Duyduklarına inanmak istemeyen Ryuu, gözlerini kırpıştırarak baktı annesinin yüzüne. Kendi yüzündeki şaşkın ve afallamış gülümsemenin aksine annesinin mimiklerinde dehşet kol geziyordu. Annesinin titreyen gözbebekleri ona yabancı gelirken elini uzattı ona doğru. "Anne, neden diyorsun öyle?"
Karşısındaki kadın ise yumru oturmuş boğazını kendine getirmek adına yutkundu lakin nafileydi. Konuşurken, tüm vücudu gibi, sesi de titriyordu. "D-deme bana anne falan! Sen benim oğlum değilsin, olamazsın!" Dolan gözlerini kırpıştırdı. "Benim Ryuu'm böyle bir şeyi yapmazdı..."
Konuşurken cesaret edemediğinden göz göze dahi gelmediği dipsiz mavi irislere dikti gözlerini. Korktuğu şey başına geliyordu işte. Daha sabah oğlunun kahverengi olan saçları diplerden başlayarak beyazlamaya tutmuştu bile. Yüzündeki kan lekelerinden bahsetmek dahi istemiyordu.
Onun put gibi yerinde kalışına inat tedirgin adımlarla kendisine yaklaşan oğlunu fark ettiği gibi, "Yaklaşma!" diye bağırırken oğlunda yarattığı tahribattan bihaberdi. Aslında tek yapmak istediği onu korumaktı, henüz oğlu bunu bilmiyor olsa da.
Ryuu bir sonraki adımını atamadan kaldı olduğu yerde. Ne gördüklerine, ne duyduklarına ne de şu anda karşısında dikilmiş annesine inanabiliyordu. Belki de şoka girmişti annesi, yoksa böyle yapmazdı o.
Düşmanca ve korku dolu gözlerle bakmazdı annesi ona. Bakmazdı, değil mi?
Üstelik canının öbür yarısı olan kız kardeşi de yaklaşmıyordu ona. Annesinin eteğine sarılmış, göz pınarlarında kurumaya yüz tutmuş yaşlarla inceliyordu kendisini. Gözler aynı olsa da, içerisinde barındırdığı duygu çok farklıydı.
Anlam veremiyordu Ryuu. Ne yapmıştı da annesiyle kız kardeşi ona böyle bakıyorlardı?
Öne doğru ufak bir adım daha attı fakat kardeşinin, annesinin eteğini sıkan elini görünce devam edemedi daha fazla. "Benden...Korkuyor musun kardeşim?"
Cevap vermedi Ayame, annesinin onu iyice geriye çekmesine izin verdi.
"Dedem..." Ayame'nin cılız sesini duyar duymaz dikkat kesildi Ryuu. "Bunu duyunca çok sinirlenecek. Kötü bir şey yaptın sen Ryuu."
"Hayır!" Dedesinin lafı geçer geçmez sinirlenen Ryuu, an geçmeden itiraz etti. Üvey babası olacak o adamdan ettiği kadar nefret ediyordu dedesinden de. Tüm hayatlarını zehir etmişti o yaşlı bunak. Yine de her ne kadar nefret etse de ondan, şu anki haliyle karşısında bir saniye bile duramazdı. Yine de yaptığının arkasındaydı.
"Ben kötü bir şey yapmadım!" Dişlerini sıktı Ryuu. "Eğer ben bunu yapmasaydım o... Sana-" Az önce onu terk edip boşlukta bırakan sinir tekrar ele geçirmeye başlamıştı bedenini. Diş etlerini zorlayan baskının farkında olsa da gözlerinden bihaberdi. . Tıpkı etrafında çatırdayan elektriğin farkında olmadığı gibi.
Bir süredir sessizliğini koruyan kadın nihayet konuştu. "Y-yalan söyleme daha fazla!.." Konuştu konuşmasına da, söyledikleri sadece Ryuu'yu yaraladı.
Acı bir şekilde gülümsedi çocuk. Gözlerini ağır ağır kırparken annesinin yüzünü süzüyordu. "Ne dersem diyeyim, inanmayacaksınız bana. Değil mi?"
Kadının cevap vermesine fırsat kalmadan ortamda yankılanan bir başka ses böldü konuşmayı.
"Efendim." Konuşan adam, annesinin önünde diz çökerek kafasını eğdi. "Sizi almaya geldik."
Uzun ve gür siyah saçlarını arkasından toplamış ve üzerine de beyaz bir cübbe geçirmişti. Adamın giydiği cübbenin arkasındaki amblemi tanıyordu Ryuu. Unutması mümkün bile değildi zaten. Adam, belli ki dedesinin askerlerinden biriydi. Fakat neden burada olduğunu ve onlar için geldiğini anlayamıyordu.
Bakışlarını adamdan çekerek bu sefer annesine dikti gözlerini fakat baktığı yerde az önceki kadın yoktu. Her zamanki yumuşak yüz hatlarına tezat, şimdiki ifadesi bir kaya kadar sert ve soğuktu. Hiçbir mimiğe ev sahipliği yapmıyordu yüzü. Annesini daha önce hiç böyle görmemiş olan Ryuu için bir yıkım gibiydi bu durum. Keza kardeşini de ilk kez böyle görüyordu. Sanki uzun yıllardır herkes rol yapıyormuş da Ryuu bu oyunu bozmuş gibiydi. Yeni yeni gerçek yüzlerini gösteriyorlardı. Kandırılmışlık hissi Ryuu'nun benliğini sarıp onu karanlığa iterken bu sefer o baktı ifadesiz gözlerle önünde olup bitenlere.
"Geç kaldın Suwo." Annesinin sert sözleri karşısında mahcup bir şekilde kafasını eğen adam, "Yol üstünde birkaç pürüz çıktı fakat hepsinin icabına baktım efendim." Diyerek kaldırdı başını.
Kadın ise, kendi eteğine sinmiş olan kızını yerden kaldırarak kucağına alıp arkasını döndü. "Artık bir önemi kalmadı zaten, sersem herif."
Yediği hakareti zerre önemsemeyen Suwo, arkasını dönerek orada sessizce onları izleyen çocuğa baktı. "Efendim, oğlunuz-"
Arkasını dönmedi kadın fakat sesinden bile belliydi ifadesi. "O benim oğlum değil." Bu sefer bir daha duraksamadı. "Gidelim." Ve kayboldu koridorda. Arkasında duygudan yoksun, mavi irislerin sahibini bırakarak.
Kadının arkasından Suwo da hareketlendi. Efendisi oğlum değil diyorsa, değildi. O emirleri yerine getiriyordu.
Ve tüm bunlar olup biterken öylece orada dikilen Ryuu, saatlerce ne ağzını açıp tek bir kelime edebildi, ne de tek bir mimik yapabildi. Ruhu çekilmiş gibi durdu odanın ortasında. Yaşananları dışarıdan izleyen bir seyirci gibiydi. Hiçbir his yoktu.
Lakin yüzleşmek istemediği gerçeklik, hiçbeklemediği vakitte vurdu onu. Dolan gözleri hiçbir şeydi yanıp kül olankalbinin yanında. . Çöktü olduğu yere, kolunu bile kıpırdatacak mecali kalmamıştı.
Onca katlandığı ve yaptığı şeyin bedeli, bu mu olacaktı? Terk edilmek? Geride bırakılmak?
Yanağında kuruyan yaşı silerek kafasını yana çevirerek yatakta yatan cesede baktı boş gözlerle. Burnuna gelen koku genzini yakmaya başlayınca kalktı nihayet yerinden. Bir daha geriye bakmadan terk etti bunca yıldır yuvası olan yeri. Üstelik gitgide soğuyan hava karşısında yalnızca sabah giydiği ince kıyafetler vardı üzerinde. Yine de bu, yıldıramadı Ryuu'u. Ne soğuğu ne de başka bir şeyi hissediyordu zaten.
Kendini kaybettiği boşluktan çıkabilmek adına yürüyordu. Belki de kaybolmaktı amacı. Fakat daha fazla yürümeye takati kalmamıştı. Girdiği çıkmaz sokakta durup sırtını duvara yaslayarak çöktü yere. Dizlerini kendine çekerek kafasını dayadı ve kollarıyla da görüş açısını kapatarak dış dünyayla bağını kesti.
Ne kadar orada oturdu bilinmez fakat tam uykuya dalacakken bacağına sürtünen yumuşak tüyler, dalıp gittiği karanlıktan çekip aldı onu.
Kafasını kaldırıp, tüyleri kir ve tozdan griye dönen yavru kediye baktı Ryuu. Onu uyandırdığı yetmiyormuş gibi bir de sorumlu olan o değilmiş gibi patisini yalıyordu. Gözlerini ise Ryuu'ya dikmişti.
Aralarındaki bu bakışma bir süre daha devam ettikten sonra ilgisini kaybeden Ryuu, kafasını tekrar dizlerine yaslayıp kediyi yok saydı fakat yavru kedinin pes etmeye niyeti yokmuş gibiydi. Mırıltılar çıkartarak Ryuu'nun bacağına sürtünüp duruyordu. Çatık kaşlarla homurdandı Ryuu. Her ne kadar itse de yavru kedi tırnaklarıyla bacağına tutunup kendini olduğu konuma geri döndürüyordu.
Pes etti Ryuu en sonunda. "Sana verebileceğim bir şey yok."
Kedi ise tepki vermeden Ryuu'nun bacaklarına tırmanarak kucağına yerleşti. Küçücük bir kediyle uğraşmak istemeyen Ryuu ise o yokmuş gibi kaldığı yerden devam etti uykusuna.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efsaneler Hep İyi Olmazlar
FantasyΦ Efsaneler neden hep iyi olsunlar? Bir istisnaya ne dersiniz? Φ Baş rolümüzün küçüklüğünden beri kötü şeylere kurban gitmesini, birinin gelip ona yardım eli uzatmasını ve kolayca giderek güçlenmesini, insanlara yardım edip düşmanlarına merhamet e...