Song ve Bobby'nin yanından ayrılmama rağmen, az önce karavanda dedikleri nedense hala kulaklarımda yankılanıyordu. Dedikleri kısmen doğruydu. İster istemez kahraman oluvermiştim. Kore'de birçok insan beni böyle görmeye başlamıştı. 'Batıdan doğan Güneş' diye hitap ediyorlardı bana. Ancak şahsen, bunu abartılı buluyorum. Çünkü benim varlığım bir şeyleri topyekûn değiştirmemişti.
Geçmişten,
''ANNE!! ANNE HAYIR!!''
''Lalisa! Sana diyorum Lalisa! Beni duyabiliyor musun? Gitmeliyiz. Hemen!''
''Baba! Annem.. Annemi-''
''Lalisa! Biliyorum! Ama zamanımız yok. Gitmeliyiz yoksa bizi de-''
''Hey! İşte oradalar. Çabuk yakalayın onları! Adamı öldürebilirsiniz ama kızına zarar vermeyin işimize yarayabilir.''
''Emredersiniz! Ne bakıyorsunuz aptallar! Küçük sürtüğün kaçmasına izin vermeyin! Herifi de gebertin!''
''Lalisa! Tanrım bu böyle olmayacak. Lanet olsun!''
''Hayır! Anne!''
Eğer o an babam, beni kolumdan tutup o iblislerden kaçırmasaydı, sonumuz annemden farksız olacaktı. Annemi Seul'un kül ve kan kokan o vahşi gecesinde kaybettim. Annem gibi binlerce kadın, erkek ve çocuk vahşice katledildi. Hiçbir devlet büyüğü, savaşçısı yada büyücüsü bunun önüne geçememişti. Her şey bir anda olmuştu. Önce gökten gelen bir gürültülü bir ses, hemen arkasından her zaman odamdaki küçük camdan izlediğim bembeyaz Ay kan kırmızına dönüşmüş ve daha sonra da, Güneşle yarışma edasında olan parlak yıldızlar, yarılan gökyüzüyle beraber yok olmuşlardı. Gökyüzünün yarılmasıyla beraber gördüğüm her şeyin sadece kötü bir kabus olmasını dilemiştim. Bunun için Tanrılara yalvarsam da hiçbiri yanımda değildi. Eğer olsalardı, bizi bu durumdan kurtarabilirler miydi? Annem hala, babam ve benim yanımda olabilecek miydi? Tanrılar yanımda değildi belki de ama biricik babam yanımdaydı. Beni o kabustan çekip alan sadece oydu. Beni kolumdan çekti ve sadece yaşama ümidiyle bilinmezliğe doğru koştuk. O kabustan kurtulabilen nadir kişilerden biriydik. Biraz daha büyüdüğümde ise, babam her zaman kendimi savunmam gerektiğini sayısız kere tembihlemişti. Annem artık aramızda olmadığından, babama ben yardımcı oluyordum. Bu sayede silahlar hakkında daha fazla şey öğrenebiliyordum. Ancak bu yeterli değildi. Babamın öğütleri üzerine daha sonra, diğer gençler ile grup halinde ava gitmeye başlamıştım. Bu sayede avcılık benim ilk tutkum olmuştu, değerli arkadaşlıklar da kurmuştum orada. Ancak daha fazlasını istiyordum. Güçlendiğimi hissettikçe kendime daha da çok güveniyordum. Keşfetmek istiyordum, öğrenmek istiyordum ve en önemlisi de, kimse benim yaşadıklarımı yaşamasın istiyordum. Babam güçlü olmamı söylemişti ama eğer onun yanında olmazsam kendisi ne kadar güçlü kalacaktı? Bu soruyu kendime o kadar uzun zaman boyunca sormuştum ki, kendime olan güvenimi kaybetmeye başlamıştım. Kaybolmaya başlamıştım, hayatımın anlamını sorgulayacak kadar kaybolmuştum. Ta ki bir geceye kadar. Bir dolunay gecesi bütün içimdekileri ona dökmeseydim, kaybolan ruhumu belki de hiçbir zaman bulamayacaktım. Jennie'ye.
Song, Bobby ve niceleri her ne kadar bana minnettar olsalar da; ben yüzüne ay ışığı vuran o tatlı kıza her zaman minnettar kalacaktım.
-
O günden sonra Jennie, psikolojik olarak hayatımda büyük bir yer tutsada, aslında fiziksel olarak varlığı hayatımda çok az yer kapladı diyebilirim. Gençlerden oluşan av grubunun bir parçasıydı ve oldukça iyi bir avcıydı. Grup arasında yetenekleri kadar güzelliğiyle de popülerdi. Ancak övünmeyi ve iltifat almayı sevmezdi, oldukça mütevazı biriydi. Gruptaki diğer insanlara göre oldukça eşsizdi, farklıydı. Başlarda iletişimimiz yok denilecek kadar azdı, çünkü hep farklı gruplara düşerdik. Sebebi ise insanların avcılıkta benim, Jennie kadar yetenekli olduğumu söylemeleriydi. Jennie'nin olduğu grubun zaten güçlü olduklarını bildiklerinden, diğer grubun zayıf kalmaması adına beni alırlardı böylece iki grupta eşitlenirdi, daha sonra da, avlandığımız noktalara doğru dağılmak için yola koyulurduk. Ancak bu rutin fazla sürmedi. Jennie'ye her şeyi anlattığım geceden sonra kendisini bir daha göremedim. Beni bu konuda cesaretlendirdiği için ona bir teşekkür bile edemedim. Ama eğer hayalimdekileri gerçeğe dönüştürebilirsem, belki bir gün kendisini görebilirdim. İşte o zaman ona teşekkür edebilirdim. Bunun cesaretiyle en sonunda babama her şeyi anlatmıştım. Bir solukta her şeyi anlatıp en sonunda gözlerine baktığımda, yüzündeki soğuk ifade beni korkutmuştu. Kızsaydı haklıydı aslında, düşüncelerim bencilceydi. Ama, ben bir yol çizmek istiyordum bir yol çizebilmek için uzun zamandır çalışıyordum. Kararımdan vazgeçmek istemiyordum. Ama içimdeki korkuyu da dindiremiyordum. Sonuçta babam bu dünyada güvendiğim, sevdiğim tek insandı. Ondan başka kimsem kalmamıştı. Ben bu düşüncelere kapılmış gidiyorken, babamın aniden adımı seslenmesiyle şoka girmiştim. Ne ara kalkıp bu zırhı ve kılıcı önümde sergilemişti bilmiyordum. Zırh ve kılıç daha önce gördüklerimden çok farklıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Queen
FanfictionLalisa Manoban, Tayland asıllı olan ve geçimini demircilikle sağlayan Bay ve Bayan Manoban'nın tek çocuğuydu. Bay Manoban Tayland Kralı'nın demircisiydi ve krallık çevresince bilinen, saygı duyulan oldukça yetenekli bir zanaatkardı. Ancak Manoban ai...