Hikaye

133 17 8
                                    

Rüzgar, yağmur damlalarını sertçe taşıyor; üzerimdeki ince yağmurluğun kapüşonu olmamasının mantıksızlığını yüzüme uğulduyordu. Fermuar kısmından su aldığını fark ettiğim için çizimlerimi dosyama koymak yerine rulo yapıp yağmurluğumun içinde tutmaya çalışıyordum. Sonbaharda henüz çevrenin aydınlanmaya bile başlamadığı bir saatte soğuktan titresem bile benim için en önemli şey çizimlerimdi.

Ressamların ne yazık ki fazla para kazanamadığını ve geçmişte genelinin sefalet ve açlık içinde öldüğünü biliyordum, bildiğim halde gelecekte kendime biçebileceğim başka bir meslek yoktu. Tek seçeneğimdi bu, yeteneğimin olduğu başka hiçbir şey yoktu.

Suları etrafa sıçratarak hızlıca yürüyordum boş sokakta, beni eğitebileceğini söyleyen yaşlı bir ressamın evine çizimlerimi göstermek için gidiyordum. Salı günü istediğim saatte gelebileceğimi söylemişti ve ben de insan görmekten pek hoşlanmazdım, uyanır uyanmaz kendimi sokağa atmıştım.

Soğuk ve karanlık havanın soğuk, ıslak esintisini ciğerlerime çektim ve adımlarımı durdurdum. Sonunda çalacağım kapının önüne gelmiştim, yağmur sanki benim inadıma yağmış gibi dinmişti. Çizimlerimin yere düşmedikçe ıslanma ihtimali yoktu artık, buruşmasından korkarak yağmurluğumun iç kısmından çıkardım.

Kapıyı çalmadan önce elimle çizimleri düzelttim. Bu sırada karanlıkta orada olduğunu bile fark etmediğim birinin sesini duydum. "Atlayacağım!"

Olduğum yerde sıçramıştım, birini duymayı beklemiyordum. Çizimlerim neredeyse elimden düşecekti, onları kaybetme endişesiyle kalbim hızlanmıştı. Sesin kaynağına çevirdim bakışlarımı tedirgince. Önünde dikildiğim apartmanın hemen yanındaki apartmanın çatısından geliyordu.

Üç katlı bir apartmandı, çatısı da hafifçe eğimli klasik bir kiremit çatıydı. Benim gibi o da sırılsıklam olmuştu, karanlıkta yüzünü çok seçemiyordum. Üzerinde yalnızca kısa kollu bir tişört vardı, gerçekten donuyor olmalıydı. Az önceki sözünü tekrar etti. "Atlayacağım."

Mesafeyi ölçmeye çalıştım, aşağı yukarı 10 metreydi. "Ölmeyebilirsin."

"Kafamın üzerine atlarım." Doğrudan benimle konuşuyordu, çevrede başka hiç ses yoktu. Koca sokak bomboştu, sadece rüzgarın uğultusu duyuluyordu. Gergince dudağımı ısırdım, karanlık yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. "Bir şey sorabilir miyim?"

"Neden atladığımı mı?" Uca dek gelerek ayaklarını aşağı sarkıtacak şekilde oturdu. Uzun bir sohbete hazırlanıyor gibiydi. Yutkundum, birisiyle konuşuyor olmak beni geriyordu. "Hayır, aslında. Ben içeri girdikten sonra atlasan olur mu, diyecektim."

"Mantıklı. Her yanı kan içinde, muhtemelen beyni patlamış birini görmek istemeyebilirsin." Omuz silktim, doğru zile basmak için isimleri okumaya başladım. "Ressama mı geldin?" Başımı aşağı yukarı hareket ettirerek onu onayladım, ilginç bir şekilde yarı aydınlık havada bu ufak hareketimi seçebildi. "Sabahın köründe sana kapıyı açacağını sanıyorsan yanılıyorsun. Kim bu saatte gider ki birinin evine? Torunu falan mısın?"

Kaşlarımı çatıp birkaç saniye düşündüm. Çok mu erkendi? Elbette öyleydi, üstelik yaşlı insanlar fazla uyurdu. İnsanlarla karşılaşmamak için uyanır uyanmaz yola çıkmanın bedelini intihar etmek üzere olan biriyle iletişim kurmak zorunda kalarak ödüyordum. "Kaç gibi gelmem gerekir?"

"Torunu değilsin, değil mi? Öyleyse en azından 5 saat daha kapıyı çalmasan daha iyi olur." Bedenini geriye bıraktığında düşündüğüm ilk şey manzaranın oradan ne kadar güzel olacağıydı. Güneş ışınları gökyüzünde pembe ve turuncu ışık huzmeleri yayıyor, bulutlar ağır ağır dans ediyordu. Az önce yağan yağmurun izi sayılabilecek bir gökkuşağı uzaklardan kendini belli ediyordu. Ben aşağıdan bu kadarını seçebiliyordum, o kim bilir ne kadar görüyordu.

Ölmeyeceğin Günler DilerimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin