmüştü.
Soner bunu hep yapar. Her kıza ümit verip sonra birkaç güne arkasını döner.
İlker’in sesi kulağımda çınladığında kafamı iyice bacaklarıma gömdüm. Gerçekten benimle oyun mu oynamıştı? Başka bir kıza da onu sevdiğini mi söylemişti?
Ben ona kimseye söylemediklerimi zorlanmadan, kötü hissetmeden, olması gereken buymuş gibi dökülmüştüm. Ona hikayemi kalbimde huzurla okumuştum. O buna rağmen benimle oyun mu oynamıştı?
Soğuktan kaskatı kesilen bedenim uykuya dalar gibi karanlığa kucak açtı. Ona sarılarak yeni teneffüs zili çalana kadar öylece durdum. Bu hareketlenmemi sağladığında ayağa zar zor kalkıp kalçamı tekrar taşa yasladım. Yüzümdeki yaşlar bile donarak yok olduğundan parmaklarım mermere dokunuyormuş gibiydi.
“Özüm?”
Oktay’ın telaşlı sesini duyduğumda Hazan koşarak yanıma gelip yüzüme dokundu.
“Donmuşsun beyinsiz. Kendini öldürmeye mi çalışıyorsun?” Bağırarak elindeki montumu giydirmeye çalıştığında ses etmedim.
“Kırk dakikadır burada mı kaldın Öz?” Gamze de aynı tepkiyle çıkıştığında Oktay’ın yüzü öfkeyle kavruluyordu. “Oktay yanına gelmek için çıkacaktı ama hoca izin vermedi. Hemen müdürün yanına gidip izin kâğıdı alalım. Karnım ağrıyordu falan dersin.”
Gamze bir koluma girip bana başka bir şeyler sormamak için cümleler kurduğuna emin olduğum şekilde hızlı konuşmaya devam etti. Diğer yanımda Hazan söve söve gelirken Oktay sessizce okula giren taraftı. İkisi de konuşmamaya çalışıyorlardı. Çünkü ağızlarını açtıkları gibi küfürle karışık cümleler duymam bir olacaktı. Bu yüzden yanımda susmayı tercih ettiler. Evet, onları o kadar iyi tanıyordum.
Birini daha, kendisini gerçek anlamda tanımasam da ifadesinden neyi yansıttığını bu denli bildiğimi düşünsem de tanıdığımı savunabilirdim.
                                                                         **
Okul benim için yavaşça ve ıstırap dolu geçip giderken son zille birlikte sınıftan çıktık. Hazan bizi alt katta karşılarken hala sessizdi. Ne zaman patlayacaklarına emin değildim. Muhtemelen bugün olmayacaktı.
“Bunun şimdi burada ne işi var?” Oktay’ın sonunda sesini duyduğumda başımı yerden kaldırıp karşıma baktım.
  Bahçede ilerlerken dış kapıda Soner’i görünce beynimden vurulmuşa döndüm. Sanki saatlerce onu düşünmemişim gibi o da beni fark ettiği gibi göz göze gelince yerimde durdum. Bana attığı mesajı yeni hatırlamış olmam bir yana, durgunlaşmış bünyemi kaynatması saniye almadı.
Oktay yanımdan gidecekken kolundan sertçe tutarak durdurdum. Bana döndüğünde sadece bakmam yeterli oldu. Onu bırakıp ilerlediğimde kalbimin sesiyle adımlarımı attım. Yanına yaklaştıkça kulağımı sağır edecek kadar sesi arttı. Vücudum aynı şekilde onun şiddetiyle titrerken yüzüne bir daha bakmadan yanından geçip gittim. Dönüp bakmasam bile onu arkamdaki arkadaşlarım gibi şaşırttığıma emindim. Hala onun hakkında emin olduğuma dair cümle kurmam fazlasıyla komik olsa da…
“Özüm?” Sesini duyduğumda gözlerimi kapasam da ona tepki vermeden ilerledim. Kapının önü o kadar kalabalıktı ki önümde kim varsa iterek yürümeye çalıştım. Yine sandığımdan daha yavaş hareket edebildim. Kolumdan tutup beni kendine çevirdi. Çatılmış kaşlarıyla gözlerindeki merak eşliğinde karşıladı. Bana o kadar tuhaf geliyordu ki yine anlatamadığım kadar saçma bir durumdu.
Geri çekilerek kolumdaki elini düşmesini sağladım. “Benimle konuşmanı istemiyorum.” Dişlerimin arasından tıslayarak konuştum.
Sesim öyle yabancı geldi ki kulağıma, ağladığımdan beri ilk defa konuşmuştum. Uzak ve soğuktu. Afallamasını sağladığım gibi nedenini anlamıştı. Dönmeme izin vermeden tekrar kolumdan tutup kendine doğru çekti.
“Anlatmama izin ver,” dedi. Gözleri o kadar çaresiz bakıyordu ki neredeyse onu böyle ilk defa gördüğümü söyleyebilirdim. Hatta onu terslememden korkuyormuş gibi bir hali vardı. Gerçekten hayal dünyasında mı yaşıyordum? Yoksa bunları uyduracak kadar kafayı mı yemiştim?
“İstemiyorum,” diyerek yeniden geri çekildim. Salak olmaya yemin etmiş bir yanımın içi sızlarken karnıma yumruk atmak istedim.
Tam konuşacağı sırada Oktay araya girerek bileğimden tuttu. “Ona daha fazla yaklaşma,” diye hırladı.
Hazan da yanıma gelerek her an Soner’in üstüne atlayacakmış gibi baktı. Soner’in gözü ise önce bileğimdeki ele bakarken karardı. Sonra o gözler ateşle buluşarak Oktay’ı buldu.
“Diğer kaşını da patlatmamı istemiyorsan Özüm’den uzaklaş,” diyerek tehdit etti.
Yumruk olan eline gözüm kayarken kabuklaşmış yara izlerine kusmak istercesine baktım. Oktay ona doğru hareket edecekken göğsüne elimi koyarak engelledim. Bu durmasını sağladığında önüme döndüm.
“Asıl uzaklaşması gereken kişi sensin.” Tiksinerek cümlelere bastırdım. “Sadece benden değil arkadaşlarımdan da uzak dur.”
Öfkeli gözleri anca beni bulduğunda şaşkın ve kırılmış gibiydi. Oysa gözlerimin önünde hala arkadaşımı tehdit edecek kadar kafayı yemiş biriydi. Hem de kendi yaptığı yüzünden…
“Açıklamama müsaade et.” O da kelimeleri bastırarak kendini savunduğunda başımı hayır anlamında salladım.
“Daha dün sana böyle bir şey duyarsam konuşmana fırsat vermeyeceğimi söylemiştim.” Duraksayıp kinayeli gülümsedim. “Ah, doğru aklın o an gitmeyi düşündüğün kız da olduğundan duymamış olabilirsin.”
Yüzümdeki ifade ondan yeterince tiksindiğimi belli etmiş olmalı ki sarsılmasını sağladım. “Sadece beni dinle. Sonra…”
“Bana duyduklarımın yalan olduğunu söyleyebilir misin?” diye sorduğumda sözünü kestim. Oktay’a döndüm. “Ya da Oktay’ın kaşını patlatmadığını,” önüne yaklaşıp elini kaldırdım. “Ya da elini bu hale bana bir saat işim var dediğin zaman diliminde yapmadığını,” Sertçe elini bırakıp yüzüne yaklaştım. Dudaklarına gözlerim titreyerek bakarken dişlerimi sıkarak gözlerinin içine çevirdim. “Ya da başka bir kızı öpmediğini söyleyebilir misin?”
Zorlandığını hissedebiliyordum. Göz bebekleri büyürken çaresiz olduğu çok belliydi. Yine maskelerinden sıyrılmıştı. Bunu sadece bana değil herkesin göreceği şekilde yapmıştı. Konuşmadığında ben cevabımı alarak geri çekildim.
“O zaman beni daha fazla küçük düşürmene müsaade etmiyorum.” Başımı sallayarak gerilediğimde etrafta bizi izleyenlerin farkındaydım. Bunlardan birinin bile benim varlığımı bilerek onunla bir ilişki yaşamış olduğunu düşünmek rezil hissetmeme yeterdi. Onların rezilliğinde kendimden tiksinecek kadar zayıf haldeydim. Arkamı dönüp koşar adım oradan uzaklaştım.
Metroya doğru ilerlerken arkamdan gelen arkadaşlarıma döndüm. “Direk eve gideceğime söz veriyorum. Sadece yalnız olmama izin verin,” dedim.
Ağlamamak için zor tuttuğum göz yaşlarım direnirken başlarını sallamakla yetindiler. Bu durum da Hazan onunla bile konuşmayacağımı bildiğinden yaklaşıp yanağımdan öptü.
“Sakinleşince ara beni,” diyerek tembihledi. Gözlerinde acıma hissi görmemek beni rahatlatmıştı. Bundan nefret ettiğimi en çok o biliyordu.
“Evet,” diyerek Gamze onayladı. “Beni de ara ya da mesaj at.”
Oktay bir şey demese bile otomatikman gözüm kaşına kaydı. Dün benim için kavga etmesine rağmen hiçbir şey demediğimi fark ettim. Ne demeliydim ki? Teşekkür mü etmeliydim? Sanırım Soner’in pişkin bir şekilde diğer kaşı için tehdidinden sonra özür dileyebilirdim. Tam ağzımı bunu söylemek için açmıştım ki yaklaşıp alnımdan öptü. En son Soner’in dudağının izinin kaldığı yeri sızlatırken uzaklaştı.
“Bir şey deme. Dikkatli ol sadece,” dedi.
Bu kendimi zor tuttuğum halde gözlerimin dolmasına yeterken dudağımı ısırarak arkamı onlara döndüm. Alnımdaki Soner’in izini yok etmek isterken sızlamaya devam etti. Koşar adım metroya ilerledim. Bugün kafeye gidip çalışmam gerekirken eve gitmek için ayaklarım hızlandı. O anda ağacıma sığınmam gerekiyordu. Onu bir kez daha acımla sarmalayarak tutunmam lazımdı.
Dişlerimi sıkarak arada kaçan damlalara rağmen direnmeye devam ettim. Metro da en az okuldaki zaman gibi yavaş geçip giderken indiğim gibi yine koşar adım ilerledim. Zaman bana düşmandı ve onunla savaşırken fazla ısrarcıydım. Evin önüne ilerlediğimde çantamı direk soluma alıp elimi içine attım. Anahtarı bulmak için çırpınırken yürümeyi ihmal etmedim. Dış kapıyı açık olması ümidiyle ittirirken yaşlı komşularım beni yine şaşırtmadı.
Kapıyı sertçe ittirip içeriye girdiğim gibi koridora döndüm. Bahçeye çıkıp tam huzuru içime çekecekken arkamdan birinin geldiğini fark edip dönmemle Soner’in kolumdan çekip beni ağaca yaslaması bir oldu. Bağıracağım sırada eliyle ağzımı kapadı. 
“Bırak her şeyi anlatayım. Sonra bana istediğini yapabilirsin.” Elini indirmek için çırpınırken direneceğimi fark ettiğinde konuşmaya devam etti. “Sana benim gerçeklerimden birini söyleyeceğim.”
Bu durmamı sağladığında aynı zamanda ufak bir an şaşırdım. Bana kendine dair bir şey söyleyecekti. Bu beklenmedikti. Evet, beni beklettiği sorulardan birinin cevabını duymak beklenmedikti. Bugün beni o kadar umutsuz biri yapmıştı.
Eli yavaşça düşerken duraksamama rağmen kendimden emin şekilde göğsünden ittim. “Senin hakkında hiçbir şey duymak istemiyorum,” diyerek sesimi yükselttim.
Artık benim fanusumdaydık. İnsanların bizi meraklı gözlerle izlemediği, kimsenin sesimizi duymadığı, hissettiklerimi yaşayabileceğim bir alandaydık. En sevdiğim ve sığındığım yerdeydim. Bu an ise beni fazlasıyla rahatsız ediyordu.
Yüzüne tiksinerek bakarken yanından geçmek için ilerledim. “Peşimde adamlar var,” diyerek beni durdurdu.
Ayaklarıma dinlememesi gerektiğini ve eve gidip onu duymamam gerektiğini emretsem de yine beni dinlemedi. Onun sözleri hem içime korku yerleştirdi hem de meraklandırdı.
“Neredeyse her zaman üstüme çökmek için arkamdalar.” Ben susup bekledikçe konuşmaya devam etti. “Bu yüzden seni bilmemeleri lazım,” dedi.
Başımı ona doğru çevirdiğimde yüzündeki ifade fazlasıyla ciddi ve gerçekçi duruyordu.
“Yağmurda bizi kovalayan adamlar…” Soru sorar gibi yönelttiğimde başını evet anlamında salladı. Demek o gün ona sorduğumda ‘tefeciler’ diyerek dalgaya aldığını sandığım bana sunduğu gerçeklerden biriymiş. “Dertleri ne seninle?”
  “Para.” Netti. “Borçlarını ödeyemediğimizden peşimizi bırakmadılar. Bazen işlerini yaparak kapatmaya çalışıyorum. Yapmak istemediğim de ise enseme çöküyorlar. Bana tamamen ulaşmak için de açık arayıp duruyorlar.” Fazlasıyla samimi gelen açıklamaları beni afallatırken ona inanmamı sağladı. Yine de öfkeli yanım kulağımda bağırarak kendini savunmamı istiyordu.
“Bu dediğine inanmış olsam bile bunun başka kızı öpmenle ne alakası olabilir?” dedim ona direnmeye devam ederek.
“Bana zarar vermek için ensemde geziyorlar ki açık arayıp duruyorlar Özüm. Sevdiğim kızı öğrenirlerse boş durmazlar demek bu.” Önüme geçip gözlerime baktığında ruhumun çekildiğini hissettim. Sevdiğim kız diyerek içimi titretirken o tuhaf duyguyu tekrardan kelebeğe çevirmeyi başardı. “Bu yüzden onların gözünde kızlarla sadece eğlenen bir tip olmaya devam etmek zorunda kaldım.”
“Saçmalık,” diye tersledim onu. Sihrinden sıyrılmak için başımı salladım. “Seni bilmemeleri lazım dedin. O yüzden mi dışarıda benimle rahat gezdin?” dediğimde duraksadım. Sorduğum gibi cevabı beynimde şekillendi. “Saklamadın, beni de onlar gibi gösterdin,” diyerek neredeyse sesim içime kaçacak şekilde fısıldadım.
“Sana anlatamadığımdan başlarda kaçtım. O yüzden okula giderken ya da dönerken senin gitmeni bekledim. Senden uzak olmaya çabaladım ama zamanla bunu başaramadım. Dün de,” duraksayıp bir kelimeyle yüzümde oluşan tepkiye baktı, “o an onları gördüm. Sana yakın olmamın telafisini yapmam lazımdı.”
Kendisi de kurduğu cümleden yeterince tiksinmiş gibiydi. Bu hali ona inanmak isteyen yanımı memnun ederken ona öfkeli yanım daha baskın geldi.
“Madem öyle neden Oktay’la kavga ettin?” diye sordum.
“Çapkın imajı için onu kullanmak zorunda kaldım. Seyirciler için iyi gösteriydi,” dedi umursamayarak. Oktay onlar öpüşürken saldırırsa bu kızı savunduğunu gösterirdi. Doğru.
Ona hayretle baktım. “O yüzden mi bugünde gösterine devam edecektin?” diye diklendim.
Yüzü gerilirken daha da yakınlaştı. “Bak dün arkadaşını koruması takdir edilir bir davranıştı. Üzerime yürümesine rağmen ona vurmak da istemezdim. Elimin bu hale gelme sebebi ona şiddetli vurmam değil, buna emin olabilirsin.” Gözlerime ona inanmam için yalvarırmış gibi bakması bile beni sarsarken bir anda nefrete büründü. “Ama bugün,” sinirlenirken gözleri yine bana üç boyutlu sergilediğinde başını çevirip burnundan soludu, “haddini aştı. Beni senden uzaklaştırmaya çalışamaz.”
Öfkeye bürünmüş sözleri fazlasıyla netti. Bu yine beynimde çatışma yaratırken ben tekrardan öfkeli tarafı seçtim. Sonradan pişman olmayacağım tek yanımdı.
“Asıl ben kendimi senden uzaklaştırmaya çalışırken haddini aşan kimdi?” Hiddetle çıkıştığımda yutkunmasını sağladım. Pekâlâ, bu fazla ağırdı. Kabul ediyorum. Aynı zamanda fazlasıyla hak ettiği bir tepkiydi. Bunun bilincinde olduğu gözlerini kaçırmasından belliydi. Afallamasını fırsat bilip gidecekken önümü kesti.
“Yapma Özüm,” dedi çaresiz sesiyle.
“Ne yapma?” diye çıkıştım.
“Böyle gitme.”
Aşağılayıcı şekilde gülümsedim. “Başka ne yapmamı istersin? Sarılıyım mı? Seyircilere malzeme çıkar.”
Eliyle yüzünü sıvazlarken sabır diler gibiydi. “Sadece anlamaya çalış,” dedi.
“Haklısın.” Ufak bir nefes verdim. “Peşinde olan adamlar yüzünden kızlarla samimi olmanı nasıl anlayamam?” Dalga geçerek konuşmama göz devirerek tepki verdi. “Müsaadenle, bunu kabul ederek yaşamaya devam etmeliyim.”
Ellerimi açarak ciddileştiğimde çantasını yere fırlattı. “Korktum!” diyerek haykırdı. Yerimde sekmemi sağlarken ellerini açtı. “Sana bir şey olacak diye korktum, anla!”
Bağırmaya devam ederken kollarımdan tuttu. Alnını alnıma değdirecek kadar mesafeyi daralttığında nefes almam daha da zorlaştı. Kulağım uğuldarken kelimeleri ağzını okuyarak anlamaya çalıştım. Ondan iğrenmek için çabalamamı sağlayan dudaklarına iştahla bakıyor olmak kahredici bir durumdu. Nefesi yavaşça yüzümü okşarken ona dokunmak için can atıyordu. Bu işte bir terslik vardı ve öfkeli yanım bundan hiç memnun değildi.
“Haklısın, seni saklayamadım. Benim yüzümden sana zarar vermelerinden korktum ve saçmaladım. Ama ne olur böyle gitme, sadece anla.” 
Daha da yakınlaşırken yine kendisi milim kala durarak buna son verdi. Yüzümü avuçlayan elleriyle başını hafifçe uzaklaştırıp onun bana yaşattıkları yüzünden titreyen gözlerime baktı.
“Hala bu yüzden mi benden uzaklaşıyorsun?” dedim boş sesimle.
“Bunun başka bir nedeni var. O…”
“Onu öğrenmek için daha beklemem lazım, değil mi?” diyerek kaşımı kaldırdım. Başını evet anlamında salladığın da tahminlerim yine beni yanıltmadı.
“O sadece benim yüzümden olan bir şey değil.” Cümlesine devam ettiğinde beklemediğim bir şey duymamı sağladı. Sorgulayacağım sırada engel oldu. “Evet, onun için beklemen gerekiyor,” diyerek lafı ağzıma tıkadı.
“Ya artık beklemek istemiyorsam?” diye inatlaşmaya başladım.
Bir an da ruh hali değişti ve hınzırca gülümsedi. “Yani beni öpmek mi istiyorsun?”
Kaşlarımı çattığımda yaklaşıp arasından öptü. En son yok etmek istediğim izine bir yenisini ekledi.
“Buna izin verdiğimi sanmıyorum,” dediğimde sırıtarak ellerinin üzerini örtüğüm ellerimi gözleriyle gösterdi. Fark etmeden ona yeniden sığındığımı belirtirken sanki az önce her şeye rağmen dudaklarımı öpmesine izin vermeyecekmiş gibi sızlanmama bütün hücrelerim isyan etti. Tam anlamıyla salaktım. “Korunma iç güdüsüyle tuttum,” dedim aceleyle.
Ellerimi hızla indirip arkamda bağlarken heyecana karışan bünyem bir yeni rezilliği daha sağladı. Dudağının kenarı yukarı doğru kaydığında içten şekilde güldü. Afallamamı sağlarken yüzünün her santimi beni ona doğru çekti. Ellerini boynuma indirirken gözleri yüzümde gezindi. Zaman yine yavaşlamayı tercih etmişti. Bu sefer ise ona savaş açmayacağıma emindim.
  Baş parmağıyla yanağımı severken yüzüme hasret çeker gibi baktı. Direniyordu. Bunu daha önceki uzaklaşmasında da fark etmiştim. Nedenini bilmediğim şekilde fazla direniyordu. Gözlerim yeniden dudaklarına kaydığında hızlanan nefeslerimizin bir nedeni olmalıydı. Az önce burada onu öylece bırakıp terk etmek isteyen yanım ise direnmeyi çoktan bırakmış kabuğuna çekilmişti.
Uzanıp onun yarım bıraktığı işi devraldığımda dudağından öptüm. Bir anlık gafletimle hafifçe geri çekildiğimde şaşkın gözlerimiz karşılaştı. Bu his… çok yoğundu. Dudaklarına baktıkça daha fazlasına muhtaç hissetim. Başını hayır anlamında salladı.
“Buna pişman olabilirsin,” diyerek fısıldadı. Geri çekilmeye çalışsa da kendine engel olmada eskisi gibi başarılı değildi. Neden pişman olmam gerektiğini algılayamayacak kadar zihnim kapalıydı.
  Gözlerimden aldığı onayla bu sefer o yaklaşıp daha güçlü şekilde dudaklarını dudaklarımla buluşturdu. Benim ufak dokunuşum daha tutkulu öpüşmeye dönüştürdüğünde belimden kavrayarak ona yaslanmamı sağladı. Her şekilde onun varlığını hissederken titreyen ellerimi kollarını tutarak dizginledim.
Kalbim onda hissettiklerimle hep hızlı atmayı tercih etmişti. Beni ani korkutmaları, ilk andan beri benimle dalga geçmesi, onunla şakalaşırken temasları, beni deli gibi öfkelendirmesi, bana yolladığı kağıtlarda; ona sığınırken, ona bakarken, onun gülüşünde kaybolurken, her anımız da… kalbim her zaman ona tepkiliydi. Bu belki benim için uyarıydı. Ondan uzaklaşarak kalbimi kızdırmayabilirdim. Öfkeli olmalı ki böyle delicesine bağırıyordu. Beni buradan kurtar, der gibiydi. Ağzımdan çıkmak için sağlam adım sesleriyle her tarafa çarpa çırpa tırmanır gibiydi. Kulaklarımı sağır ederek, nefes almama müsaade etmeyerek benim vücudumda barınmamak için çabalıyordu.
En azından bugüne kadar ben onu tuhaf olarak tanımlarken hakkını veriyordu. Vermeye de devam ediyordu. O anda ise onun bana her dokunuşunda başını okşayarak sakinleşmesini sağlıyor gibiydi. Nefesi ciğerime dolup ona hayat veriyor gibiydi. Kaçmak isterken hapsolmaya razı gibiydi. Kısaca hala tuhaf gibiydi.
Pencere kapanma sesi geldiğinde irkilerek onda uzaklaştım. Kafamı kaldırıp yaprağı dökülmüş kalın dalların arasından hangi camın örtündüğüne baktım.
“Yakalandık mı?” Soner’in kıkırdaması eşliğinde nefesini boynumda hissettiğimde gülümsedim.
“Muhtemelen üst kattaki Ayten teyzedir. Gözlerinde astigmat ve miyopluk olduğundan bizi dal olarak görmüş olabilir.” 
Nefes nefese kalarak konuşmam bile utanmamı sağladı. Havanın da kış ayına girmeye yakın olduğumuzdan ötürü erken kararmaya başlaması işime gelmiş olabilirdi. Gün batımı eşliğinde kızarmak isteyeceğim en son şeydi. Ben ona bunu düşünerek yavaşça döndüğümde Soner kaşları çatarak yukarı bakmaya devam etti.
“Senin camın açık değil miydi?” diye sordu.
“Ben eve gelene kadar hava soğuk olmasına rağmen oda hava alsın diye babaannem hep açık bırakır.” Yine bunun tuhaflığını sorgular diye açıklamaya girişirken kafamı kaldırıp baktığımda pencere kapalıydı. “Ama bugün unutmuş,” diye mırıldandım. “Hatta okuldan sonra aramayı da unuttular.”
Telefonu montumdan çıkarıp tekrardan kontrol ettiğimde içime huzursuzluk düştü. Bir anda telefonda Ortak yazısını görünce iç çektim.
“Ay ben Kemal abiye haber vermeyi unuttum,” diye Soner’e sızlanarak telefonu açtım. “Eve bir şey almak için geldim. Haber vermediğim için özür dilerim. On beş dakikaya oradayım ortak. Görüşürüz.”
Hızlıca açıklama yapıp konuşmasına müsaade etmediğimde karşıdan gelen kahkaha eşliğinde telefonu kapayacakken, “Dur!” diye bağırdı. Telefonu geri kulağıma yaklaştırdığımda benim gibi alelacele konuştu. “Bugün kafeyi kapamak zorunda kaldım. Sana geç haber verdiğim için ben de üzülüyordum. Meğerse daha gitmemişsin.” Tekrar özür dileyecekken duraksadığı gibi devam etti. “Sorun değil ortak. Bana da bir şey olmadı merak etme. Babam rahatsızlandı onun yanındayım.”
“Geçmiş olsun Kemal abi.” Samimi hislerle onun adına üzülmüştüm. “Kafeyi sen merak etme. Ben Soner’e haber veririm. İkimiz hallederiz.”
Göz kırptığımda bu halime gülümseyerek başımdan öptü. Ruh halimi tepe taklak etmeye fazlasıyla istekliydi. Kulu köpeği olan kalbimde buna dünden razı dilini uzatarak sahibinin okşamasına müsaade ediyordu.
“Halledebileceğinizden eminim ama dükkânı kapadım artık. Anahtarınız bile yok. Hasan amcanıza vermeyi de unuttum.” Hayıflanarak söylendi. Karşımızdaki çikolata dükkanının sahibi Hasan amcaya genelde acil işi çıktığında anahtarı bırakırdı. Başka yedek anahtarda mevcut olmadığından yüzümü astım. “Artık yarın görüşürüz ortak. Bugün izinlisin.”
Bu habere normal bir personel sevinmesi gerekirken ben üzülmüştüm. Adrenalin doruklarını yaşadıktan sonra eve gidip bu anı düşünmek pek de ruh sağlığımı iyi yönde etkileyecek gibi değildi. Yorgunlukla eve gelip akşam başımı yastığa dayadığımda düşünmeyi tercih edebilirdim. Özellikle karşımda duyduğu habere sırıtan bir Soner ifadesinin altındakileri düşündükçe sahte tebessüm ettim.
“Vedat amcaya geçmiş olsun dileklerimi iletirsin Kemal abi. Kendine iyi bak,” diyerek bir merasim eşliğinde telefonu kapadım.
“Demek bugün izinlisin.” Bastırarak söylediği kelimeyle kaşlarımı kaldırdım.
“Bu ne anlama gelmeli?” dediğimde belimde tutarak yeniden kendine çekti.
Yüzüme yaklaşarak oksijeni benden sağlıyormuş gibi derin nefes aldı. “Birlikte zaman geçirebiliriz demek olabilir.”
“Neden olmasın,” diyerek onu onayladığım yüzündeki gülümseme büyüdü. “Ama önce eve gerçekten uğramam lazım. Sonra dışarı çıkarız.” Zoraki gülümsemeyle ondan uzaklaştığımda başını salladı. Yüzümü ısıttığını düşünürken burnuma bıraktığı öpücükle donmuş yerim uyuştu.
“Ya da hep evde kalabiliriz,” diye seçenek sunduğunda gözlerimi kıstım.
“Neden olmasın?” diyerek yinelediğimde ondan iyice uzaklaştım. “Sen dedemle tavla atarken babaannemle sizi izleriz.”
Önerim onu memnun etmese de gülümsemeye devam etti. “Camını açık bırak Üzüm Hanım,” diyerek kaleye almadı.
“Düşünmem lazım Gazanfer Bey. Havalar soğudu malum.” Geriye doğru adım atarken dalga geçmeye devam ettim.
“Ben seni ısıtırım merak etme,” dediğinde ayaklarım birbirine dolanarak az kalsın düşmemi sağlıyordu. Buna gülmesini ve dalga geçmesini beklerken yüzü bir anda ciddileşti. “Aslında burada konuşmaya devam etsek daha iyi olur.”
  Yüzündeki ifade donuk ama çok şey anlatır gibiydi. Artık beklenen cevapları duyacağımı düşmemi sağladı. Hiçbir şey demeden başımı sallayarak onu onayladım. Evdekileri kontrol edip hızlıca dışarı çıkmak için arkamı dönüp koridorda ilerledim. Kalbim yine kendini hatırlatacak formdaydı. Uzaklaştıkça isyan etmeye başlamıştı. Burada durup o anları düşünmek yerine hızla eve çıkmam gerekirdi. Her saniye onu düşündüğümü sanmasını sağlayacak kadar değerliydi ve ben onun eline böyle bir koz veremezdim.
Yüzümde kocaman gülümsemeyle merdiveni koşarak çıktım. Kapıyı tıklatmak yerine elimi çantamın içine atıp anahtarı direk buldum. Yolda gelirken harcadığım çabanın çeyreği değildi. Bugün şanslı günümde olmalıydım.
Kapıyı açıp içeriye seslendim. “Ben geldim,” dediğimde babaannemin koşturarak gelmesini beklerken botlarımı çıkardım.
İçeriye geçtiğimde onu daha yanımda görmemek beklenmeyendi. Muhtemelen tuvaletteydi. Dedem de kahvehanede diye düşünerek botlarımı ayakkabılığa koyup önce odama ilerledim.
“Güz’i ben geldim,” bağırmaya devam ederek varlığımı belli ettim. Duymadıysa eğer tuvaletten çıktığında beni gördüğü gibi korkmasının etkisiyle yüzünün beyazlaması bir olurdu. Odamın kapısını açtığım gibi her yeri dağınık gördüğümde gözlerim büyüdü. Hazan gerçekten dağınık biriydi. Okula yetişme acelesiyle etrafa da önem vermediğimizden en son odada onu bırakıp banyoya gittiğim sırada bütün eşyaları ortalığa sermiş, yatak ise yorgandan bağımsızlığını ilan etmişti. Yer de olan kitaplarda bu sayede etrafa yayılmış olmalıydı. Bu dağınıklığın başka açıklaması olamazdı.
Bir dakikalık analizimden sonra zar zor pencereye ulaşıp camı açtım. Tam Soner’i görmek için eğilecekken arkamdan gelen takırtı sesiyle gülümseyerek döndüm. Karşımda babaannemi beklerken açık kapının önünde İlker beni gülümseyerek karşıladı.

***************************************

Yeni bölüm 17.01.2021 saat 17.00'da.

Saklı ParçamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin