Şarkılar çoğunlukla hepimize farklı duygular hissettirir. Bu bölümü okurken hissettiğiniz duyguları hissedeceğiniz şarkılar bulmanız dileğiyle...
2 SENE ÖNCE
Çoğumuz kısıtlı yaşamımız boyunca mutlu olmak için çabalıyorduk. Bu çaba bana her zaman anlamsız gelmişti çünkü mutluluk bir duygu değildi. Mutluluk, karşımızdakinin bize olan sevgisini en belirgin şekilde hissettiğimiz kısacık bir andan ibaretti. Biz insanlar birbirine muhtaç yaratıklardık ve bu muhtaçlık bizim en zayıf noktamızı oluşturuyordu. Zayıf noktamızın çoğu zaman sevgi olduğunu düşünsek de zayıf noktamız sevgisizlikti. Zayıflığımızı örtmek için çoğu zaman mutsuzluğun kollarına sığınıyorduk çünkü mutsuzluğun içinde ayakta kalabilmek için ihtiyacımız olan yegane şey vardı, acı. Mutsuzluk içimizdeki acının en belirgin hissedildiği zamanlardı. Mutluluğun aksine oldukça uzun bir zaman dilimiydi mutsuzluk ama mutsuzluğu mutluluktan ayıran gerçek bu değildi. Mutsuzluğu mutluluktan ayıran gerçek acılarımızı bizim yaratıyor olmamazdı. Acılarımız bizim yansımalarımızdı; korkularımızdan, gerçeklerimizden, öfkemizden, sevgisizliğimizden yaratılan bir yansıma. Acı değişik bir duyguydu, içinde bütün duyguları taşımasına rağmen hissedebildiğiniz tek şey acı olurdu. Sevgi ile acının en benzer yanı buydu işin sonunda sadece onları hissediyor olmanız. Bu yüzden sevgisizliğimizin yerini acılarımızla dolduruyorduk. Acı bazılarımıza zayıflıklarımızı kapatıp kendini güçlü hissettirecek gücü verirken bazılarımızı uyuşturuyordu.
Ben uyuşan taraftaydım, kulağa geldiği kadar acınası değildi. Uyuşmak bütün duygularınızdan yoksun bir şekilde boşluğun içinde savrulmaktı. Duygusuzluk sizi bütün zayıflıklarınızdan arındırıyordu ancak bütün güçlü yanlarınızıda yanında götürüyordu. Uyuşmanın da ötesinde başka bir gerçeklik var mıdır? Bilmiyorum çünkü kocaman bir boşluğun içinden daha önce hiç tanışmadığım bir karanlığın içine çekilmiştim. Başlarda beni yutan başka bir boşluk olduğunu düşünmüştüm ancak karanlık bir gökyüzünde olduğumu anlamam uzun sürmemişti. Bildiğiniz ya da aklınıza gelebilecek bütün gökyüzülerinden farklıydı. Bir aidiyetlik istiyordu. Hemde aydınlıktan oldukça uzak, soğuk ve karmaşık gökyüzünde yaşayabilecek birinin aidiyetliğini istiyordu.
O gökyüzüne nasıl geldiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu, tek bildiğim tutunamazsam düşeceğimdi. Hemde alevler içinde olan bir yeryüzüne. Sanki bütün uyuşukluk bedenimi terk etmişti. Bir çok duyguyu bir arada hissediyordum ama en belirgini korkuydu. Bilinmezlikten mi, tutunamazsam beni bekleyen alevlerden mi yoksa tekrardan hissetmeye başlamış olmaktan mı korkuyordum? Emin değildim, en azından o zamanlar.
Ben o gökyüzüne savrulduğumdan beri oraya aittim. Başlarda bunu anlayamadığım için çok direnmiştim bu da her defasında beni alevlere daha çok yaklaştırmıştı. En sonunda tutunmaya çalışmaktan vazgeçtim en iyi bildiğim yolu tercih ettim, savrulmayı. Alevlerin arasında yanıyor olmayı beklerken karanlık gökyüzünün ortasında parlıyordum.
Aslında bilinmezlikten de tutunamamaktan da yeniden hissettmekten de değil sadece kaybetmekten korkuyordum. Ait olduğum bu gökyüzünü kaybetmekten korkuyordum çünkü ben hep ait olduğu yeri arayan kızdım. Şimdiyse en büyük korkumun pençeleri arasında debelenip duruyordum.
"Cesur."
İsmini ilk öğrendiğimde birkaç gün içinde zihnimin çöplüğüne gömülecekti. En azından ben öyle sanmıştım, o gün ismin dudaklarımın arasından umursamazca dökülmüştü çünkü yabancıydın bana. Şimdiyse ismin dudaklarımdan değil ruhumdan dökülüyor, bu sefer yabancı olan sen değilsin benim. Sensizliği yabancıyım.
Ölüm sevdiklerime ilk kez uğramıyordu ama bu sefer ki farklıydı. Bu sefer ki benden de bir şeyler götürüyordu, ruhumu alıp bedenimi yeryüzüne hapsediyordu. Bakmaya doyamadığım ela gözleri kapanmamak için direniyordu. Etrafı kan kokusu sarmıştı, Cesur'un kanın kokusu.
"Cesur."
İsmi dudaklarımdan bir fısıltı gibi tekrar döküldü.
Bir an için gözleri gözlerimi bulduğunda gülümsedim. "İyi olacaksın. Beni bırakamaz..." sözlerimi tamamlamama izin vermedi. Piyanonun üstünde süzülürken görmeyi düşlediğim parmakları dudaklarımın üstünde gezindi.
"Unutma yıldızlar sadece karanlıkta parlar."
Bu Cesur'un diliydi, bu Cesur'un bana olan aşkının diliydi.
"Benim parlayabileceğim tek karanlık senin gökyüzünün karanlığı."
Bu benim dilim, benim Cesur'a olan aşkımın dili.
Acı ve sessizlik bu da ölümün diliydi. Ölüm Cesur'u kollarımın arasından aldı, onun yerine sessizlik ve acıyı bıraktı. Karanlık gökyüzünü sakladığı gözleri kapandı. Her dokunduğumda parmaklarımın altında alev alev yanan tenine hissiz bir soğuk işlenmişti. Öptüğümde beni gökyüzünün keşfedilmemiş yerlerine götüren dudaklarının üzerinde kalbimi hızlandıran gülümsemesi yoktu. Üzerimize bulaşmış kanın kokusundan başka bir şey yoktu.
Ben Saye İnan.
Sevdiği adam kollarının arasında ölen kadın.
Kendinize özel kıldığınız şeyleri paylaşmak oldukça zordur ancak onların zihnimin içinde hapis kalmasını istemedim. Bu yüzden ilk kurgumla karşınızdayım.
Yorumlarınızı bekliyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YILDIZLAR SADECE KARANLIKTA PARLAR
Teen FictionHayatın acımasızlığı sırtınızı bir mezar taşına yaslamak zorunda kaldığınızda başlıyor. Hemen arkasından akan zamanı durduramamanın çaresizliği çalıyor kapıyı. Bir yanınız zaman aksın geçsin istiyor acınız hafiflesin diye. Bir yanınız da dursun isti...