'2

248 57 46
                                    

Ağır geldi. Dönmüş olma ihtimali bile çok ağır geldi. Öylece duvarı seyrettim, dakikalar sürdü belki. Neredeyse belleğimden silinmek üzere olan güzel yüzü düşüverdi aklıma. Yutkunamadım.

Daha birkaç sene öncesine kadar geri gelmesini bu kadar çok isterken, şimdi ne olmuştu? İsteğim yerine gelmişti işte, dönmüştü. Çocukluğum, benim can sızım geri gelmişti. Neden şimdi böyle hissediyordum?

Bir zamanlar hangi sokağından geçsem anılarımızın aklıma geldiği şehre geri dönmüştü.

Hayır, dönmemeliydi.
Dönmemeliydi.

Hayatımı yoluma koyduğum sene dönmemeliydi. Onu aştığım, anılarımızı aştığım sene dönmemeliydi.

Hiç dönmemeliydi.

Anılarımız düştü aklıma teker teker. Nasıl tanıştığımız, lise ve üniversite zamanlarımız, evleneceğimiz gün, evimiz, evcil hayvanımız. Hepsi teker teker canlandı zihnimin bir köşesinde.

Sonra beni terk ettiği gün geldi gözümün önüne.

Nefes alamadım. Öyle bir yumru oluştu ki boğazımda, yutkunamadım. Boğuluyormuş gibi hissettim, derin nefesler almaya çalıştım. Yapamadım.

Eskiden olduğu gibi, tekrar anılarımızda boğuldum. Sonra istemim dışı gelişti her şey. Saçlarımı çekiştirmeye başladım. Ellerimi sıktım. Öyle bir sıktım ki, kanla süslendi ellerim.

Gözyaşlarımdan göremedim önümü. Kalkmak istedim, kalkamadım. Bulamadım o gücü kendimde. Zor geldi, çok zor geldi.

Ne zamandır böyle ağlıyorum bihaberdim. Gelemedim kendime. Saatler geçti, belki de dakikalar ama kalkamadım yerimden.

Sonra zorda olsa sesler duydum, fısıltı gibi. Kapı kapanma sesi, bir şeyler yere düştü sanki. Dönüp bakamadım.

Kendine çekti biri beni, sarıldı sıkıca. Okşadı saçımı, tuttu kanlı ellerimi. ismimi sayıklıyordu, bir şeyler söylüyordu lakin anlamadım. Anlayamadım. Korkusunu hissettim, korkuyordu.

"Çiçeğim, duy beni. Hadi ne olursun, duy beni. Buradayım ben, yamacımdasın." Tepki veremedim, duyuyorum seni diyemedim. Zor geldi.

"Sadece bizi düşün, geçirdiğimiz güzel günleri düşün. Jeongguk yalvarırım kendine gel hadi. Lütfen çiçeğim, lütfen." Derin nefesler almaya çalıştım, başardım. Kaldırdım kafamı, anında gözleri ilişti gözlerime. Ağlıyordu Minghao'da.

"Jeongguk." Fısıldadı. Tekrar tekrar fısıldadı ismimi. Ninni gibi geldi. Tebessüm ettim, saçıma küçük öpücükler kondurdu.

"Minghao." İsmini söyledim, duyması imkansız gibi geldi lakin duydu beni. Daha da sıkı sarıldı kolları bu defa. Ellerimi dizlerimden kaldırıp boynuna sardım. Sımsıkı sardım hem de.

Bir şey demedi, sustu. Sayısız öpücükler konduruyordu saçlarıma. Sesimi çıkarmadım. Sarıldım sadece, iyi geldi. Çok iyi geldi.

Dakikalar geçti, kımıldamadık. Konuşmadık. Sustuk ve sarıldık. Kendime geldim, gerçekler düştü aklıma, geldim kendime. Dehşete düştüm âdeta.

Geri çekildim yavaşça. Gözlerime baktı, sonra ellerime. Ağlamamaya çalıştı. Kendime geldiğimi anladı, karşımda ağlamamaya çalıştı.

Ellerimi sakladım, gözleri gözlerime değdi tekrar. Parlayan gözlerimden kendimi gördüm, mahvolmuşum. Yine paramparça olmuşum. Yumdum gözlerimi, dayanamadım.

Yutkunmaya çalıştım, zor oldu. "Geldi o." dedim, bir anda. "Geldi o." tekrarladım. Derin nefesler aldım. Sonra gözlerine baktım. Bir şey söylemek ister gibi bakıyor lakin konuşmuyor, susuyor öylece.

"Ellerin, ellerine bakalım." dedi. Demek istediği bu değildi. Konuyu değiştirmeye çalıştı. Karşı çıkmadım. Kalktı ayağa, sonra beni kaldırdı. Ayaklarım beni taşıyamıyor gibi hissettim. Burada olduğunu fark etmedigim Jaehyun kucakladı beni. Bakmadı yüzüme, değmedi gözleri gözlerime.

Nazikçe bıraktı koltuğa. Sonra arkasını döndü, cama ilerledi. Hassastı. Belli etmesede bizim için en çok endişelenen kişiydi. Onları bu denli üzdüğüm ve meraklandırdığım için kızdım kendime.

Kafamı öne eğip dizlerimi çektim kendime. Ağlamak istemedim ama ağladım, tutamadım gözyaşlarımı. Hak etmiyordum onları.

Yamacıma oturdu. Kollarını sımsıkı bedenime sardı. Jaehyun sanki yarınımız yokmuşcasına sımsıkı sarılıyordu. Utandım kendimden, böyle olduğumdan.

Sonra gözlerime baktı, ellerimi tuttu. "Jeongguk, ben hep yanındayım senin tamam mı? Bir daha böyle olmana izin vermeyeceğim. Söz veriyorum, üzülmene, kırılmana izin vermeyeceğim." Sustum. Bu cümleleri hak etmediğimi düşündüm. Yine de tebessüm ettim. "Biliyorum ve müteşekkirim Jaehyun. Hem sana hem de Minghao'ya. Gerçekten."

"Tutma ellerini benim çiçeğimin, canı acımasın daha fazla." Kapıdan girerken söylendi Minghao. Gülümsedik, geldi oturdu karşıma. Sonra kimse konuşmadı. Jaehyun yanı başımda otururken, Minghao ellerime pansuman yapıyordu. Canımın acıdığını yeni yeni hissediyordum. Yüzümü buruşturdum, gözünden kaçmadı. "Özür dilerim." diyerek öpücükler kondurdu elime. "Geçti ki hemen." dedim. Gülümsedi.

Pansumanı bitirdikten sonra tekrar küçük buseler bıraktı ellerime. Ağlamamak için zor tuttum kendimi. Dakikalar geçti, oturduk öylece. Ne diyeceklerini bilmiyor gibi etrafa bakıp duruyorlardı. Dayanamadım bu sessizliğe.

"Nerede gördünüz onu?" dedim. İkisinin gözleri anında beni buldu. Derin nefesler almaya çalıştım. "Sizin her zaman birlikte gittiğiniz parkta."

"Park mı? Ne yapıyordu ki o parkta, tek başına?" diye soruverdim. "Yani tek başınaydı değil mi? Oraya başkasıyla gitmeyi sevmezdi." Canlandı aklımda o parkta ki anılarımız. Oraya gidince içimizde ki çocuğun nasıl canlandığı geldi aklıma. Yutkunamadım.

"Jeongguk." dedi Jaehyun. Sesi çatladı. Gözlerim gözlerine ilişti, anında çekti gözlerini. Yutkunmaya çalıştı sessizce. "Yalnız değildi." dedi. Kalakaldım. Söz vermişti oysa ki, oraya bir tek benimle gideceğine. Bir kez daha yanıldım, yakındım.

"Kim vardı yanında?" Cevap vermediler bir süre, tekrarladım. "Kim vardı yanında?" Sesim çatladı, umursamadım. "Bir çocuğu salıncakta sallıyordu ve kucağında da bir bebek vardı." dedi Minghao. "Çocuk mu?" Kafasını salladı sonra gözlerini dışarıya çevirdi. Bakmadı gözlerime.

Binbir türlü senorya geçti aklımdan. Evlenip, çocuk sahibi mi olmuştu? Hayır, hayır kendi çocukları değildir. "Ablasının çocuklarıdır belki, değil mi?" Sorum yanıtsız kaldı. Kötüyü düşünmek istemedim.

Taehyung, baba olmamıştır. Başka birinden çocuğu olmamıştır. Her ne kadar terk etse de, bana bunu yapmamıştır. Yapmamıştır.

ıhlamur çiçeğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin