Büyük ağaçların çevrelediği kahverengi zeminden hissedilen tek duygu huzurdu. Yanımda her şeyim diyebileceğim, benim için her konuda tek olan Rüzgâr vardı. Uzun boyunun getirdiği tek ayrıcalık rahat kollarıydı. Gözleri, sanki tutsak ruhumun açık bırakılmış tek kapısıydı. Belki de sadece onun yanında bu kadar mutlu olmamın sebebi buydu.
Onun büyük adımlarına eşlik edebilmek her ne kadar zor olsa da beraber yürüyorduk. Sonbaharın ardında bıraktığı cansız yaprakların çıkardığı ses eşliğinde yürümek, onun gözlerine bakmakla kıyaslanılamazdı; fakat insanın hoşuna gidiyordu o ses de. Arkama dönüp baktığımda görebildiğim tek şey o yapraklardı. Bir de o yaprakların yalnız bıraktığı ağaçlar...
Cesaret yoksunu adımlarımı güçlendiren hep o olmuştu, Rüzgâr. Babamı kaybedeli sekiz sene olmuştu. Çok acılar çekmiştik biz ailecek. Benden beş yaş küçük erkek kardeşim Ömür, olanların daha yeni farkına varabilmişti. Biz limana yakın yaşıyan kendi halinde bir aileydik. Ta ki kader o limanda bir kalp krizi sonucu babamı hayattan alana kadar.
Bahadır amca babamın en yakın arkadaşıydı. İkisi de limandaki işlerle uğraşırlardı. Tam olarak bilmesem de gümrük işleriyle ilgilenirlerdi. Rüzgar- beni, bizi hayata döndüren kişi- Bahadır amcanın tek oğluydu. Rüzgâr' ın bir de zihinsel engelli küçük kız kardeşi vardı. Sorunlar çoktu hayatımızda. Ama her zaman açık bırakılmış bir çıkış kapısı vardır benim için. Rüzgâr bana o kapıyı gösteren ışık olmuştu. Onun daha o yaşta benim küçük ellerimi büyük avuçlarına almasıyla düzelmiştim ben.
Ben kim miyim? Ben Alya Keskin. Hüznü en acı bir şekilde tatmış, tutunacak tek dalını kaybetmekten ölesiye korkan, belki de yağmurdan sonra gökkuşağını bekleyen çocuğum. Beni fırtınadan sonra mutlu edebilen gökkuşağım, Rüzgâr, onu kaybetmekten ölesiye korkan kişi..
Evet, Alya buydu. Pencereden dışarı baktı. O' nu bekliyordu. Hayat ne getirir bilinmez, ama Alya Rüzgâr' ın gelmesini istiyordu. İhtiyacı yoktu belki de şuan, sessiz yağmurun arkasından doğacak güneşi bekleyen Alya' nın, ama bekliyordu işte.
Babasız geçen sekiz yılı hayatında sadece boşluk olmuştu. Annesi aralarından en çok yıpranandı belki de o çaresiz günlerin ardından. Alya ve kardeşi Ömür babasızlığı yaşamışlardı, yaşıyorlardı. Ama annesi onlara hiç belli etmiyordu, asıl hiçlik asıl boşluk annesinin o bir avuç yüreğindeydi.
"Alya yemek hazır!" annemin sesiyle aydınlığı bulmaya çalıştığım karanlık yolumdan sıyrıldım. Mutfağa doğru ilerledim. Evimiz ne büyük ne küçüktü, yetiyordu işte bize. Ömür' ün odasının önünden geçerken durdum. Okuldan geldikten sonra uykuya dalmıştı, sanırım biraz fazla yorulmuştu. Annemin masumluğunu taşıyordu yüzünde. Bir şeyler mırıldandığını duyuyordum."Baba, biliyorum." gibisinden mırıltılar çıkıyordu ağzından. Hala sindirememişti babasızlığı, haklıydı. Benden daha küçük olduğu için her ne kadar erkek olsa da duygusal yönleri daha hassastı. Duygularımdan silinmeye çalışarak yanına gittim. Fazla terlemişti. Ekimin sonlarındaydık, evet. Ama eski evimiz kadar sıcak ve rutubetli değildi burası. Limana yakın oturuyorduk bir zamanlar. Babam oldükten sonra taşınmıştık. Babamın cesedinin soğuk görüntüsüyle birlikte o mahalleyi de unutmuştuk.
"Ömür hadi uyan yemek hazır, çok terlemişsin hem."' fısıltı gibi çıkan sesimle yavaşça göz kapaklarını araladı. Benim aksime beyaz olan teni mavi gözleriyle ışık buldu. Çok şanslı olmalıydım, böyle yakışıklı bir kardeşe sahip olduğum için. "Tamam sen git, ben geliyorum." dedi kısık sesiyle. "Gelmeyip tekrar uyuyacağını biliyorum, artık ablanı kandıramıyorsun." dediğimde değişik mırıltılar çıkarmıştı. Uyumak, daha fazla uyuyup babamı rüyalarıyla bütünleştirmek istiyordu. Rüyalarında yaşıyordu çoğu zaman benim aksime.
Hepimiz masada yemeğimizi yemeye başlamıştık. Annem bezelye yapmıştı uzun zamandan sonra. Babamın en sevdiği sebzeydi bezelye. Aradan uzun zaman geçmesine rağmen ne unutabilmiş, ne de alışabilmiştim. Tek fark artık bezelye yiyebiliyordum. Babamla beraber yemeyi de isterdim elbet. Ama nasip olmamıştı işte, olamamıştı.
"Kızım nasıl geçti günün?" sekiz senedir sofrada konuşacak başka konumuz yoktu bizim. Annem bizi ilgilendiren bir durm olmadığı sürece anlatmazdı gününü. Belki de babamsız geçen saniyelerini anlatmaya gerek duymamıştı asla.
"Nasıl geçsin be annem. Tarihçinin cümlelerini tamamlayip, kimyacının ojelerini izledik işte!" hayatımda anca uzaylı filmlerinde görebileceğim o parlaklıktaki gri ojeyi izlemekten dikkatimi veremiyordum derse çoğu zaman. Konuyu anlatırken tarih hocası genellikle cümlenin sonunu bizim tamamlamamızı istiyordu. Kabullenmeye başlamıştım artık bu huylarını da.
Masa toplandıktan sonra ben odama geçmiştim her zamanki gibi. Telefonu elime aldım ve hemen Rüzgâr' ı aradım.günün yorgunluğunu ancak o alabilirdi üstümden.
"Efendim güzelim?" işte yine içimi saran huzur kendini belli etmişti. Sesini duysam yeterdi. "Napiyosun, Gökçe'm napiyor bakiyim?" kız kardeşinden bahsediyordum. Uzun zamandır görmüyordum kardeşini. "Yemek yiyor, haber verirsem yemeğini bırakır. Ondan benimle idare dedeceksin." ben tüm ömrüm boyunca seninle idare etmeye hazırdım oysaki çocukluk arkadaşım.
"Ee napalım o zaman mecbur seninle dertleşeceğiz. Bugün gittin mi okula?" demiştim mumkün olduğunca onu önemsediğimi belli ederek.
"Evet, girdim birkaç derse. İşim yoktu bugün zaten. Eğer müsaitsen biraz dışarda dolaşalım, ne dersin?"
Yanımda uzun bir çocuk, belimde beni saran rahat kolları, kulağımda huzurlu sesi... Mutlu olmam için artık sadece bunlarda yetiyordu bana. Rüzgâr üniversite ikinci sınıf oğrencisiydi. Mimarlık okuyordu. Hayallerinin peşinden gitmişti. Aramızdaki yaş farkı dörde yakındı. Beni koruyup kollamasını en iyi bilen kişi oydu.
Gözlerini üzerimde hissettiğimde yüzümü ona döndüm. Gözlerindeki ışıltı benim yanımdayken hiç sönmemişti. Yeşilin en koyu tonu filan değildi. Aksine açıktı. Ama içerdiği duygular, hissettirdiği huzur onun gözlerini asıl güzel yapan şeydi.
"Ne düşünüyorum biliyor musun?" sorusu sessizliğimizi bölmüştü. "Karşına seni benden daha mutlu edebilecek biri çıkacak mı sence Alya?"
Sorduğu soru hislerimin karışmasını sağlamıştı. Ben onun yanından başka hiçbir yerde bu kadar mutlu olamıyordum. Bunu kendisi de biliyordu.
"Bu dünyada senden başka yok Rüzgâr."uzun bir süre sonra söylemiştim bunu. Parkın içinde ağaçların arasında ilerledikçe daha çok sarıyordu elleri beni.
Alya Rüzgâr' ın yanında mutluydu bir tek bu şekilde. Ama hayat insanı şaşırtmaya odaklanmış bir düzenek gibidir. Alya başka mutlulukları bilmiyordu. Ama her mutluluk arkasından bir acı da getirirdi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİMAN
RomanceIslak sokakta kuru ayakkabılarla yürümek Hiç bitmeyen yağmuru bulutlarla empati kurarak dinlemek Sessizliği içine çekmek Huzura dokunmak Belki de arayıp bulamamak Ya da bulduğunu arayıp bulamadığını sanmak Aşk kelimelere böyle dökülür belki de...