Gecenin eşsiz büyüsü, o iki insanın kalbinden ebedi bir sarhoşluğun fitilini ateşlemiş gibi tüm bedenlerine süratle yayılıyordu. Fatin, bir fırsat olarak gördüğü bu gezide uzun bir vakittir yolunu gözlediği huzurun elinden tutmuş, Müzeyyen ise geçmiş bir hikayenin yeniden su yüzüne çıkmasından kaynaklı içindeki fırtınaları bastırmaya çalışırken yeni bir tutkuya kapı aralamanın heyecanını ve endişesini yaşıyordu.Bütün gece 'ha aradı, ha arayacak' diye evin içerisinde dört dönen Leyla son kez şansını deneyerek tekrar resepsiyonu aradı. Ancak aldığı cevap değişmemiş bu kez kendisi de ısrarından vazgeçmişti. Fatin otelin kapısından girer girmez kendisini karşılayanlardan Leyla'nın haberini almış akabinde de yarattığı ihmalin verdiği endişeyle eşine karşı mahcup bir halde odasına çıkmıştı. Ağır adımlarla odaya girip ceketini askıya öylece bırakıverirken cebinden siyah kadife mendili çıkardı.
Bu, Müzeyyen'in arabadan inerken kucağında unutup düşürdüğü ve Fatin'in bu durumu fark etmesine rağmen Müzeyyen'e vermeyerek elinde sıkıca sakladığı kadife parçasından başkası değildi. Bunu, belki de o an 'tekrar görüşebilmek için bir fırsat' veyahutta 'ondan bir anı' olarak görüp ani bir hareketle, kendi çapında tasarrufta bulunarak hemen düştüğü yerden almıştı.Elinde tuttuğu mendili havaya kaldırarak bir sağa bir de sola çeviriyor, pencereden odaya sızan ay ışığının kendisini hayallere daldıran kadife parçasının içinden geçişini hayranlıkla seyrediyordu. Aklında ne yarınki görüşmeleri ne birkaç gün sonra Türkiye'ye dönecek olması ne de eşi Leyla ile kardeşi İnci vardı. Üstelik bir dargın bir barışık geçindiği Muzaffer'i de unutmuştu o an. Gözlerini kapattığında karşısında beliren tek silüet Vakur Primadonna'sıydı. Uzun zamandır yediği en lezzetli yemek, içtiği en tatlı içki ve geçirdiği en güzel vakit Müzeyyen ile olan anlarıydı. İçinde bulunduğu duygusal karmaşıklık hâli onu bilhassa böyle düşünmeye sevk ediyor ve aklını başından alıyordu.
Üstünü değiştirmeden yatağa uzanıp düşünceleri arasında uykuya daldı.***
Müzeyyen, topuk seslerini duyurmamaya özen göstererek ağır adımlarla kapının önüne geldiğinde Türkan aniden kapıyı açıverdi.
"Ah kuzum şu fettan gözlerim bîçare vaziyette yolunu gözlemekten helâk oldular. Geç içeri geç."
Müzeyyen, Türkan'ın kendisini çekiştirerek eşikten geçirmesiyle bir anda içeriye girdi.
"Yahu insan önce bir 'merhaba' der, 'nasılsın' der. Sen aynı meraklı tazelikle tüm bu nezaket kaidelerini çiğniyorsun kuzum."
"Ayol çatlıyorum meraktan, nezaket mi kalmış?"
"Bir müsaade et Türkan, soluklanayım. Hem daha içeri girmeden ne bu sorgu sual? Gören de seni Abdülhamid'in hafiyelerinden sanacak."
"Şekerim Mustafa Kemal Paşa Anadolu topraklarında cumhuriyeti ilan edeli çok oldu. Abdülhamid'in esamesi mi okunurmuş! Hem burası Avrupa'nın göbeği. Benimkisi sâfi meraktan."
Müzeyyen, omuzları üzerindeki etolü nazik hareketlerle çıkararak her zaman oturduğu koltuğa oturup arkasına yaslandı.
"Öyle çok olağanüstü şeyler olmadı. İki medeni insan gibi oturduk yemek yedik."
"Ay hayatım, senin medeniyetin tek dişi kalmış canavar inan ki... Tüm anlatacakların bu mu? İlgilendiğim husus medeniyet değil aranızdaki münasebettir."
"Türkan'cığım, kendisi koskoca Türkiye Cumhuriyeti'nin Hariciye Nazırı. Aramızda nasıl bir münasebet bulunabilir Allah aşkına? Yalnız söyleyebileceğim şudur ki; beklediğimden, daha ziyade insanların görüp bildiğinden şen şakrak bir bey kendileri. Öyle ki, bana makamını-mevkiini dahi unutturdu."
![](https://img.wattpad.com/cover/239735076-288-k495757.jpg)