Bölüm- 6

111 11 2
                                    

Karşısındaki psikolog birşeylerden bahsederken burnuna kendi ruhunun ölü kokusu geldi. Psikolog annesinin dışarıya çıkıp, ikisini yanlız bırakmasının daha iyi gelebileceğini söyledi. Annesi onun için ne kadar endişelensede onun kulağına eğilip bir kaç sözcük söyledikten sonra, psikoloğa selam verip, odadan çıktı.

Psikologla yaklaşık 1 saatlik seansın ardından, odadan dışarıya attı kendini. Annesi merakla, psikoloğun neler söylediğini sordu fakat cevap alamadı. Annesi çocuğunda birşeylerin değiştiğini farketmişti. Psikologla konuşması iyi gelmiş miydi acaba? Bilmiyordu. Arabalarına yaklaştıkları zaman, o ,bi an yavaşladı. Sonra başını bir yük taşıyormuşçasına arkaya uzattı. O büyük hastaneyi tekrar süzdü. Hastanenin tam şu noktadan görünüş biçimini aklına kazımak ister gibi bir hali vardı. Annesi onun davranışlarını, olaylara verdiği tepkileri anlayamadığı için tek bir söz bile etmedi. O da bekledi. Onun dikkatini çeken şeyin ne olduğunu bulmaya çalıştı. Hastanenin ışıklandırması mıydı? Yoksa, rengi mi? Düşündü fakat kadının aklına hiçbir şey gelmiyordu. 10 dakikadır onun orada ne bulduğunu anlayamamıştı. Ve oradan geçen insanların dikkatini çekmesi hoşuna gitmiyordu. Ne olmuştu çocuğuna? Nasıl bir sorundu bu? Kendisi sitemkar cümleler savuruyordu etrafa, çocuğu ise o sitemkar cümlelerin her birisini ayrı ayrı yok ediyordu, düşünceleriyle.

Başını öne eğdi, annesine yaklaşıp,usulca 'Yeter.' dedi. Annesi 'Ya sen ne biçim bir çocuksun?' diyerek itekledi ve arabaya bindi. Onu herkes, hayatından çıkması için itip kakmıştı zaten, annesi niye yapmıştı? Kimeseye güvenmediği gibi, annesine de güvenmiyordu. Ama yinede, bir aracın altında ezilmiş gibi hissediyordu. Ne olursa olsun annesiydi sonuçta, sevgisini gösteremese bile. Annesi uzun süre kornaya basılı tuttu. Galiba arabaya binmesi gerektiğini hatırlatıyordu. Burası bir hastaneydi ve kornanın hastaları rahatsız edebileceğini düşünememiş miydi acaba? Yavaş hamlelerle, kapıyı açtı ve koltuğa yerleşti. Annesi birşeylerden bahsediyordu, sürekli. Önce sınıftakiler, sonra psikolog ve şimdi de annesi yargılıyordu onu. Annesini sakinleştirmenin bir yolu olmadığını önceki tecrübelerinden biliyordu. O yüzden radyoyu açıp, annesini duymasını engellemeyi daha uygun gördü.


Gecenin belirsiz karanlığında eve ulaştılar. Ve her ikiside odalarına çekildi.

Gece olunca başlardı, insandaki yoğun düşünceler. Karanlık bir oda da, dört duvar arasında, kötü anıları tekrar tekrar yaşardı, çoğu insan.

Onun da isteyip ağlayamadığı, bağırmak isteyip bağıramadığı, içindeki öfkeden bir türlü kurtulamadığı zamandan biriydi.

Cevabını bilmediği o kadar soru vardı ki, hepsi zihnini bulandırmaya yetiyordu. Çözmeye çalıştıkça daha da anlamsız ve karışık gelmeye başlıyordu, sorular. Pencereden odanın içine dolan sigara dumanı, odasını daha da kötü bir duruma getirmişti. Aşağıdaki bahçeye doluşan birkaç genç, sigara içmek için yine orayı seçmişlerdi.

Pencerenin kenarlarından süzülen storun gölgesi düşüyordu yüzüne. Gecenin o soluk ışıkları hareket ediyordu, o pürüssüz yüzünde. İzliyordu. Yoldan geçen birkaç kişiyi, esen rüzgarın etkisiyle savrulan kurumuş yaprakları ve kaldırım taşlarını... Dışarı sessizdi ama ona çok gürültülü bir ortamı anımsatıyordu.

Psikolog tam olarak ne söylemişti de bu hale gelmişti, ilginçti. Zihninde yarattığı hasarı öğrenmekten korkuyordu. Belki de psikoloğun onu yargılamasından hoşlanmamıştı. Tedavi edilemez durumda olduğunu kanıtlamıştı kendine.

Beyninin bir köşesinde bataklık olduğunu düşünüyordu. Kim yardım etmek için harekete geçse, onu da içine hapseden bir bataklık. Onu diri diri yakabilecek kadar kin dolu düşmanlarının varolduğuna emindi. En büyük silahı ise kendi kelimeleriydi, kendi kurduğu cümleler. Hergün yavaş ve ağrılı bir biçimde tükeniyordu.

Ölmek buydu belki de.

Ve çevresindeki tüm insanlar onun bu haline aldırış etmemeye devam ediyordu. Annesi ise kendine, psikoloğa gidince tüm herşeyin birden bire düzeleceğine inandırmayı seçmişti.

Bir ağrı hissediyordu. Neresinin ağrıdığını bulmaya çalıştı fakat bunu bile becerememişti.

Sahi bu ağrı dinmez miydi?

İç sesinden nefret ediyordu. Aslında kendisiyle ilgili herşeyden nefret ediyordu.

Söyleyebilecek çok şeyi varken, anlatabileceği kimsesinin olmamasından kaynaklı sessizliğe mahkum kalıyordu. Onun istediği tek şey, insanların, kendisinin karanlığını ve hasta ruhunu görüp anlamalarıydı. Az da olsa.

Asla acımalarını istemezdi, ama herkeste bilmeliydi yaşadıklarını.

Bir kerede olsa görmelilerdi, o rüyalarını.

Duymalılardı, kendisini çığlık çığlığa ölüme

çağıran sesleri.

Ağrı, bir katran gibi yayılıyordu bedenine. Düşündü;

Eğer sabah olursa, insanlar mutlu olacaktı ama o hiçbir zaman mutlu olamayacaktı. İçindeki sıkıntı daha da yoğunlaştı.

VarsayıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin