Gözlerini yorgunluğun verdiği ağırlıkla kapatmamaya çalışıyorsun.
Buraya geldiğinden beri içinde parlayan umut ışığı solmaya başlıyordu. Çünkü eline aldığın iş ilanlarının çoğu yere ziyaret etmiş ve hepsi de sana olumsuz cevap vermişti.
Sana söylenen ' İşe Alınmama ' nedenlerinin gerçekliğine inanmıyordun.
Bu ' Sizi sonra ararız hayatım ' demeleri ile eş değerdi.
Kaşlarını , sana yapılan saygısızlıktan dolayı hissettiğin öfke ve sabırsızlıkla çatılıyor.
Şu anda yirmi ikinci denemenin tam önündesin.
Adına " Mabet " dedikleri yer.
Yazılanlara göre bu yerin çok tuhaf bir isme sahip olduğunu düşünüyorsun.
Sonuçta Londra'nın tam göbeğinde keşişlerin kaldığı yere verilen isim ile aynı isme sahip.
İlan veren kişinin sadece isminin baş harfi olduğunu düşündüğün " w ." dışında bura hakkında en ufak bir fikrin yoktu.
Ne iş yaptıklarına gelince ...
Eh onu Tanrı bilirdi. Sana göre paranı ödedikleri ve iyi davranmaları dışında ne yaptıkları umurunda değildi. Yeter ki kötü , loş ve çamurumsu günleri geride bırakmak özgür bir kuş gibi havalanıp kanatlarını açarak istediğin yere uçmak istiyordun.
Tatmadığın duygular edinemediğin arkadaşlar belki de ... seni seven bir erkek arkadaş ....
Yanakların kırmızının en koyu rengini alıyor . Elin ile üstünü çekiştirirken elini yanaklarına dokunduruyorsun. Sımsıcaklar.
Gözlerini kırpıştırarak hızla mabedin kapısını tıklatıyorsun.
Bir süre ne içeriden ses geliyor. Ne de sen duyabildin.
Elini kapıya tıklatmak için bir kez daha havalanıyor. Tam tıklatacakken kapı gıcırtı ile aralanıyor veya sen öyle hissediyorsun . Çünkü kapı görünüşte ağaçtan ama demir kadar ağır gözüküyor.
Kapıyı ufak tefek bir adam açıyor.
Koyu esmer tenli ve çekik gözlü bu adam sana Çin'de gördüğün inzivaya çekilmiş ustaları hatırlatıyor.
Adam saçlarının olması gereken yeri tıraşla almış .
Sağ kolu giydiği uzun ...? ne olduğunu bilmediğin kıyafetin içinde gizlemiş.
Sana ne nefret nede sevgi ile bakıyor . Aslında adamın kahvelerinde bir duygunun yansıdığını düşünmüyorsun.
Garip.
Konuşmak için derin bir nefes alıyorsun ama hemen arkasında kapıyı daha da açan bu küçük adama benzer bir adam daha var.
Boyu uzun toplu çekik gözlü minik bıyığı ile çok sevimli olduğunu düşündüğün bir adam.
Bakışları sert ama içinde ona karşı bir korku yok.
Daha korkutucuları ile başa çıkmıştın zaten.
" Buyurun . Ne istemiştiniz ?" diye soruyor sana.
Nefesini kontrol etmeye çalışıyorsun. Elindeki iş ilanını gösteriyorsun.
" Ben iş ilanı için gelmiştim.."
Konuşabileceğini düşünmemiştin.
Her ne kadar daha kötüleri ile başa çıktığını hep kendine hatırlatsan da bedenin seni dinlemiyor. Korkak biri gibi gözükmek istemediğinden kaşlarını çatıyor ama titremekten kendini alamıyorsun.
Karşındaki adam hatırlamış gibi başını sallıyor.
" Evet. Uzun zaman önce. Birinin cevap vereceğini düşünmemiştim...."
Göz göze geliyorsunuz.
" Buyurun içeri gelin." diyerek tuhaf sessizliği bozuyor.
Gülümseyerek her ne kadar geri geri gitmek istesen de içeri adımını atıyorsun.
Gözlerin heyecanla parlıyor ellerin kaşınıyor.
Londra'ya geldiğinden beri güzellikleri ve sanatı görmüştün.
Mabedin de Londra'dan bir farkı yok. İçi kocaman.
Resimlerde gördüğün mabetler gibi değil. Yine de temelinin ilhamını uzak doğudan aldığını düşünüyorsun.
Duvarlar , eşyaların dekoru ağaçtan yapılmış gibi görünen her şey şekil verilip oyulmuş sanki bir hikaye anlatmaya çalışıyorlarmış gibi gözüküyor.
Geleneksel mimarilere kıyasla yeni döneme uyumlu yapılmasına rağmen iyi iş çıkardıklarını düşünüyorsun.
Yanında sana bakan adam ilk defa gözleri yumuşamış gülüyor.
" Beğendin mi ?" diye soruyor sana.
Gözlerin parlayarak , kafanı çevirip sallıyorsun.
" Evet . Buraya geldiğimden beri her yer sanat eseri gibi."
Bu pozitif enerjini beğenen adam elini sana uzatıyor. Sende kıkırdamasına karşılık vererek adamın elini sıkıyorsun.
" Ben Wonk. "
Adını söylüyorsun.
" Tanıştığıma memnun oldum. Normalde iş için bir mülakat yaparlar ama... eh seni gözüm tuttu ve bir çalışana çok ihtiyacımız var. Daha önce gelenler bazı kişiler yüzünden çıkmak zorunda kaldı.." dedi Wonk kaşlarını çatarak gözleri merdiven tarafına doğru çevrilmiş bir noktaya bakıyordu.
Anlamayan gözlerle Wonk'a bakıyorsun. Sonra umursamıyor omuz silkiyorsun.
Wonk gözlerini tekrardan sana çeviriyor.
" Burayı yöneten Dr Strange ... sana burada olan bitenleri kendi anlatacaktır. Hmm sanırım hepsi bu kadar gel odanı göstereyim."
Ardından Wonk eli ile işaret ederek Mabedin salonundan uzak küçük bir odaya götürüyor seni.
Odayı gözden geçiriyorsun.
Küçük odada upuzun kocaman camlar ve onun üzerinde boş bir çalışma masası var köşede ise başı cam hizasında dümdüz üstü yorgan ve yastık olan çarşaflarla birlikte de bir yatak .
Diğer tarafta da eşyalarını koymak için küçük bir şifonyer .
Beğeni ile etrafı süzdükten sonra Wonk'a dönüyorsun.
" Çok beğendim . Teşekkür ederim."
Wonk başını sallıyor.
" Önemli değil. Bu günden sonra bizim çalışanımızsın. Burası da senin odan. Bugün güzelce dinlen geç oldu. Banyo yapmak istersen ..." içeri girerek kapının yanında ki duvarda olan kapıyı gösteriyor.
" Orada banyo yapabilirsin."
Anladığını göstererek kafanı sallıyorsun ve tekrardan teşekkür ediyorsun.
Wonk elini önemli değil anlamında sallıyor ve iyi geceler dileyerek kapıyı kapatıyor.
İlk defa kendi özel alanın olmanın verdiği duygusallık ile gözlerin doluyor.
Çantanı çıkarıp yere koyuyor ve uyumadan önce duş almak için banyoya gidiyorsun.
-
Ehem bugün boş durmak istemedim ve bir yeni bölüm atayım dedim talip de dr strange oldu yarında lokileri atarım artık. Beğendiyseniz ne mutlu bana iyi geceler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
STRANGERS ( Askıda - şimdilik-)
FantasyBir kız. Ailesi tarafından suçlanıp evden kaçıyor. Bir örgüt onu buluyor. Bir süre orada tutsak yaşadıktan sonra ortadan kayboluyor ve yeni hayat yeni kimliği ile İngiltere'ye geliyor. Dr strange ve okuyucu hikayesi