Üçüncü kattaki evin balkonunda oturup Işıklarla çevrili, büyüklü küçüklü binaları izledim bugün. Karşı binadaki teyze ile konuştum sonra, ''Hallettin mi gönül davanı?'' dedi, usulca kafa salladım. Kahve yaptım ve gürültünün kuşattığı bu balkonda ''Aşk ve Gurur'' okudum biraz.Pek çok şey düşündüm bu süreçte ve kendimle konuştum her zaman ki gibi. Ha bir de pek de geçemeyen geçmişimi ölçüp tarttım iyice. Gerçi henüz on dokuz yaşımda olduğumdan çok da zor olmadı bu. Ben galiba eskiden olduğu gibi sorunlarımı aşmak için çaba sarf etmekten vazgeçiyordum, artık öğreniyordum onlarla yaşamayı. Pek de hayal kurmuyorum artık zaten. Bir gecede büyümek böyle bir şey oluyor zannımca, artık daha realist baktığımı hissediyorum her şeye. Ancak yine de hayatın bir sürpriz yapıp beni her şeyin mükemmel olduğuna inandırmasını bekliyorum. -ve hiç sanmıyordum-
Günümü böylece öldürürken, açılan kapı ile oturduğum sandalyeden kalkarken ortamı hızla kaplamaya başlayan erkeksi nane kokusu ile gözlerimi kısıp derin bir soluk çektim içime. Balkon kapısının pervazına yaslanırken, iyiden iyiye kararmaya başlamış hava yüzünden karanlığa gömülmeye başlayan salonun ortasında dikilirken gözlerimi onun üzerinde gezdirdim.
Vücuduna tam oturan Gucci bir takım, boynunu süsleyen Prada bir eşarp ve parmaklarındaki zümrütler ile ışık saçıyordu. Gözlerimi ondan alamazken, bu ışığın beni kör etmesinden ölesiye korkuyordum. Ara ara gözlerimi kaçırıyor, dikkatimi dağıtmaya çalışıyordum.
Hala ısrarla elimde tuttuğum kitabı hemen ilerideki sehpaya koyduktan sonra onun yanına ilerledim. Gözlerini bana çevirmeden önce bıraktığım kitaba bakarken, memnuniyetle gülümsedi ve bana baktı. Ellerini iki yanımdan belime yerleştirirken, gözlerimin içine baktı ve mırıldandı.
''O güzelim gözlerin hakkını hangi ressam verebilir ki?'' dediğinde hızlanan kalbim ile yanaklarımın kızardığına yemin edebilirdim.
Kısa bir süre sonra zarifçe gülümserken, ''Diyor Jane Austen.'' dedi ve kitabı işaret etti gözleri ile. Göğsünde duran elimle hafifçe vururken gülerek ''Adi herif!'' diye sızlandım ve başımı göğsüne yakın kalacak şekilde omzuna yasladım.
Sadece ay ışığının gizliden gizliye sızdığı salonda öylece sarılırken, olduğumuz yerde sallanmaya başlamıştık. Kalp atışlarını dinlerken, Tanrının benim için en güzel melodiyi onun göğüs kafesine sığıştırmış olmasına binlerce kez şükrettim. Kollarını etrafıma sardığında, kokusu ciğerlerimi kaplarken gözlerimde biriken yaşların akmaya başlaması ile gömleğinin ıslandığını fark etmiş ve kafamı çekmeye çalışmıştım. O ise kafamı iyice omzuna bastırırken, sırtımı sıvazlamaya başlamıştı.
''Ağlama demiyorum ama bugün senin doğduğun gün, Tanrının seni bana bağışladığı günde ağlaman beni kırıyor.'' dedi ve ellerini saçlarıma daldırıp okşamaya başladı.
''Hem bak henüz sen daha fazla yaş almamışken daddy fantezisi mi yapsak?'' Muzip bir sesle söylediğinde, gözlerimdeki yaşlara rağmen şuh bir kahkaha saldım ve ''Düşünebiliriz.'' dedim kaşlarımı kaldırıp.
Her ne kadar esprisini yapsa bile ara ara aramızdaki bu yaş farkına takıldığını ve dışarıdan nasıl durduğunu çokça düşündüğünü biliyordum. O yüzden bunu ona hissettirmemeye çalışıyordum ama anlaşılan o yeterince hissediyordu. Ellerini yanaklarıma sararken, yüzümü omzundan kaldırdı ve az önceki eğlenen sesine inatla oldukça sakin duran yüz ifadesi ile yüzümü tekrar ve tekrar inceledi.
''Yaşlısın deseler de bana, inanmam aynalara, Gençlik ve sen aynı yaştasınız ya!''
Ses tonunu ayarlayıp, araladığı dudaklarından dökülmesine izin verdiği satırlar ile düşüncemi onaylamış gibiydi. Benim doğmama şükrediyordu ancak geç kaldığını düşünüyordu. Tüm dikkatimi bu kez okuduğu şiire verirken, sesindeki o titreyişi hissediyordum.
''Ama zamanın yol yol izler açtığını görürüm de sende,
Anlarım, er geç bana da gelip çatacak ölüm.
Seni baştan ayağa saran şu güzellik var ya,
Yüreğimin en gösterişli örtüsü de o işte benim. Göğsünde yaşadıkça yüreğim, yüreğinse ben de arttıkça,
Kim der ki, nasıl diyebilir ki, senden yaşlıyım?
Yeni doğmuş yavruyu sakınır gibi ebesi,
Taşıdığım yüreğin üstüne ben nasıl titreyeceksem.
Nasıl sakınacaksam kendimi, kendim için değil, senin için;
Öyle sakın işte sen de kendini, ey sevdiğim!''Durdu ve ellerini yüzümden çekti. Alnını alnıma yaslarken, gözlerini kapattı.
"Geri gelir sanma yüreğin, benim yüreğim öldükten sonra; Bana vermiştin onu, unutma, geri almamak üzere bir daha.''
O gün o salonda sarılırken farklı nedenlere sahiptik ama korkumuz aynı yere çıkıyordu. Birbirimiz kaybetmekten ölesiye korkuyorduk. Çünkü elimde bir tek o kalmıştı.
''Gereksiz romantiklikler ile seni pohpohlamak istemiyorum Jungkook. Ama şunu bilmelisin ki, artık kaybedecek bir şeyin var, benim yaşlı kalbim sende. Ve benden cesur olan sen-'' dediğinde kafamı sallamış ve onu durdurmuştum.
''Otuz yaşındaki bir adamın senin kadar cesur olamayışından bahsediyorum sadece.'' dedi ve bu kez beni susturan o oldu. ''Bana daha önce dediğin gibi, seni sen olduğun için sindirmek isteyenlere karşı kuvvetlice kalbimi koru. Olur mu?''
Kafamı sallarken, dudaklarımı dudaklarına yasladım ve gün yavaşça kapanırken huzur içinde pembelerinin tadına vardım.
***
*Bölümdeki şiirin tamamı William Shakespeare'in Sone 22'sine ait.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Querencia | Taekook ✞
FanfictionKim Taehyung sanat'a aşık bir adamdı. Jungkook ise onun narsist olduğunu düşünüyordu çünkü kendisi bir sanat eserinden farksızdı. -'Stendhal sendromu' isimli kitabın Taekook uyarlamasıdır. Tüm hakları yazar'a yani @ruenuda'ya aittir.