#8

415 16 9
                                    

    Soğuk bir duş ve hararetli düşüncelerden uzanmıştım gecenin kollarına. İçimde garip bir his vardı ama bunu tarif edemiyorum. Saat 4 sularında çalan telefonumla aniden huzursuzlandım. Başta açmak istemesem de ne olur ne olmaz diye açtım ikinci çalışa.

Arayan SeokJin Hyung'tı. Bu günlerde geleceği için bana bir sürpriz yapacağını düşünmüştüm, ta ki telefondaki hıçkırık ve ağlama seslerini duyuncaya kadar. Hemen ciddileşip kulak kesildim. "Jungkook, B-baban" dedi soğuk ve titrek bir sesle, "Baban ölmüş".
Ben sustum, tüm sesler kesildi ve kulaklarım uğuldamaya başladı. Telefonun düşüşüyle mermerde çıkan sesi bile farketmemişim. Ne kadar süre öyle kaldım bilmiyorum ama ağlamadım da. Sadece durdum ve düşündüm ölüm sessizliğinde.

Aniden yanımda beliren iki kişiye baktım. Muhtemelen üzülüp yanıma koşmuştu hemen SeokJin ve Yoongi. İyi misin deyip duruyorlardı. İyice endişelenmiş ve korkmuş olacaklar ki Yoongi beni kendime getirmek için okkalı bir yumruk geçirdi çeneme. Hemen toparlanıp kendime geldim ve donuk bakışlarıyla onlara yönelip "Nerede şimdi?" dedim. Endişeli bir şekilde bana yönelip "Jungkook sen istersen bugün evde kal, senin için daha iyi olur. Tehlikeli şeylere kalkışabilirs-" dedikleri esnada "Sikeyim tehlikesini, nerede babam!" diye gürledi. Korkarak "Tamam ama birlikte gideceğiz" dedi Yoongi. İkiletmeden hızlıca arabamın ön kapısına elimi attığımda elimi ittirip yan kapıyı gösterdi SeokJin. Hızlıca binip ilerlemeye başladık. Çıt çıkmıyordu kimseden. Kafayı yemek üzereydim. Her şeyini bana miras bıraktıktan saatler sonra ölmesi akıl alır iş değildi. Bir şeyler olduğunun farkındaydım ama beynim işlevini yitirmişti o esnada. Yumruklarımı sıkıyor, kendimi soyutlamaya çalışıyordum.

Araba aniden fren yaptığında geldiğimizi farkettim ve hızlıca dışarı attım kendimi. Soğuk hava jilet gibi acıtarak geçti ciğerlerime. Dışarıda sirenleri yanıp sönen bir sürü polis arabası, hep bir ağızdan konuşan insan topluluğu sarmıştı evin etrafını. Koşar adım girdim babamın evine. Salona yönelttim hissiz adımlarımı. Bir araya toplanmış insanları gördüğüm anda hemen çemberi yararak baktım ölü bedene. Annem başında, ağlama ve çığlık sesleri yüksek tavanlı salonu dolduruyordu. Yanındaki tanımadığım kadın ona teselli vermeye çalışarak onunla birlikte ağlıyordu.

Bakışlarımı yine babama çevirdiğimde içime tarifsiz bir acı doldu. Birlikte güzel anılar biriktiremesek de, beni hep güçlü olmak zorunda yetiştirdiyse de ölmüştü işte babam. Gecenin bir vakti, ansızın ölmüştü. Kafasından ve kalbinden 7 tane kurşun. İlk ve son kez, ağlayarak öptüm babamı. Üzerime bulaşan kanı beceriksizce sildim. Arkadan Yoongi tarafından çekiştirilmemle görevliler hemen babamı koydular ceset torbasının içine. Titreyerek, 5 yaşındaki Jungkook masumluğuyla izledim olan biteni. Kalabalığa göz gezdirdiğimde şu an görmeyi en beklemediğim insanı gördüm. Taehyung'ı.

Ağlayan ışıl ışıl gözleri, dağılmış ifadesi, kızarmış burnuyla bana bakıyordu. Hay ömrüne yandığım, diye geçirsem de içimden şuan ki halime benim bile acıyasım gelmişti. Bakışlarımı güzel gözlerinden kaçırıp dışarı attım kendimi. Ellerimdeki kuruyan kana aldırmadan bir sigara yaktım. Yaklaşan adım sesleriyle hyunglarımın geldiğini düşündüm. "Lütfen beni yalnız bırakın, düşünmem lazım" dedim ama karşıdan bir ses gelmedi. Aksine yanıma gelip sessizce beni izleyen onlar değildi. "Beni yalnız bır-" dememe kalmadan "Sadece sessizce oturacağım" deyip oturdu yanıma, soğuk merdiven taşına.

Ne yapacağımı, ne hissedeceğimi, neler olacağını kestirmeye çalışıyordum. Kendimle bir savaşa girmiştim dakikalar içinde. Babam önceden sezmiş olmalıydı tehlikeyi, bu nedenle önlem almıştı ama kim, neden böyle bir işe kalkışırdı ki? Koskoca Jeon Tan Woo'ya suikast düzenlemek hiçbir insanın cesaret edemeyeceği türden bişeydi.

Ama ben bu işin ucunu asla bırakmayacaktım, içimden intikam yeminleri ediyordum. Sigaram bitmiş, sadece gökyüzüne odaklanmıştım. İlk defa böyle bir olay yaşadığım için ne tepki vermem gerektiğini bile bilmiyordum. Öyle dalmışım ki içeriye gidip battaniye getiren çocuğu bile farketmemiştik. Tam yanıma geldiği sırada ayağa kalktım eve geri dönüp anneme bakmak için. Tam o sırada ayağa kalktığını gören çocuk olduğu yerde dikilip kalmıştı. Yanından hızlıca geçtim.

Hemen arkamdan duyduğum o tapılası sesle bütün acım çiçek açtı adeta. Arkamı dönüp baktığımda koşarak bana geldiğini gördüm. Kollarını koskocaman açıp sarıldı bana. Ağlıyordu. Kokusu her zamanki gibi tazeydi. Heyecandan duraksasam da kollarımı beline sarıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım, başından beri bunu bekliyormuş gibi. Temiz kokusunda mayışıp dakikalarca öyle kaldım. Unutmuştum her şeyi bir süreliğine. İyi gelmişti bana, her zamanki gibi. İyice rahatlayın sakinleştikten sonra kafasını boynumdan çekip, son bir kez daha sıkıca sardıktan sonra babasının seslenmesiyle benden ayrılıp yöneldi içeriye. Ben de yarı bitkin, yarı huzurlu adımladım peşinden...

STRAWBERRYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin