. . .
Ellerindeki kendine bile faydası olmayan fenerlerle ormanın derinliklerine dalarken sanki onlara inatmış gibi ters esen rüzgar saçlarını oradan buraya savuruyordu.
"Hızlı olun!"
En önde ilerleyen kızın tıslarmış gibi çıkan ince sesi ıssız bir o kadar da ürkütücü ormanda cılız bir şekilde yankılandı. Sonunda dördünün gözü yosunla çevrelenmiş köhne mezar taşlarına ilişince oldukları yerde durdular. Ardından hepsinin suratına memnun bir gülümseme yayılıverdi.
Mezarlığa doğru ilerlerken arkalarında agresif adımlarla yürüyen kız huysuzca "Yoruldum! Artık omzum kopacak." deyip bulunduğu yere oturdu. Rosé, "Lisa, her an biri bizi görebilir farkındasın umarım. Şimdi kaldır o koca kıçını ve düş önüme." diyerek karşılık vermiş, sinirli ve hafif bıkkın bir ifadeyle oturan kızın kolundan tutup hızla ayağa kaldırdı.
O mezarı hemen bulmalılardı. Eğer onları biri fark edecek olursa sonları pek iyi olmayacaktı. Neyse ki bu ormana girme cesareti gösterecek onlar dışında kimse yoktu, yani öyle umuyorlardı. Buraya gelen kişiler ya kafayı yemiş olmalı ya da bir şey arıyor olmalıydı, şu an onların bir şey arıyor olduğu gibi.
"Nerede bu lanet meza-..hah!"Jisoo gördüğü birkaç yeri çatlamış mezar taşının üzerinde tanıdık ismi görmesiyle duraksadı. Üzerindeki toprak ve yosunları temizleyerek o kişi olup olmadığından emin olmak isterken sol dizini mezarın etrafındaki mermere yerleştirdi.. Oldukça pislenmiş mezar taşı temizlerken eline eldiven giydiği için şanslı olduğunu düşündü.
"Bingo.."
"Doğru mezar olduğuna emin misin?"
Rosé, önüne düşen sarı saç tutamlarını kulağının arkasına sıkıştırırken tereddütle sordu. Sırtında taşıdığı çantayı yere bıraktı. Jennie tek elini beline yerleştirip kalçasını kırdı ve diğer eliyle de mezarlığın üstünde açmış çiçekleri gösterdi. "Sence bu güzelim çiçekler bu denli verimsiz toprakta nasıl yetişti?"