Arkadaşlarıma yaptığım kısa süreli güzel mi, değil mi? Cesur&Saye gibi darlamalardan sonra kurgumun ilk bölümüyle karşınızdayım. Umarım beğenirsiniz.
Keyifli okumalar
Sezen Aksu - Bir Çocuk Sevdim
GÜNÜMÜZ
Hayatın acımasızlığı sırtınızı bir mezar taşına yaslamak zorunda kaldığınızda başlıyor. Hemen arkasından akan zamanı durduramamanın çaresizliği çalıyor kapıyı. Bir yanınız zaman aksın geçsin istiyor acınız hafiflesin diye. Bir yanınız da dursun istiyor unutmamak için. Söz konusu zamanken bir şeyler istemek aptalığın sözlük tanımı oluyor çünkü zaman sadece kendi bildiğini okuyor.
Saatlerdir Cesur'un mezar taşına yaslanmış bir şekilde susuyordum. Öldüğünden beri bu mezarın başı ikinci evim olmuştu resmen. Buna rağmen her geldiğimde ne konuşacağımla ilgili sayamayacağım kadar çok tereddütüm oluyordu. Günlerinin çoğunu mezarlıkta geçiren biri olarak diğer insanları gözlemleyecek bolca fırsatım olmuştu. Ölülere hep iyi şeyler anlatılıp, söyleniliyordu. Yaşarken yapılanların aksine.Bense ne iyi ne kötü söyleyecek bir şey bulamıyordum. Yaşarken ruhumu okuyan bir adamın mezarının başında ne söyleyebilirdim ki, üstelik ruhumu onun yanına gömüşken. O yüzden en iyi bildiğim şeyi yaptım ve sessizliğimi kucakladım.
Sessizlik, yalnız bir insanın tek gerçeği haline gelebiliyordu. Geçirdiğim son iki seneyi düşünürsek benim için gerçekten daha fazlasıydı. Hayatımdaki bütün boşlukları sanki sessizlikle doldurmuşum gibi. Hayatımıdaki bütün boşlukları sessizlikle doldurmamın sebebi belki de giderken herkesin bana kocaman bir sessizlik bırakmasındandır.
Ayağa kalktım. Canımın hala ilk gün ki gibi acımasına rağmen, sessizliğimin içine işlemiş yalnızlığıma rağmen, ölmek istememe rağmen kalktım çünkü tutulacak sözlerim var. Mezar taşının üzerine dudaklarımı bastırdım ve ilerlemeye başladım. Mehmet amca mezarlıktan çıkarken umutsuz vakaymışım gibi baktı. Cesur ölümünün ilk zamanları mezarının başında ağlayarak uyuyordum, günümün çoğu saatini mezarının başında susarak geçiriyordum. Dayım neredeyse her gün beni zorla eve götürüyordu. Bir süre sonra geçirdiğim zaman azalmaya başladı ama unuttuğum ya da acısı geçtiği için değil. Sadece ona verdiğim sözleri tutabilmek için, asla gelmekten vazgeçmedim. Her gün geldim bazen konuştum, bazen ağladım bazen de sustum ama hep geldim. Mehmet amca eskiden bana nasihatlar verirdi diğer herkes gibi ama dinlemeyeceğimi anladığından beri nasihatları kesmişti. En azından herkes gibi konuşarak beni yormuyordu o yüzden acıyan bakışlarına bile katlanabilirdim.
Dersimin başlamasına az kaldığı için eve uğramadan direk okula geçmiştim. Hocanın birkaç adım önünde derse girdiğimde bulduğum ilk boşluğa geçmiştim. Bütün dikkatimi derse vermeye çalışsamda gözüm durmadan saatime takılıp duruyordu. Çoğu zaman olduğu gibi bu sabahta derse odaklanmakta zorlanıyordum. Sabahları kafamın pek çalıştığı söylenemezdi.
Sonu gelmeyecekmiş gibi geçen bir dersin ardından eşyalarımı toplamaya başlamıştım. Çok düzenli bir insan olduğum söylenemezdi, özellikle kafam bir işle meşgulken. Notlarım, çıktılarım, kalemlerim hepsi bir yana dağılmıştı. Saatime baktığımda Alya'nın dersinin bitmesine daha çok zaman olduğunu gördüm yani eşyalarımı rahat rahat toplayacak ve kendime kahve molası yaratacak kadar vaktim vardı. Kabanımı giyindikten sonra atkımı gelişi güzel boynuma dolamıştım ardından çantamı da alarak sınıftan çıktım. Koridora adımımı atmamla tanıdık bir ses geldi.
"Saye."
Sesin geldiği yöne döndüm, Barış hızlı adımlarla yanıma geliyordu. "Seni yakaladığıma sevindim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YILDIZLAR SADECE KARANLIKTA PARLAR
Teen FictionHayatın acımasızlığı sırtınızı bir mezar taşına yaslamak zorunda kaldığınızda başlıyor. Hemen arkasından akan zamanı durduramamanın çaresizliği çalıyor kapıyı. Bir yanınız zaman aksın geçsin istiyor acınız hafiflesin diye. Bir yanınız da dursun isti...