Umut, umut çok önemli bir şeydi aslında.
İnsanı hayata bağlayan, ayakta tutan şey umuttu.
Umudu biten insan susuz kalmış çiçek misali solar, yapraklarını döker ve en sonunda ölüme giderdi.Umutsuzluk bu yüzden çok tehlikeliydi. Umutsuzluk demek ölüm demekti.
Ben Masal, Masal Yağcı. Ayhan ve Dilan Yağcı'nın biricik(!) kızları.
Annemin ölümüyle hayata 1-0 geride başlamıştım.
Annemin ölümünden beni sorumlu tutan babam ve abilerim, hayatı bana zindan etmişler; yapraklarımı dökmüşlerdi.
Şimdi yaralı vücudum ve ruhumla birlikte öksüz bir kız çocuğuydum.
Oysa bu gencecik yaşımda yaşıtlarım gibi olabilmeyi ne kadar da çok isterdim...
Öksüz, yetim, kimsesiz, yapayalnız Masal...
Ne kadar da acınası değil mi?
Tam 17 yıldır bu zindanda hapistim.
Onlar benden ne kadar nefret etseler de babasına ve abilerine âşık bir kız çocuğuydum ben.
Sevgili babacığım ve sevgili abilerim, o kadar çok isterdim ki beni sevmenizi.
İçine daldığım düşünce bulutundan beni odamın kapısının hızla açılması uyandırdı.
Bu evde hiçbir zaman kapım çalınmamıştı. Onlar için bir hayvandan farksızdım.
Ben bir katildim, ben annemin katiliydim.
Ben katil olarak doğmuştum ve şimdi bu evde bir katil olmanın cezasını çekiyordum.
Çektiğim her acıyı hak ettiğimi bilsem de bir yuvamın olmasını istemekten kendimi alamıyordum.
Odaya giren en büyük abim, Samet'ti. Elleri biz düşük gelirli ailelerin asla göremeyeceği kadar zengin işi markaların çantaları ile doluydu.
Çantaları üzerime fırlattı. Korkuyla ellerimi yüzüme siper ettim.
"Bu çantaların içindekileri al, süslen püslen. Saat altıya kadar vaktin var. Hızlı ol!"
Korkuyla başımı salladım. Onu kızdırmak istemiyordum.
Memnuniyetle gülümsedi ve odadan çıkıp gitti.
Ona neden bunu yapmam gerektiğini sormadım, soramadım. Bu evde sorgulamak da yasaktı. Onlar ne derse desinler yapmak zorundaydım.
Saat altıya sadece bir saatten biraz fazla vardı. Abimin bana verdiği poşetleri açtım, içindekileri çıkardım. İçlerinden çıkanlara hayran kalmıştım. Şu dizilerdeki zengin kızların giydiklerinden onlarca parça vardı. Mavi, diz altı, dantelli bir elbiseyi beğendim ve onu kenara ayırdım. Altına düz, mavi topukluları giydim.
Birkaç defa evimize görücüler geldiği için mahalle kuaförümüz Neslihan abla nasıl makyaj ve saç yapmam gerektiğini bana göstermişti. Onun gösterdiği kadarıyla makyajımı yaptım. Saçlarımı maşlayıp önden aldığım tutamları arkamda tutturdum.
Omzumda biten, küt saçlarıma hüzünle baktım. Ne kadar açık kumral saçlarıma âşık olsam da babam onlara bakmak için çok fazla para harcadığımızı söyleyerek kesmişti.
Odamdaki Türk Hava Yolları'ndan alınmış beyaz saatte baktığımda sadece on dakikamın kaldığını fark ettim.
Odamdan dışarı çıkıp salona geçtim. Abilerim ve babam salonda oturmuş muhabbet ediyorlardı.
Benim içeri girmemi umursamadılar. Bir kenara geçip öylece bekledim.
Bir süre sonra kapı çaldı. Küçük abim İsmail kapıyı hevesle açtı ve gelen kişiyi neşeyle karşıladı.
"Hoş geldiniz efendim. Buyurun salona."
Abimin hemen önünde içeriye bir adam girdi. Sert bakışları, orman yeşili gözleri, hafif uzun ve kumral saçları, yapılı bedeniyle beni kendine hayran bırakmıştı.
Paltosunu çıkardı ve koltuklardan birinin üzerine bıraktı. Şimdi üzerine tam oturan siyah gömleğinden kol ve karın kasları daha da belli oluyordu.
Paltosunu bıraktığı koltuğa oturdu. Abimler ve babam adama hevesle bakıyorlardı.
Babam bana döndü. Sertçe baktı, ardından neşeli ve imalı bir sesle konuşmaya başladı:
"Müstakbel kocana hoş geldin desene kızım."
Şok olmuştum. Müstakbel kocam mı? Bu adam beni görücüye mi gelmişti yani? Ben evlenecek miydim? Ama ben henüz on yedi yaşındaydım. Reşit bile değildim ki!
"Ama baba. Ben on yedi yaşındayım. Evlenmek istemiyorum."
Babam sertçe bana baktı. Adam kızmışa benziyordu. Babam, hızla ayağa kalktı ve bana yaklaşarak sıkıca kolumdan tuttu.
"Ne demek evlenmeyeceğim? Buna sen mi karar vereceksin? Ben senin babanım! Evleneceksin dediysem evleneceksin!"
Korkuyla kolumu geri çekmeye çalışsam da başaramadım.
"Ama baba..."
Diyebildim sadece. Babam sinirle bana tokat attı. Yere düştüm. Çoktan ağlamaya başlamıştım. Dudağım sızlıyor, ruhum yanıyordu.
Yeşil gözlü adam, bana yaklaştı. Elinde beyaz bir mendil vardı. Cebinden çıkardığı şişedeki sıvıyı mendile döktü, mendille ağzımı ve burnumu kapadı.
Amacını anlamıştım, beni bayıltacaktı. Çırpındım, dakikalar boyunca çırpındım fakat kurtulamadım. Karanlıkta kaybolmadan önce duyduğum son sözler şunlardı:
"Karanlığıma aydınlık olacak kadın. Sonunda benimsin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yer Altının Hükümdarı +18 (Kitap Olacak!)
Chick-LitFare Yayınları farkı ile kitap olacak! Bir adam vardı. Gece kadar karanlıktı, bu karanlığın içinde kaybolmuştu. Ateş Metehanoğlu Elleri kan kokan adam. Dünya'yı avuçlarının içinde tutan adam. Onu hiçbir şey yenemezdi, yenememişti. Ta ki mavi gözlerl...