hoseok, seokjin ile birlikte kafeden çıktı, diğer akşamlar kadar soğuktu ama hoseok hiçbir şey hissetmiyordu. seokjin onu sorularıyla terletmiş, sonra da hiçbir şey olmamış gibi bulaşıkları bitirmesine yardım etmişti.birkaç adım attıklarında hoseok arkalarından gelen tanıdık sesi duydu ve refleksle arkasını döndü. seokjin de gelen sesin kaynağına döndüğünde içindeki sinirin sahibinin tam karşısında dilildiğini gördü.
sokak ışığının aydınlatmaya yetmediği sokakta yoongi'nin sadece yüzü parlıyor, bu da havada süzülen bir kafa görüntüsü veriyordu.
yoongi onları durdurmayı sağladığında adımlarını hızlandırdı ve birkaç büyük adımda yanlarına ulaştı. hoseok, yoongi'yi merakla izliyor, ne için geldiğini anlamaya çalışıyordu.
yoongi, ikisine bir baş selamı verdi. içten içe geldiği için kendini tebrik ediyordu. seokjin ile hoseok'u yalnız bırakmak istediği son şey bile değildi. seokjin'in hislerini en iyi yoongi anlıyordu çünkü hoseok'a bakışları bile kendisininkiyle aynıydı.
sadece seokjin daha masum ve insancıl görünüyordu, yoongi ise sorunlu olduğu belli olan, insanların uzak durduğu biriydi. bu fark yoongi'ye köyü hissettirdi. hoseok'un seokjin'le daha mutlu olacağını bağıran iç sesi yoongi'nin boğazının gıcıklanmasına ve birkaç kez öksürmesine sebep oldu.
yoongi, hoseok'un bir açıklama beklediğinin farkındaydı. "senin evinde bir şeyimi unutmuşum... çakmağımı, dedemden kalmıştı."
bulduğu ilk yalan buydu ve pek de mantıklı görünmüyordu, zaten hoseok'un değil, seokjin'in inanması için söylemişti. seokjin gibi insanları bilirdi, çabuk güvenen ve söylenen her şeye inanan tiplerdendi.
seokjin ise durumdan son derece hoşnutsuzdu. üçü de her şeyin farkındaydı ama değillermiş gibi davranıyorlardı, seokjin daha fazla bunu sürdüremedi.
"hoseok'un peşini bırak."
üçü de yoongi ve hoseok arasındaki ilişkinin yoongi sayesinde oluşmadığını biliyordu.
hoseok uyarmak ister gibi seokjin'in kolundan tuttu. "hyung... konuştuk bunları, hadi lütfen evine git."
bu durum yoongi'yi sinirlendirmişti, hoseok normal zamanlarda kendi isteğiyle yoongi'ye dokunmazdı bile, her zaman çekingen davranırdı.
seokjin, hoseok'tan kolunu kurtardı. gencin yüzündeki yorgunluğa kıyamıyordu, daha fazla soğukta dikilmesine gönlü razı gelmedi. ikisini orada bırakıp uzaklaşırken elini göğüs kafesine sokmuş ve kalbini sökmüş gibi hissetmişti. birkaç damla geceye karıştı ve seokjin karanlık sokakta kayboldu.
yoongi, hoseok'un elinden tutup yürümeye başladı. asıl amacı hoseok'un geç saatte eve tek gitmemesiydi, yoongi bunu gerçekleştirecekti. genç ve cılız bir çocuktu ve bu sokaklar asla tekin değildi.
hoseok ise sabah neşeli olsa da bunu kaybetmişti çünkü hem seokjin'in söyledikleri aklını kurcalıyor, hem de bu elinin sıcaklığı soğuk eline geçen adam kafasını karıştırıyordu.
"neden geldin hyung?"
"söyledim ya, çakmağım sende kalmış."
hoseok, elini yoongi'nin pantolonunun cebine atmış ve eline değen metalle sırıtmıştı. eline alıp incelediğinde bunun yoongi'nin bahsettiği dedesinden kalan çakmak olduğunu gördü. bozuntuya vermeden kendi cebine attı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
house of balloons | sope✓
Fanficbu haplar bir nevi de yardımcı oluyordu. hoseok rahatladığını hissetmeye başlamıştı. annesi şimdi, hoseok'un ellerini tutuyor ve iyi yemek yemediği için ona kızıyordu. hoseok gülümsüyordu. "anne," diyordu. "senin kadar güzel yapamadığım şeyleri yap...