Yazar; Çağla Selin Öztürk
Luhan gittiğinden beri ne kadar zaman geçti, bilmiyorum. Bir gün? Bir ay? Bir yıl? Belkide sadece bir saat.
Ne kadar zaman geçtiğinin bir önemi yok, o bana acı veriyor, o ayrılık beni yaralıyor, yakıp yok ediyor.
Ben Oh Sehun, 26 yaşında çok tanınan ve sevilen bir film yönetmeniyim.
O Xiao Luhan, onu 15 yaşında sıradan bir lise öğrencisi olarak tanıdığım, benim film yıldızım, şimdi ise 19 yaşında olan bir oyuncu.
Baktığım her şey, her yer, her şarkı, her söz, onu hatırlatıyor. Onu, onu, onu.
-Flashback (4 Sene önce Luhan ve Sehun'un ilk tanıştığı zaman)-
"Anlıyorum Jongdae-shhi, fakat başrol oyuncumuz kadrodan ayrıldığı için aldığımız sürenin sadece biraz daha fazlasını istiyorum sizden, gerçekten bu çekim 2 saate bitecek gibi durmuyor." Telefonu omzum ve başım arasına sıkıştırmış bir şekilde önümdeki senaryolar ile uğraşıyordum.. Cidden o piç herifi bulduğum yerde bıçaklayacaktım, nasıl olurda çekimlerin ortasındayken film'den ayrılabilirdi? Aklım almıyordu.. Ancak ondan daha önemli sorunlarımız vardı şuan.
1. Çekim izni aldığımız "The Kim's Bar" ın sahipleri sorun çıkartıyordu.
2. Başrol'ümüz yoktu.
Ne harika ama.
"Pekala, Bay Oh sizinle uzun yıllardır aynı işin içinde olduğumuz için süreyi size bırakıyorum, şimdi oğlumu oraya yolluyorum lütfen detayları onunla konuşun.. Şimdi.. Bizim eşimle ufak bir işimiz var, anlarsınız ya." Telefonun arkasından gelen sızlanma sesleriyle az çok doğru bir zamanda aramadığımı anlayabiliyordum.
Bay Kim Jongdae ve uzun yıllardır evli olduğu eşi Kim Minseok, Jongdae 43 ve Minseok 40'lı yaşlarındaydılar fakat benimle yaşıtmış gibi gözükmelerini es geçin, hala cap canlı bir ilişkileri vardı.
Teşekkür edip telefonu kapadım, en azından şimdi süre problemimiz yoktu, fakat hala başrol bulamamış-
"Hey Baekkie Yeollie!! Ben geldim..." Setin içine birden bire dalan güzel çocukla, ben dahil tüm ekibin gözleri ona döndü.
"Yanlış bir zamanda mı geldim ben?" Mahçupça gülümseyerek gözlerini herkesle teker teker buluşturuyordu, gerçekten minik bir görüntüsü vardı.Bar'da çalışan baristalardan iksisi birden ortaya çıkıp küçük çocuğu oradan sürükleyerek çıkarana kadar onları gülümseyerek izledim.
"Bak Oh?" Sesin geldiği tarafa dönererek sevimli çocuğu düşünmemeye çalıştım.
"Ah Kyungsoo gelmişsin." Gülümseyerek sırtını patpatladım.
"Evet babam seninle konuşmam için yolladı."
"Biliyorum biliyorum, sanırım sana kardeş yapmaya çalışıyorlar."
Küçük bir kahkaha attığımda oda gülümsedi."Bu iş için yaşlanmayı hiç bilmiyorlar.." Kıkırdadığında omzunu sıvazladım.
"Her neyse, detayları sonra konuşsak olur mu? Şuan senden başka bir şey istemem gerekiyor." Kendimden emin bir şekilde gülümsedim, o ise meraklı gözlerle bana bakmaya devam ediyordu.
"Az önce buradan çıkan çocuğu tanıyor musun?"
"Küçük Geyik'i mi kast ediyorsun?"
"Küçük Geyik?"
"Ah yani Luhan demek istedim. Evet tanıyorum bir sorun mu var?"
"Hayır yok. Sadece onu buraya getir. Şimdi." Gülümseyerek söylediğimde ne kadar beni sorgulamak istesede bunu yapamayacağını bildiği için yanımdan ayrıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heaven's Heartbeat
Dragoste"Annenin senden ilk ve son bir isteği var, bunu vasiyetim olarak düşün ve yap Sehun.. Luhan'dan ayrıl oğlum. Onu hayatından çıkar. Seni seviyorum."