medya: dolu kadehi ters tut - yangın
yangın dört yanımda,
tutuşacağımı bile bile ateşe uzandım.
ve yine yandım, ama yine yandım.
biri ruhumu söndürür sandım.
ve buna inandım ama yine yandım.hoseok uyuduğu birkaç saatin sonunda uyandığında bütün kemiklerinin sızladığını hissetti. en son koltukta annesinin hayaliyle uyuya kalmıştı.
kafasının açıldığını hissedince lanet etti. artık eskiden aldığı doz ona yeterli gelmiyordu. iki hap onun neredeyse bir gün kafası dumanlı gezmesine sebep olurken şimdi bu yarım güne düşmüştü.
artık daha çok sikilmem gerek, diye düşündü.
midesi boş olduğu için garip sesler çıkartırken olmayan iştahıyla bu sesleri nasıl susturabileceğini düşündü. hoseok annesi gittiğinden beri doyasıya yemek yemenin ne olduğunu unutmuştu.
büyüme çağında bile ne yetimhanede ne babasının yanında yeterli beslenememişti. o günlerden sonra da midesi küçülmüştü, şimdi istese de yiyemiyordu.
kaç günlük olduğunu kestiremediği, muhtemelen seokjin'in getirdiği ekmekten ağzına tıktı. yuttuktan sonra öğürecek gibi olmuştu, genç çocuk belki de en çok yemek yenilen yaşlarda bir parça ekmeği bile zor geçiriyordu boğazından.
çift vardiya yaparak alabildiği telefonundan saate baktı, eli yanlışlıkla kameraya çarpınca birden yüzüyle karşılaştı. göz altları mor, göz kapakları şişkin, dudakları kupkuruydu. çok solgundu, bakışları hüzün doluydu.
acıdı kendine hoseok.
zamanının olduğuna karar vererek duşa girdi. masada o bir parça ekmeğin bile yarısı duruyordu. hoseok yiyemiyordu, uyuyamıyordu.
hoseok yaşayamıyordu, bütün nefesleri göğsüne batıyormuş gibi hissediyordu.
ruhu çırpınıyordu, serbest kalmak istediğini haykırıyordu ama hoseok annesinin masum yüzünü aklına getiriyor ve dayanmaya çalışıyordu.
en azından kendi canına direkt kıyacak kadar cesaretli değildi, hapların bunu bir şekilde halletmesini umuyordu. iki üç ay olmalıydı başlayalı, acaba kaç yıla ölürdü?
suyun sıcaklaşmasını beklemeden direkt kafasından akıtmaya başladı. hem fazladan su faturası ödemek istemiyor, hem de soğuk suyu hissetmekten rahatsız olmuyordu.
hoseok'un içi o kadar hisliydi ki dışarıda olan biten hiçbir şey onu etkilemiyordu.
akıp giden suyun içindeki katranı da çözmesini istedi. suyun ısısını arttırdı, arttırdı, arttırdı. hiçbir faydasının olmadığını anladığında duş başlığını yere attı ve suyu kapattı. sadece artık huzur istiyordu, mutlulukta gözü yoktu.
kısaca kurulanıp üstüne bir tişört geçirdiğinde omuzlarının yandığını hissetti, büyük ihtimalle az önceki su tenini haşlamıştı. bir bu eksikti, diye düşündü hoseok.
tamamen hazırlanıp evden çıktığında ıslak saçlarına ve soğuk havaya rağmen giydiği incecik kıyafetlere vuran rüzgara karşı bedeni titredi. alt çenesi de titremeye başladığında bu hoseok'a küçükken ağladığı anları hatırlattı.
her zaman önce çenesi titrerdi, sonra sol gözünden yaş gelirdi. dişlerini sıktı hoseok, ağlamak istemiyordu. eskiyi hatırlamak onu her zaman üzerdi ve o her zaman hatırlardı.
hızlı adımları sayesinde çok da uzak olmayan iş yerine geldi. düşük bütçeli bir kafede çalışıyordu ama en azından günlük ihtiyaçlarını karşılamaya yetiyordu. kafenin sahibine bir selam verdi ve her zaman yaptığı gibi mutfağa yöneldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
house of balloons | sope✓
Fanficbu haplar bir nevi de yardımcı oluyordu. hoseok rahatladığını hissetmeye başlamıştı. annesi şimdi, hoseok'un ellerini tutuyor ve iyi yemek yemediği için ona kızıyordu. hoseok gülümsüyordu. "anne," diyordu. "senin kadar güzel yapamadığım şeyleri yap...