'Edebiyat gerçekten daha gerçektir.'
~Söylenebilecek hiçbirşey yoktu. Kimsenin hayatında bir toz parçacığı kadar bile yer edinmemiş olmak, dolapta unutulmuş, çürümüş bir limon parçası gibi hissetmesi onun böyle olmasını sağlayan etkenlerden biri olmalıydı. Güvendiği tek bir kişi bile yoktu. Bunlar oldukça kötü şeylerdi ve neredeyse hemen hemen her saniye bunları yaşıyordu.
Ölüm.
Kimsenin kaçamadığı son. Er yâda geç.
Kimilerine göre sevdiklerinden uzak düşmek, korku.
Kimilerine göre ise , yüzleşme zamanı, sorgu.
Acının son bulacağını düşünen bir grup insan tarafından intihar ile sonlanıp, mutlu olunacağı sanılan çelişki.
Metro durağının nerede olduğunu hatırlaması için 10 dakika kadar süre yeterli oldu. Karşı ki yola geçerken az kalsın aracın altında eziliyordu. Etraftaki insanlardan tepki yağarken, o yüzünde ki ifadeyi bile bozma gereği duymadı. Aracın camından dışarıya uzanan, elmacık kemikleri çıkık adamın ağzından küfürler sokağın ortasına saçıldı. Saçılan küfürlerin arasından yavaşça sıyrıldı. Karşısında arkadaşını gördü. Dudaklarının hizasında küt kesilmiş saçlarıyla, ona her seferinde Mathilda*'yı anımsatıyordu. Dizlerinin üzerinde biten siyah ceketinin içine giydiği mavi çizgili gömlek ve düz tabanlı ayakkabılarıyla çoğu kişinin dikkatini üzerine çekmiş olmalıydı. Bir ismi yoktu arkadaşının, kendisinin olmadığı gibi. Beraber anlaşıp, bir İtalyan Restorantına gitmeye karar vermişlerdi. Arkadaşının böyle bir teklifi reddedemeyeceğine emindi. Çünkü arkadaşı İtalya yemeklerinden başka neredeyse hiç yemek yemezdi. Zaten onun da karnı acıkmış gibiydi, pek de emin değildi.-Acıkıp acıkmadığını çoğu zaman farketmezdi. Sen yemek vermesen, o hiç aramazdı.-
Restorantın içinde açık tonlar ağırlıklı olarak kullanılmıştı. Koyu yeşil sandalyeler, beyaz masalar ile kombinlenmişti. Masanın üzerinde ki açık mavi ortancalar ortama renk katıyordu. Cam kenarında ki masalardan birini seçip oturdular. Garson elinde bir menüyle geldi. Garsona iki kişi olduklarını, bir menü daha getirmesi gerektiğini söyledi. Garson karşısında duran kişiye ters ters bakıp, neler olduğunu anlamaya çalıştı. Yine de ikinci menüyü de getirdi. Yan masalarında oturan dik bakışlı bir adam, onu inceliyordu. Diğer masada oturan kırmızı şapkalı bayan da. Arkasındaki masada, kitap okuyan iki kız bile.
O ne yapıyordu da, bu kadar dikkat çekiyordu?
Arkadaşına ne yemek istediğini sordu. Ve kendiside kısa süre içinde ne yiyeceğine karar verdi. Garsonu el hareketleriyle masalarına çağırdı.
-"Piedemonte usulü sebzeli risotto (Birkaç denemeden sonra anca söylebildi.) ve dometes çorbası istiyoruz.
İlginçti. Çoğu kişi "Piedemonte usulü sebzeli risotto"'nun ne olduğunu bilmezken arkadaşı bunu yiyeceğini söylüyordu. O ise kendisine en yakın gelen domates çorbası yemeye karar vermişti.
Garson siparişleri getirmeye gittiği vakit, o arkadaşıyla koyu bir sohbete daldı. Arkadaşını 2 haftadır görmüyordu. Nerede olduğunu, neden kendisini bu berbat dünyada tek bıraktığını sordu. Arkadaşı ise bu sorularını cevapsız bıraktı. Arkadaşı eskisi gibi gülmüyordu, konuşmuyordu. Yaşadığı olaylar arkadaşını hissizleştirmiş olmalıydı. Düşündü.
Hissetmemek, acının acısıdır derdi hep. Bir acı var ama hiç acıya benzemiyor. Yara kabuk bağlıyor ama hala kanadığını hissedersin. Ama acısını hissetmezsin. Yarı-ölü hali gibi. Tüm hissettiği hiçbir şey hissetmiyor oluşuydu.
Düşündükleri garsonun yemekleri getirmesiyle son buldu. İki tabağı da kendi önüne koyunca, sinirle garsona baktı. Piedemonte usulü sebzeli risottoyu alıp arkadaşının önüne koydu. İçinde mantar ve peynir olduğunu anladı. Domates çorbasını beğenmişti, yani fena değildi. Sol tarafında ki tablo hoşuna gitmişti. Bir kadın potresiydi bu, Jean-Leon Gerome adlı Fransız ressama ait olmalıydı. Kadının başında duran beyaz örtünün kıvrımları ve gölgelendirmesi mükemmel bir şekilde yapılmıştı. Yüzü hafif öne doğru çevrilmiş kadının, iki kaşının ortasında genelde hintli kadınlarda bulunan siyah bir dövme vardı. Çenesine çizilmiş üç siyah çizgi ile dövme uyum içindeydiler. Bunun dini bir anlam içerebileceğine karar verdi.
Arkadaşı saatin geç olduğunu, kendisinin gitmesi gerektiğini söyledi. O ise ısrarcı olup, yarım saat kadar daha oturmasını söyledi. Hem bu sayede annesini arayıp, buraya çağırırdı. Annesi de arkadaşıyla tanışmış olacaktı. Cebinden son model telefonunu çıkartıp annesini aradı. Annesi şoförünü yollayıp, onu aldırtabileceğini söyledi. Ama o şoförü deği, annesinin gelmesini istiyordu. Annesi sürekli arkadaşı olmadığı için kendisini rencide ediyordu. Böyle soylu bir aileden gelen kişi nasıl olurda bu kadar asosyal olabilirdi? Annesini ikna etmek için bir sürü şey söyledi. Zor olsada annesinin o çok önemli işlerini(!) erteleyip, yanına gelmesini sağladı. Şu telaşlı ve endişeli kadın olmalıydı annesi. Siyah ceketin içine giydiği beyaz gömleğiyle, altında ki ispanyol paça pantolonunu kombinlemiş bilindik bir iş kadını modasını yansıtıyordu. Sert bir mizacı vardı. Hafif çıkık burnu, gözlerinin küçüklüğüyle arka planda kalmıştı.
Hızlı ve endişeli bir şekilde onun yanına doğru yürüdü. Annesi ona birşeyler söylerken, sandalyeyi çekti. Oturmak üzereyken o,
-"Anne görmüyor musun yaa?! Arkadaşım oturuyor orada."
Annesi ne diyeceğini bilemedi ve donuk bir yüz ifadesiyle başka bir sandalye çekip, onun tam karşısına oturdu. Neler oluyordu, masada hiç ellenmemiş, demin ki sandalyenin tam önünde konumlandırılmış bir Sebzeli Risotto vardı. Hemen anlamıştı fakat çocuğu bunu hayatta yemezdi ki. Nasıl olurdu da bu yemeği sipariş anlam verememişti. Bunları düşünürken bir şey farketti; çocuğu birisiyle konuşuyordu. Konuştuğu kişiye yemeği beğenip beğenmediğini sordu. Kadın ayağa kalktı ve çocuğunun kimle konuştuğunu görmeye çalıştı. Çocuğunun önüne geçip,
-"Sen kimle konuşuyorsun?" dedi, neler olduğunu anlamaya çalışarak.
O ise gayet sakin ve net bir şekilde -" Anne arkadaşımla konuşuyorum. Neler oluyor sana? Niye garip davranıyorsun? Hiç arkadaşın yok diye rencide ediyordun, ben de seni arkadaşımla tanıştırmak için çağırdım işte." dedi.
Kadın iyi değildi. Bir kabustan uyanmak istercesine birkaç hareket yaptı.
Lakin bu gerçeğin ta kendisiydi.
---
Geciktim.
Farkındayım.
Bölümlerin daha uzun olması gerek farkındayım. Fakat bir aşk hikayesi kadar kolay yazılmıyor, normal bir hikaye değil bu. Yazan kişiden de anlayabileceğiniz gibi.
Yinede uzatmaya çalışıyorum. Umarım, yapıcam.
İyi yada kötü yorumlarınız önemlidir.-Ekte öylesine bir şarkı ve resim var. Resim hikâyede betimlenen restorantta ki tablo.
*Mathilda: Leon adlı filmde ki başrol oyuncusu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Varsayı
Paranormale"Ya Herşey Beyninde Kurguladığın "Bir Oyundan" İbaretse..." Aklınızdan bütün hikayeleri çıkarın. Daha önce böyle bir kitap okumuş olamazsınız. 'Tüm hakları saklıdır.'