Kafeteryada oturmuş bir saattir Jeongin'in gelmesini bekliyordum. Her zamanki gibi köşelere çekilmiş kendime en iyi gözlem noktasını oluşturmuştum. Jeongin birlikte yemek yemek istemişti ama hala yoktu ve ben sabah evde yemek yemediğim için manyak derecede acıkmıştım. Yine de beklemeye devam etmekte sorun yoktu çünkü şu an manzara aşırı iyiydi.
İleride üç masa çaprazda Hyunjin ve arkadaşları duruyordu. Biraz kalabalıklardı ama Hyunjin'i seçebiliyordum. Siyah saçlarını topuz yapmıştı ve sütlü kahve renginde bir gömlek giymişti. Geniş omuzlarının hakkını en iyi bu şekilde veriyordu gerçekten. Diğerleriyle konuşmayıp arada bir gülüyordu, o gerçekten hem bu kadar sessiz hem de bu kadar sosyal ve eğlenceli nasıl oluyordu, anlamıyorum. Dışarıdan ona baktığınızda o hep sessizdi çünkü. Belki de onun cazibesi ve yakışıklılığı popülerliğini sağlıyordur. Bilemem.
Hyunjin her zaman iyi görünürdü. Ruhsal ve fiziksel olarak. 10 yıldır her gün ama her gün onu izlemiştim ama bir kere bile mutsuz görmemiştim çünkü onu. Açıkçası bu çok tuhaftı çünkü Hyunjin aşırı duygusal bir kişilikti. Neye göre duygusal onu bende anlayabilmiş ya da tarif edicek nitelikte değildim ama o sanki müzikalden çıkmış edası veriyordu. Davranışları, hobileri, her şeyi adeta hayatı dolu dolu yaşamak içindi. Benim aksime.
Ben genelde bilgisayar başında olan bir robottum. Hayat ondan ibaret derler ya, gerçekten öyleydi benim için. Zaten Jeongin ile de oyundan tanışmıştık. Üç yıldır birlikte oyun atıyorduk ve bu sene okuduğum üniversiteye gelmişti o da. Aslında onu ilk gördüğümde çok şaşırmıştım, hatta ne yapacağımı bile bilememiştim. Tek dediğim 'gerçekten mi?' demek olmuştu çünkü ben tam bir iletişim özüzlüsüydüm. Genelde birlikte olduğumuzda o konuşurdu. Çünkü ben ne diyeceğimi hiçbir zaman bilmezdim. Zaten oyun dışında da arada bir takılırdık. Neticede o, benim aksime daha sosyaldi ve kesinlikle tam bir eğlence delisiydi. Anlayamadığım nokta da buydu, onun gibi birinin benimle arkadaşlık kurması değişikti. Yine de bana ayak uydurması hoşuma gittiğinden bu durumu sorgulamıyordum.
"Hyung hiç sıkılmıyor musun? Kanal değiştir artık." Dediği şeyle gözlerimi devirmem bir oldu. Elindeki fast-food poşetlerini masaya bırakıp karşıma oturan Jeongin'e döndüm. Nedense nefes nefese kalmıştı. Kafasındaki beresini bırakırken devam etti. "Sınıfta uyuyakaldım ve saate bakıp koşa koşa buraya geldim, sen ise benimle ilgilenmiyorsun."
Bükülen dudaklarına baktım sonra da elimi poşetlere daldırıp içindekileri çıkardım. "Esprilerin pörsümüş salatalık turşusu gibi Jeongin. Sana kendini geliştirmen lazım diyorum." Gülerek karşılık verdi ve dönüp;
"Bunu sen mi diyorsun Hyung puahahahaaha! Sen en fazla oyundakileri gömüyorsun anlamazsın bu tarz şeyleri." Dediği şeyde haklıydı. Ortamdan ortama giren birisi böyle şeyleri daha çok anlardı ama ben de kendi çapımda laf sokma kültürüne adapte bir bireydim.
Jeongin sabahki antremanında sakatlanan kızı anlatırken bense Hyunjin'i izlemeye devam ediyordum. Ah Hyunjin, ah benim standartların üstündeki güzel yüzlüm. İçimde adeta lavanta bahçeleri açtırtıyordu o güzel yüzü. Benim Venüs'ümdü adeta, kusursuzdu. Ona güzelliği karşısında Kenan Doğulu'dan alıntılar yapmak isterdim her zaman. Ama bana gelince ben onun aksine pek de güzel değildim açıkçası. Kesinlikle değildim! Küçük suratım, sarı -sürekli dip boyası sürmekten haşat olduğum- saçlarım, bir yığın çilim ve gülünce çirkinleşen bir suratım vardı. Gerçekten gülünce sıçana falan benziyordum. Neyse zaten ne bizi güldüren olmuştu ne de biz gülecek bir şey bulabilmiştik.
Ben tam konsantre dalmışken Jeongin beni çekiştirip dersimin başlayacağını hatırlattı. Bunun üzerine ise çantamı almış ve üzüle üzüle kafeteryadan ayrılmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gündelik Düşler Fırtınası // HyunLix
Fanfiction[Tamamlandı] Sev beni zaman geçmiyor başka türlü Kader ağlarını ördü hiç sormadan Gündelik düşler fırtınasında insan Anlamam nasıl durur savrulmadan