Y/N: Hikâyeyi eski hesabımdan buraya taşıdım bazı sebeplerden ötürü ve güncel bölümler ile burada devam edeceğim bundan sonra.
Eskilerden kalan varsa bir ses versin bari :)
İyi okumalar.
Bir süre ellerine bulaşmış kana baktı. Kendisine ait değildi, hayır. Böylesine soysuz bir kan onun olamazdı. Dudağının bir kenarı kıvrıldı usulca. Ruhsuz bir gülümseme yer edindi yüzünde. Küçük gülümseme yavaşça büyüdü, büyüdü ve büyüdü. Artık gülümsemesi tüm yüzünü kaplıyordu ve öndeki iki sivri dişi gözler önüne seriliyordu. Birkaç saniye sonra gülümseme yerini şiddetli bir kahkahaya bıraktı. Sesli bir şekilde gülerek kafasını geriye doğru yatırdı ve sağ eliyle yüzünü sıvazladı. Elindeki kan yüzüne bulaştı fakat o bundan iğrenmiyor, tam aksine, zevk alıyordu. Derin bir nefesi ciğerlerine yolladı ve gülmeyi keserek keskin gözleriyle etrafını inceledi. Kocaman arazide ondan başka canlı bulunmuyordu, birkaç dakika önceye kadar yaşayan insanları saymazsak. Yüzündeki memnun ifadeyle eserine baktı bir süre. Tam tamına yarım saat önce bir orduyu katletmişti. Tek başınaydı, üstelik sadece 16 yaşında olan bir çocuktu.
Yaşıtlarına oranla ezici gücünün ve potansiyelinin son derece farkındaydı, üstelik bunu kullanmaktan da hiç çekinmiyordu. Çekinmesi için de bir sebep yoktu zira krallıkta onun gücüne denk sadece iki kişi vardı. Bu iki kişi de kendisiyle zıt düşmeyi asla göze alamazlardı. Kibir değildi bu, sadece ortada olan bir gerçeği her defasında hatırlatmaktan çekinmiyordu.
Elindeki kanı yerdeki adamın cübbesine silerek yürümeye başladı. Her bir adımında kırılan kemiklerin sesi geliyordu kulağına. Umursamayarak yürümeye devam etti bir süre. Duyduğu hışırtı sesiyle adım atmak için kaldırdığı ayağını indirdi ve sese dikkat kesildi. Sağ tarafındaki ağacın arkasında saklanmaya çalışan adamın varlığını hissedebiliyordu. Üstelik adam ne kadar sessiz olmaya çalışırsa çalışsın titrek nefes seslerini gizleyemiyordu. Yavaşça gülümsedi. Adamı görmemiş gibi yapıp gidebilirdi, hiç uğraşmasına gerek yoktu. Ama... Delicesine bir istekle uğraşmak istiyordu. Canı bugün oyun oynamak istemişti fakat şu ana kadarki partnerleri hiç dayanıklı çıkmamış, hemen ölmüşlerdi. Belki bu adam öncekiler gibi olmaz, az da olsa eğlenmesini sağlardı.
Gülerek söylendi. "Burada kimler varmış böyle?"
Ağacın arkasından kafasını uzatarak yerde büzüşen adama baktı. Bir elini kendisine sarmış, diğer eliyle de ağzını kapatmıştı, ses çıkartmamak için. Pek bir işe yaradığı söylenemezdi.
"Korkunun kokusunu alabiliyorum." Burnunu havaya dikerek sessizce mırıldandı.
Adam titreyerek kafasını yukarı kaldırdı ve yüzünde huzurlu bir ifadeyle kendisine bakan çocuğu gördü. Sesli bir şekilde yutkundu.
"Bö!"
Adam bağırarak kaçmaya çalıştı. Yerdeki dala takılıp düşene kadar bunu başardığını düşünüyordu da.
"Ah." Somurttu. "Neden kaçıyorsun ki?"
Neredeyse korkudan aklını kaçıracak olan adama yavaşça yaklaştı. Parmaklarını çıtlatıp yere çöktü. Adamın uzun siyah saçlarından bir tutamını kulağının arkasına sıkıştırdı.
Belki hayatını bağışlar umuduyla yalvarmaya başladı adam." Efendim, l-lütfen affedin beni! Sizin gücünüzü bilmeden küstahça davrandım. Lütfen bağışlayın canımı!""Bağışlamak?" Mırıldandı. " Neden böyle bir şeyi yapacakmışım ki? O zaman işin eğlencesi kalmaz."
Adamın göz bebekleri sınırlarını zorlarcasına irileşti korkudan. Daha fazla tutamadı kendini ve oturduğu yerde altına kaçırdı. Genç adam alnını kırıştırdı ve kokudan yanan burnunun daha fazla zarar görmemesi için eliyle kapattı.
"Ağh!" Oturduğu yerden kalkarak hızla adamdan uzaklaştı. "Bunu cidden yaptın mı yani?"
"Ahaha! İşte bu sürpriz oldu dostum." Koyu kahve saçlarını yüzünden uzaklaştırarak alaycı gülümsemesini saklama gereği duymadan gözler önüne serdi, ağacın dalına oturmuş olan genç.
"Kes sesini." Ellerini beline koydu. "Hem senin burada ne işin var? Size beklemenizi söylemiştim."
Omzunu silkerek umurunda olmadığını belirtti. "Canımız sıkılmıştı. Üstelik tüm eğlenceyi sana bırakamazdım." Etrafa bir bakış atarak homurdandı. "Fakat görüyorum ki bana ihtiyaç kalmamış."
"Diğerleri nerede?" Diyerek dalın üzerindeki çocuğa kaşlarını çatarak baktı.
Ağaçtan atlayan çocuk kocaman gülümsedi. "Nerede onlarda o cesaret? Genç efendinin sözlerini çiğneyemezlerdi sonuçta. Bilirsin ki ben-"
"Salaksın." diyerek sözünü kesti.
Gözlerini devirerek devam etti. "Hayır salak değilim. Cesaretliyim sadece. Diğerleri kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp oturan kedi gibiydiler. Ah, görmeliydin! Benim buraya geleceğimi duydukları anda yüzlerinde oluşan ifade öyle bir-"
"Bitti mi?" diyerek tekrar sözünü kesti ve bu sefer konuşmasına izin vermeden kendisi başladı söze. "Şu an seninle saçma sapan muhabbetlere vakit harcayamam. Üstelik canım yeterince sıkkın iken hiç çekilmiyorsun Akio."
Akio, "Ah anladım." diyerek gözlerini yerdeki artık yeşili gözükmeyen kanlı çimlere dikti.
"Yanında ben olmayınca kendini boşlukta hissettin değil mi? Ah, şu benim karşı konulmazlığım..." Yüzündeki kurnaz gülümsemeyle beraber başını kaldırdı.
"Seni şuracıkta parçalara ayırabilirim." Burun kemerini sıktı. "Ama biliyor musun?" Kaşlarını çattı. "Yapmayacağım."
Akio ellerini birleştirerek kafasını yana eğdi ve sesini incelterek konuştu. "Merhametli efendimiz!"
Kafasını iki yana sallayarak homurdandı ve sağ tarafında yerde dizleri üzerine çökmüş adama baktı. "Sana olan ilgimi kaybettim. Tch, yazık oldu."
İki adımda adamın yanına vardı ve adam tam konuşacak iken ayağıyla kafasına bastırarak toprağa gömdü. "İyi uykular!" Baskıyı biraz daha arttırdı ve adamın kafasından gelen çatırdama sesiyle eş zamanda akan beyin sıvısını görmesiyle tatmin olarak gülümsedi.
" Gidelim."
Akio gülümseyerek reverans yaptı. "Elbette efendim."
Efendim diyerek seslendiği beyaz saçlı genç, gözlerini devirdi ve yürümeye başladı. "Sıradaki durak Işık Ülkesi."
Karanlıkta başını sallayıp o da yürümeye başladı fakat bir yandan da endişeleniyordu genç efendisi için. Bunca sene sonrasında, nihayet istediği şeyi elde edebilecek miydi? Onun gücünden kuşku duymuyordu, ne de olsa Karanlık İmparator'un tek oğlu, tahtın gerçek varisi ve ülkenin gelecekteki kralıydı. Elbette oldukça güçlü olacaktı.
Fakat karşılarındaki düşman da oldukça güçlüydü. Yine de bir an bile bu savaşta onu yalnız bırakmayı düşünmedi. Onlar söz vermişlerdi; her ne olursa olsun birbirlerini bırakmayacaklarına. Kafasını daha da dikleştirdi ve bir an olsun verdiği sözden pişman olmayarak arkadaşının, efendisinin, kardeşinin peşinde ilerlemeye devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efsaneler Hep İyi Olmazlar
FantasíaΦ Efsaneler neden hep iyi olsunlar? Bir istisnaya ne dersiniz? Φ Baş rolümüzün küçüklüğünden beri kötü şeylere kurban gitmesini, birinin gelip ona yardım eli uzatmasını ve kolayca giderek güçlenmesini, insanlara yardım edip düşmanlarına merhamet e...