"red string of fate."

612 65 32
                                    

Yazarın ağzından:

"Sana, seni her şeyden çok seviyorum, desem aslında bu bile sevgi sayılmaz. Gerçek sevgi nedir bence, biliyor musun?" kirpiklerinin arasından yanında bulunan kızın parlayan gri gözlerinin içine yumuşak bakışlarıyla bakıyordu kumral çocuk.
"Annem, babam için bu atkıyı örmüş. Üşüdüğünde buna sarınabilmesi için. Sadece bir atkı ama anlamı büyük. Bunun verdiği sıcaklık yüreğini ısıtırmış. Böylece annem olmadığı zamanlar da atkıya sarınıp ondan güç kuvvet alırmış. Gerçek sevgi bunun oluşturduğu bağdır." baş parmağıyla okşadığı atkının geri kalan ucunu kendi boynuna sarıp sıcaklığını hissetmişti Eren. Bu yapmayı en sevdiği şeydi. İkisi de içinde bulundukları duruma hala inanamıyorlardı ama birbirlerinin yanında olmanın hissettirdiği huzur tüm düşüncelerinin önüne geçiyordu.
"Rengi neden kırmızı biliyor musun?" soran gözlerle ona bakmıştı Mikasa.
"Japon mitolojisinde kırmızı renk ömür boyu seveceğin insana olan bağlılığı temsil edermiş. Bu kırmızı iple ruh eşleri birbirine bağlanırmış. Bu ip karışabilir, dolanabilir ama asla kopmazmış. Birbirinin parçası olan bu iki ruh görünmez ipler ile birbirlerinin kalplerinde ölene kadar kalırlarmış." bu sözlerden sonra kendini tutamayıp kızarmıştı Mikasa. Demek yıllardır ona armağan ettiği atkının anlamı buydu. Ona sıcak bir ev, bir aile vermişti. Henüz 9 yaşındayken ikisi de dünyanın zalimliğini görmüş, bu atkı ve taşıdığı anlam ikisinin tutunduğu bir dal, sıcak bir ev olmuştu onlar için. O atkıyı yıllardır istediği her an boynuna sarmış ve yüreklerini huzurla doldurmuşlardı. Demek birbirinin her şeyi olan iki ruh için böyle deniyordu ve bu nesilden nesile devam ediyordu. Annesinin sevgi zincirini Eren devam ettiriyordu. Bir an yanında bulunan bu mükemmel ve kusursuz seven adamın varlığına inanamadı Mikasa. Utandığı anlarda elmacık kemiklerinin kızarmasına engel olamazdı. Yüzünü atkının içine gizleyerek gözlerini kapatmıştı her zaman ki gibi. Aralanan dudaklarından sessizce nefes vermişti. Hislerinin anlatımı sadece bu olabilirdi onun için. O kendi derin iç dünyasında kendi hislerini hep sessizce yaşamıştı. Bugüne kadar çok az dışa vurmuştu hislerini. Ama yanındaki adam onu çok iyi tanıdığı için neler hissettiğini anlayabiliyordu. Dudakları yukarı kıvrılmıştı Eren'in. Yüzündeki gülümsemeye engel olamadı. Ona bakarken yüzündeki gülümsemeyle karışık heyecanlı ifadesi gitmiyordu hiç. Özlemle, doya doya bakıyordu sevdiği kadına. Kalın kaşlarını kaldırarak sordu.
"Mikasa.. Bir trende birbirimize sarılmış hayatımızı değiştirmeye gidiyoruz ve sen hala kızarıp utanıyorsun." cevap vermek yerine başını atkıya ve Eren'in göğsüne dahada çok gömmüştü Mikasa. Kenetlenmiş ellerine baktı Eren. Sesinin tonlamasından gülümsediğini anlayabiliyordu genç kız.
"Yıllardır elimi tutarken çekinmiyordun, sözlerle ifade etmeye geldi mi hep bu utangaçlığın.." cümlesinin sonunu tamamlayamadan elinin sıkıldığını hissetti kumral çocuk. İletişim şekilleri buydu onların. Genellikle cevap vermek yerine temas yoluyla ve bakışlarla birbirlerine demek istediklerini aktarırlardı. Yıllardır birbirlerini çok iyi tanıyor olmanın getirdiği bir şeydi bu.

Aradan dakikalar geçmişti. Çalışan trenin raylarda bıraktığı tekerlek sesi, buğulu camlardan içeriye sızan uğuldayan rüzgar, içinde bulundukları kabinin soğukluğu birbirlerine ve atkının sıcaklığına dahada sokulmalarına neden olmuştu. Atkının ve ellerinin sıcaklığı ısınabildikleri ve konfor bulabildikleri tek destek yollarıydı. Çatallaşan sesiyle zorlukla konuşmaya çalıştı Eren. Aklına gelenlerin ağırlığı yüzüne vuran gerçeklerle birlikte dahada çok ruhunu acıtmıştı. Bunu söylemek zordu onun için, ama değer verdiği kadının iyiliği için bunu söylemeliydi.
"Ben de ailemi kaybettim. Senden ve Armin'den, 104 takımından başka kimsem yok. Bu soğuk dünyada benim de sığınabileceğim tek şey sizsiniz."
İçinde oluşan sıcaklık duygusuyla kumral çocuğun elini avuçları arasına almıştı genç kız.
"Ben her zaman yanında olacağım. Seni hiç bırakmayacağım." diye fısıldadı. Kumral çocuk boğazına gelen yumruyla zorlukla yutkunmuştu. Yüreğinde oluşan ağırlığın verdiği sancı geçmiyordu. Ne kadar kaçarsa kaçsın, içindeki acı hisle savaşmak, onu taşımak zorunda olduğunu biliyordu. Sesindeki hüznü ona belli etmeden konuşmaya çalışmıştı ama bunun boş bi çabadan farksız olduğunu biliyordu Eren. Yanındaki kız onu yıllardır çok iyi tanıyordu. En ufak hareketinin ne anlama geldiğini, ne hissettiğini bilecek kadar.
"Ama ben istemesemde seni bırakmak zorunda kalacağım.." kirpiklerinde biriken göz yaşlarına engel olamıyordu. Büzülen dudaklarını birbirine sıkı sıkı bastırmış, ağlamamak için kendini zor tutuyordu kumral çocuk. Ağlamamalıydı. Hayallerini gerçekleştirmek için hevesle çıktıkları bu yolda ağlamamalıydı. Tek yapması gereken kalan ömrünü sevdiği kadını mutlu ederek gülümsemesini yüzünden hiç eksik etmeyerek geçirmesini sağlamaktı. "Çok sınırlı zamanım var, Mikasa." üşüyen ellerini avuçlayıp dudaklarına götürmüş ve içtenlikle öpmüştü Mikasa. O öpücük sıradan bir öpücük değil, yanında bulunan ve onun için her şeyden vazgeçen, tüm sorumluluklarını onun için bi kenara atan bu fedakar adama güven vermek içindi. Ona minnettardı, her anlamda. Son zamanlarını da yüzünde huzurlu gülümsemeyle geçirmesini istiyordu. Tek isteği buydu. O bunu fazlasıyla hak etmişti.
"Zaman bizi ayıramaz. Sen her nerede olursan ol, seni bulup sarmalayacağım. Seni asla unutmayacağım. Sen benim tek parçamsın. Hayatta ol ya da olma, bu bir şey değiştirmeyecek." genç kızın söyledikleri karşısında tuzlu göz yaşlarının yanaklarından süzülmesine engel olamamıştı Eren. Şaşkın ve acı dolu gözlerle bakıyordu ona. Sanki yanındaki kızın varlığına inanamıyormuş gibiydi, hala onu hak etmediğini düşünüyordu. Yıllardır aynı şeyi düşünüyor, kendini sorguluyordu.
"Ben seni hak edecek ne yaptım?" kumral çocuğun dudaklarından dökülen bu cümleler kalbini acıtmıştı genç kızın. Bu soruyu duyar duymaz dayanamayıp ellerini kumral saçlarının arasından geçirmiş ve kendine çekmişti, kollarının arasına kıvrılınca gözleri huzurla kapanmıştı Eren'in.
"Sen beni hep hak etmiştin. Bunun için bir şey yapmana gerek yok. Sadece verdiğin söz bile dünyanın güzelliğini hatırlamama yetti." diye kulağına fısıldadı Mikasa. İnce uzun parmaklarını kumral çocuğun uzun saç tutamları arasında gezdirip okşadı, kulağının arkasına sıkıştırdı. Sonra kalbinin derinliklerinden gelen tane tane sözcükleri birer birer kulağına fısıldamaya devam etti.

"En sevdiğim, kalbim, sevgilim, evim. Sen her zaman beni fazlasıyla hak ettin. Her zaman yanında kalacağım. Seni hiç yalnız bırakmayacağım. Sen ailemsin, her şeyimsin. Bir parçam, diğer yarımsın. Sensiz her şeyim eksik, senden başkası hak edemez beni."

'Asıl ben seni hak etmek için ne yaptım? Hayat en çaresiz olduğum anda onu karşıma çıkardı, bunun için ne kadar minnet duysam az.' diye geçirdi içinden.

Söylediği sözleri duyduktan sonra dahada çok hıçkırarak ağlamaya başlamıştı kumral çocuk. Kollarıyla sıkıca sarılıp kavradı Mikasa onu. Başını göğsüne getirip uzanmasına yardımcı oldu. Onlar her zaman birbirinin evi olarak kalacağını biliyordu. Ne olursa olsun, ne yaşarlarsa yaşasınlar, dönecekleri bir evdi birbirleri için.
Parmaklarını saçları üzerinde gezdirmeye devam ediyordu. Kumral çocuğun tuzlu göz yaşları yanaklarında kuruyup kalmıştı. Uyuduğunu hissettiğinde pencereden dışarıya çevirdi kız bakışlarını. Onları aydınlatan ay ışığına doğru baktı. Şu an içinde bulunduğu huzurlu anın sonsuza kadar sürmesini dilemekten başka bir şey düşünemedi, filmin sonunu düşünmeyi bir kez daha erteleyerek gözlerini huzurla kapattı.

*****

"just the two of us." | eremika | auHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin