{Geçiş bölümü}
Ben hayatı kafamın içinde yaşayan bir insandım. Ve en büyük hatam teoride tasarladığım her şeyin pratikte de aynen işlemesini beklemekti. Ancak, gerçekler maalesef ki hiçbir zaman öyle olmadı. İçinde bulunduğum an bunu kanıtlarmışçasına yavaş yavaş işliyor gibiydi.
Öğlen, işlerin en başında, yıllar önce henüz ben iki yaşındayken ayrılan anne ve babamı aynı eve çağırıp beni anlamalarını beklemek sanırım kurabileceğim ütopyalarının en büyüğünün yıkılışını izlememe neden olmuştu. Teoride bu ânı hesaplarken, doğal olarak annem oğluna -herhalde oğlu olmam bile yeterli bir sebeptir- gururla bakacak ve babamın bir-iki huysuz mırıldanışını bertaraf edip, gün içerisinde eş cinselliğin ne olduğu hakkında sağlam bir konuşma yapacaktık.
Ancak şu ân ne mi oluyordu?
Başımın üstünden uçan vazo ile oturduğum koltuğa iyice yapışırken karşı duvarda kırılışını gözümü bile kırpmadan izledim. Duvarda bıraktığı izi incelemeye devam ederken, derin bir nefes aldım ve kulağıma kuru bir gürültüden fazlası gibi gelmeyen konuşmaları yutkunarak dinlemeye devam ettim.
O ân, o kadar farklı düşünceler vardı ki kafamın içinde, nerede olduğumu bile unutturuyordu.
Tek bildiğim, kimsenin beni tanımadığı yerlere gitmek, Derin bir sessizliğe gömülmek istiyorum. Bir şeyi açıklamak zorunda olmamak ve aynı zamanda konuşmak istiyorum birileriyle, bir şeyler anlatmak istiyorum. Böyle araftaydım işte. Dokunsalar ağlayacak olan halimle, dünyaları karşıma alıyordum.
"Sensin bunun suçlusu duydun mu? Bize zarar veriyorsun. Bir daha asla bu çocuk seninle kalmayacak." Babamın bağırışları gitgide artarken kafamı arkamda kalan anneme çevirdim. Buna izin vermesini asla istemiyordum. Buradan ayrılmak demek, okuldan ayrılmak, dolaylı olarak Taehyung'tan da uzaklaşmak demekti. İtiraz etmek için ağzımı aralasam bile içinde bulunduğum durum aklıma gelince şu an sakin kalmamın herkes adına daha sağlıklı olacağını fark ettim ve bunu aklımdan sildim.
Tüm tereddütlerimi bir kenara bırakıp arkamda tartışan annem ve babama doğru ilerlemek adına koltuktan kalktım. Gerginliğim tüm vücut fonksiyonlarımı etkiliyor, tir tir titriyordum. "Sakin ol Jungkook, yetişkin olduğunu onlara kanıtla." diye telkinlerde bulunmaya başladım kendime. Onlara dönüp boğazımı temizlediğimde ikisi de bana bakmıştı.
Annem ağlamaklı gözlerini kaçırmak için uğraş verirken babam ise tepkisiz bir biçimde bana bakıyordu. "Kimsenin suçu değil." dedim sesimi bulmaya çalışarak. "Bunun normal olduğunu size saatlerce anlatmak isterdim ama dinlemeyeceğinizi biliyorum." Henüz gözlerim dolmamıştı ve sesim titremiyordu. Bu konuda şaka yapmadığımı ve ciddiyetimi anlayacakları kadar net konuşuyordum. Henüz on dakika önce babamın kurduğu cümleler aklıma doluşurken ona döndüm. "Ve hayır, hasta değilim." dedim. Herhangi bir tepki alamadığımda gözlerimi kaçırdım. Kapının yanındaki ince dokumalı hırkayı gözüme kestirdiğimde aklımdan geçen tek şey bu cehennemden bir an önce kaçmaktı.
İçinde büyüdüğüm evin duvarları üstüme gelmeye başlarken, geniş salonu adımlamaya başladım. Arkamdan gelen birkaç mırıltıyı duymazdan gelerek hırkayı aldım ve olabilecek en hızlı şekilde kapıyı açtım ve çıktıktan sonra sertçe kapattım.
Titreyen ellerim; elimde hırka ve sırtımda sadece çaresizliğim ile kapının önünde dikilirken derin bir nefes aldım. Ardından merdivenlere yöneldim ve öylece yürümeye başladım. Yürüdükçe, nefes aldıkça, gözümde tomurcuklanan yaşları silmeye çalıştıkça bu acıya nasıl göğüs gereceğimi düşünüyordum.
Evin sınırlarını aştığımda elimdeki hırkayı sırtıma öylece yerleştirip, ezbere bildiğim sokaklarda ilerlemeye başladım. Kısa bir ân durup etrafıma baktığımda nereye gideceğimi düşünsem de aklıma doluşan isimlerin arasından onun adının öne çıkması ile yürümeye devam ettim.
Gecenin aydınlattığı karmaşık sokaklarda ara ara kaybolurken kaç dakika geçti bilmiyordum. Sarındığım hırka ile garip bakışlar altında sonunda tanıdık sokağı bulduğumda onu görme isteğimin ne denli kabardığını ancak fark edebilmiştim.
Ben yine onun kapısına gelmiştim.
Beni onun kollarına atan yalnızca zavallı sevgim değil, herkesti. Her seferinde yıkılmasına rağmen ütopyamın tüm sokaklarının bir şekilde ona çıkması beni bu sevgiye mecbur bırakıyordu.
Hayat bana istediğimi vermiyordu ancak ben tüm bu acımasızlığa rağmen melankoliye sarılmak yerine ona sarılmayı yeğliyordum.
Hızla yürüdüm evinin bulunduğu apartmana doğru. Nihayet girişi gördüğümde hevesle zile uzansam bile kapının aralık olduğunu son an da fark etmem ile elimi geri çektim ve rutubet kokulu girişe attım kendimi. Yürümemin aksine oldukça uyuşuk bir biçimde merdivenleri tırmandım ve üçüncü kattaki evine nihayet ulaştım.
Kapıyı çalmak için elimi kaldırdığım sırada uyuyup uyumadığını merak ettim ve tekrar geri çekildim. Birkaç saniye kapıyla bakıştıktan sonra yapacak hiçbir şeyim olmadığını anlarken tekrar elimi kaldırdım ve birkaç kez tıklattım.
Çaldığım tahta kapı, duvarları incecik olan bu apartman için oldukça gürültülü bir biçimde açılırken onun uykulu yüzüyle göz göze geldim. Ardından gözüm hemen arkasındaki duvarda bulunan saate kaydı.
00.00
Bu gün belki de ilk kez gülümsedim ve omuzlarıma attığım hırkaya daha çok sarındım.
"İyi ki doğmuşum, ya seni göremeseydim?"
***
Bir süre ara vermiştim buraya bunun için üzgünüm ama hiç giresim yoktu inanın. Neyse bir kısa bölüm daha gelecek sonrası ise final. Başka bir kitaba daha başlayacağım. O kurgu için çok heyecanlıyım bu yüzden kaçırmayın derim. Neyse hepinize güzel günler. Öpüldünüz.
-Mather
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Querencia | Taekook ✞
FanfictionKim Taehyung sanat'a aşık bir adamdı. Jungkook ise onun narsist olduğunu düşünüyordu çünkü kendisi bir sanat eserinden farksızdı. -'Stendhal sendromu' isimli kitabın Taekook uyarlamasıdır. Tüm hakları yazar'a yani @ruenuda'ya aittir.