Annesi çocuğunun normal bir çocuk olmadığını daha yeni yeni kavrıyordu. İncecik kolundan sıkıca tutup, arabaya doğru sürüklemeye başladı. Annesi şuan çocuğuyla ilgili kafasında kurduğu şeyleri kağıda dökmeye kalksa, kalın bir kitap olabilirdi, içinde belkilerle dolu bir sürü cümleyle. O ise beynine verdiği emirle, aniden düşünmeyi kesmişti. Çünkü düşünse bile neler olduğu hakkında bir sonuca varamayacağını anlamıştı.
Onu değişik yapan düşünceleri miydi? Yoksa, duyduğu sesler ve görüntüler mi?
Yolda iş çıkışına denk gelmelerinden kaynaklanan bir trafik vardı. Otobüsten inen, beklemekten sıkılan bir kaç insan anlaşılan gidecekleri yerlere yürüyerek gitmeye kararlıydılar. Herşey duruyordu, herşey. Duyulan tek şey annesinin ve kendisinin kesik nefesleriydi. Bir de etrafa yayılan tiz korna sesleri. Annesi başını öne doğru eğdi ve sonra narin biçimde kaldırıp, çocuğuna baktı. Gözlerinden endişe fışkırıyordu adeta. Endişenin arka planında ise belli olan tek bir şey vardı.
Sevgi.
Sevginin en güzeli, en asili, en merhametli ve en kutsal olanı. Sırf bir bakış nasıl olurda herşeyin farklı gözükmesine neden olabilirdi? O bakış, kendisini 6 yaşında hissetmesine neden olmuştu. Annesinin belki de ilk defa kulağına fısıldadığı, şevkat dolu "Korkma, ben yanındayım." dediği an gözlerinin önündeydi. Karşısında arabalar değil, arka arkaya dizilmiş sıralar vardı. O minik sıralara oturan, küçük bedenler. Her birisinin yanında ailesinden biri. Her çocuğun farklı farklı renkteki o gözlerinde, onlara ortak olan göz yaşları vardı. Ağlayan gözlerle, etrafa korku dolu bakışlar yolluyordu her biri. İşte o gün geldi aklına. Sonra birden bire kayboldu.
Trafik biraz daha açılmıştı sanki. Daha tenhaydı şimdi. Ağır ağır da olsa ilerleyebiliyorlardı. Nereye gittiklerini bilmiyordu. Hastane kapısına geldiklerinde, hiçbirşeyi anlamıyordu belki, ama inatla hala sormuyordu.Susmayı seçmişti. Arabanın kapısını ses çıkartmaması için, çok yavaş bir şekilde kapatmaya uğraşırken annesi, döner kapının önünde onu bekliyordu. Daha döner kapıya adımlarını attığı anda sterilizasyon yapmak amacıyla, temizlik maddelerinin kokusunu hissetti,burnunun derinliklerinde. Abartıp nefesini tutmaya çalıştı, bir dakika kadar sonra normalden çok daha derin nefes almasi gerekti ki bütün çabaları heba oldu. Koku doldukça ciğerlerine, büyük ihtimalle psikolojik olarak çoğu insanın midesi de bulanmaya başlardı, onda da olduğu gibi. Sevmemişti zaten hiç bu kokuyu. Kim sevmişti ki. Sonradan farketti, koku burnunu değil ruhunu etkilemişti. Sanki, kötü hatta iğrenç bir insan olduğunun altını defalarca çiziyordu bu koku. Belki de koku değildir hatırlattıklarıdır; ağlayan çocuklar, şifa bekleyen hastalar, bağıran ambulans,beklemekten aciz düşen, bekleme salonlarında yarı baygın haldeki bedenler, ölen insanlar, akan kanlardır belkide öyle hissettiren.
Annesi hasta kayıtlarını yapan, beyaz uzun masanın arkasında yalnızca belden yukarısı gözüken 28-29 yaşlarında, sarışın, kirli sakallı bir gençle konuşuyordu. Annesi o gence birşeyler anlatırken, o çevresini gözlemliyordu. Özel hastane olmasının verdiği lüksle, dekorasyonuna çok özenmişlerdi. Acaba hastaların bakımlarına da bu denli özen gösteriyorlar mıydı? diye geçti, beyninin ücra bir köşesinden. Sol tarafta kenardaki, odanın çaprazında gözüken yer, bekleme odası denilen yer olabilirdi. Açık renkle döşenmesinin amacı oradaki hastalara psikolojik bir destek sağlamaktı. Fakat bura hastaneydi, ne kadar psikolojik destek verebilirdin ki hastaya ya da hasta yakınına?
Annesi onu yanına çağırdı ve uzun koridorda ilerlemeye başladılar. Psikolog tabelasının bulunduğu açık mavi renkteki kapının önünde ki koltuklara yerleştiler. İçeriden çağrılmayı beklemeye başladılar. Annesi kırmızı renkteki çantasından telefonunu çıkartmaya çalışırken, çantasıyla duvarların uyum sağladığını düşündü. Annesi telefon rehberinde birini arıyordu.
E harfinde kimi kaydetmiş olabilirdi?
O anda odadan ismini söylediler. Ve annesi bir anlık tepkiyle ayağa kalktı. O, kapıya iyice yaklaşınca elini kapının metal koluna uzattı. Kolun soğuk olması şok etkisi yarattı. Açıp açmamaktan,emin değildi. Emin olduğu tek şey burada olmak istemeyişiydi. Annesinin " Hadi artık" demesiyle, kapıyı açtı. Ve içeriye donuk adımlar atarak, kendilerini ayakta karşılayan yaşlı adama baktı. "Hoşgeldiniz" diye klişe bir kelimeyle başlayarak, oturmalarını eliyle işaret etti. Saçlarının ön tarafları dökülmüş, beyazlamaya yüz tutmuş bıyıkları vardı. Yüzünde azda olsa yaşından kaynaklanabilecek çizgiler yüzünden, şuan ki ruh halini anlayamıyordu.
Annesi ona dönerek, "Sen birazcık dışarıda oturur musun? Hiçbir yere ayrılma, sakın." dedi. O hiçbir yanıt verme gereği bile duymadan, kapıya yaklaştı. O soğuk kolu, tutup tutmama arasında kısa süreli bir paradoks yaşadı. Annesinin bakışlarını üzerinde hissettiği anda, kapıyı açıp koridora çıktı. Bu görüşme ne kadar sürecekti acaba? Vakti değerlendirmek için, birşeylerle oyalanmaya karar verdi. Yerde ki zemine döşenmiş olan, mermerleri kendine kurban olarak seçti. Dama; siyah beyazdı belki ama yerde ki mermerlerin rengi, yeşil ve turuncuydu. İlk bakışta çoğu kişiye damayı hatırlatması zordu. O ise bakar bakmaz çözümlemişti. Damalı zemin hakkında birçok şey duymuştu. Fakat ona göre en ilginç olanlarından biri uzun süre aklını kurcalamıştı. Fakat siyah beyaz değildi burası. Bazı inançlara göre dünyada bir tek var olan canlı biz olmadığımız için onlarla kurulan iletişimin bu zemin üzerinden olacağına inanılmaktaydı, bu değişikti.
Doğru muydu? Bilmiyordu.
Bilse ne değişecekti ki?
Ayağa kalktı ve damalı zeminin turuncu kısmına ayaklarını yerleştirdi. Bir takım sayı dizesi seçti, ona göre zeminde hareket etmeye başladı.
3-Sağ,
2-Sağ,
7-Sol,
4-Sağ,
1-Sol
Bu sayıları neden seçtiğini bilmiyordu. Beyni emir veriyordu ve ona göre hareket ediyordu.
O sırada odada, annesi endişeli ve oldukça üzgün bir tavır takınarak yaklaşık 2 saat önce onun yaptıklarını karşısında onu dikkatle dinlediği mimiklerinden belli olan adama anlatıyordu. Adam hem dinleyip, hem de kara kaplı defterine, siyah mürekkepli bir kalemle notlar alıyordu. El yazısı kullanması ilginçti. Sonuçta el yazısı birinci sınıfta öğretilip daha sonra unutulması istenen, bir yazı stiliydi. Alışılmış her psikoloğun masasının önünde duran, tek yada çift kalemli olan isimlik burada yoktu. Cam masanın üzerinde 5-6 kitap, birkaç not defteri ve ajanda dışında başka hiçbir şey yoktu. Kitaplardan ilk olarak göze çarpan, Tolstoy'un yazdığı ve 125 farklı yazarın belirlediği bir listede zamanımıza kadar yazılmış en iyi roman olarak görülen "Anna Karenina" adlı kitaptı. "Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır." diyerek başlar bu kitap. Göze çarpan diğer kitap ise Dostoyevski'den Suç Ve Ceza'ydı. Yabancı yazarlar tarafından yazılmış ve oldukça bilindik kitaplar okumak dikkatini çekiyor olmalıydı.
Annesi onun hakkında vereceği bütün bilgileri tamamlayınca, psikolog bir süre düşündü ve karşısında ki kadını seyretti. Kadın bundan rahatsız olmalı ki, ayağa kalkıp onu çağıracağını söyledi. Fakat psikolog ona engel oldu ve " Lütfen, siz oturun. Ben hallederim." dedi. Koridora çıkınca, onun ne yaptığını anlamaya çalıştı. Onun yüzünde keşfettiği ilginç mimikleri vardı.
Psikoloğu görünce bi an ne yapacağını bilemedi, sonra dingin bir biçimde psikoloğun yanına yaklaştı. Psikolog kapıyı açarak elini içeriye doğru uzattı. Bu içeriye girmesi için yapılmıştı, galiba. Odaya ikinci kez girdi ve koltuğa ikinci kez oturdu.
---------------------------------------------------
Bütün yorumlar için teşekkürler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Varsayı
Paranormal"Ya Herşey Beyninde Kurguladığın "Bir Oyundan" İbaretse..." Aklınızdan bütün hikayeleri çıkarın. Daha önce böyle bir kitap okumuş olamazsınız. 'Tüm hakları saklıdır.'