Kâbus

289 14 9
                                    

Fırtınanın ortasında nereye gideceğimizi bilmeden koşuşturuyorduk. Arkamızdan gelen atlılar gitgide yaklaşıyordu. Bir ara dönüp bakmak istedim. Fakat o elimi daha sıkı tutarak koşmam için çekiştirdi. Kendi sesimin "Amelie nerede?" dediğini duydum.

"O güvende. Endişele.."

Birdenbire durdu. Elimdeki boşluğunu hissedip ben de durduğumda bir kaç metre ilerisindeydim. Dönüp bakınca yere diz çökmüş olduğunu gördüm. Karnının ortasından çıkan kanlı oka bakıyordu.

"Hayır! Lütfen ayağa kalk" diye inleyerek yanına koştum.

Hemen bana döndü.

"Çabuk kaç! " diye bağırdı.

Gitmem için yalvarıyordu. Biri kalbimi parçalıyormuş gibi hissediyordum. İstemeyerek de olsa geldiğim yoldan koşmaya devam ettim.

Bir orman yolundaydım. Buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Ama arkamdakilerim sesi kesildiği için yavaşlayıp yürümeye başladım. Biraz ilerledikten sonra şaşkınlıkla durdum. Kuru meşe ağaçlarının ortasında ahşaptan eski ve yalnız bir ev vardı. Sanki bu sık sık yaptığım bir şeymiş gibi derhâl içeri girip kapıyı arkamdan kilitledim. Odayı pencereden vuran ay ışığı aydınlatıyordu. Işığın yavaş yavaş sönmeye başladığını farkettim. Oda kararıyordu. Ayaklarımdan yukarı doğru bir ürperti yükseldi. Karanlık! Nefes alamıyordum. Yerimden bile kıpırdayamıyordum. Bir ışık parçası bulma umuduyla gözlerimle odayı tararken tam karşımda boy aynasındaki yansımamla karşılaştım. Fakat o kişi ben değildim. Aynadaki zayıf, sarışın kadın buz mavisi ve gri arası gözlerini üzerime dikmişti. Kuruluktan iyice çatlayıp yara olmuş dudakları aralandı.

"Zaman geldi."

Yüzümü ısıtan güneş ışığını hissettim.Annem;

"Rota, uyan artık geç kalıcaksın." diyerek üzerimdeki yorganı çekti. Homurdanarak gözlerimi kırpıştırdım. Ensem ve sırtımda bir serinlik hissetim. Gece terlemiştim. Rüyamda koşuyor muydum? Birinden kaçıyordum. Evi hatırlıyorum. Yine o eski ev ve yine o ürkütücü rüyalardan biri. Mide bulandırıcı karanlık aklıma gelince korkuyla yüzümü buruşturdum. Dikkatimi dağıtmak için kalkıp okul için hazırlanmaya başladım. Aynanın karşısına geçince berbat görünüyor bile olsam tuhaf kaçacak bir ürperti yaşadım. Herneyse gerçekten dağılmış görünüyordum. Hatta yanaklarımda henüz kurumuş göz yaşlarının tuzlu izi vardı. İlk dersi kaçırmayı göze alarak duşa girmeye karar verdim.

Okul her zamanki gibi çok sıkıcıydı. Her gün gelir en arkada sadece bana ait olan iki kişilik sırama yayılıp müzik dinleyerek ara sıra da ders notu tutardım. Bugün farklı olarak geometri sınavında batırmıştım. Umrumda değildi. Zaten geometriyi kim ne yapsın.

Tabii ön sıra inekleri dışında.

İşte bir tanesi geliyor. Nida kıvırta kıvırta gelip önümdeki sıraya oturdu.

"Sınav nasıldı?" dedi.

Nasıl olduğunu biliyordu. Ben de onunkini biliyordum. Ama bu konuşmanın bir şekilde aramızda geçmesi gerekiyordu.

"Fena değil. Seninki nasıldı?" dedim.

"Harika geçti. İyi bir şeyler bekliyorum." diyerek gülümsedi.

Tamam, kız kötü bir şey yapmıyordu. Ama yine de bana çok yapmacık ve sığ biri gibi geliyordu. Masamın üzerinde duran punk, rock ve metal karışımı dergimi önüne çekerek incelemeye başladı. Bir kaç sayfaya baktıktan sonra mikrop kaplı bir şeymiş gibi dergiyi kapatıp parmak ucuyla tekrar bana doğru itti.

"Neden böyle korkunç şeyler okuyorsun?" dedi.

"Buna müzik deniyor ve korkutucu bir tarafı yok."

"Ne tür insanlar böyle müzikler dinler ki?" Küçümseyici ses tonunu kullanıyordu. Hani şu insanı deli eden kendini beğenmiş ses tonu.

"Benim gibi?!" dedim kaşlarımı kaldırarak.

O sırada Aslı Hoca sınıfa girdi.

"Neyse işte, hoca geldi. Görüşürüz" diyerek sırasına doğru yürümeye başladı. Arkasından nefret dolu bakışlarımı üzerine sabitledim. O sırada tökezleyerek sağındaki sıraya doğru düştü. Bu harikaydı ve düzeltiyorum sağındaki sırada oturan Ömer'in üzerine doğru düştü. Aslında vicdan azabı hissediyordum. Yani tamam ben düşürmedim ama düşünce sınıfta yankılanacak şekilde birazcık kahkaha attım. Kızlar zalim biriymişim gibi kınayan bakışlarla beni süzdüler.

Okul çıkışı annemin gec gelecegini ve kendime yiyecek bir seyler almamı söyledigi mesajını okuyunca yol üstündeki Kıtır Pizza'ya uğrayıp anneme ve bana pizza aldım. Muhtemelen o gelene kadar soğurdu. Yine de bir umut onun sevdigi mantarlı karışık pizzalardan almıştım. Eve gelince kıyafetlerimi degistirip pizza ve kolamı da yanıma alarak televizyon un karşısına geçtim. Eglenceli hic bir sey yoktu. Bu yüzden dvd izlemeye karar verip yeni aldıgım filmlerin bulundugu cekmeceyi karıştırmaya başladım. Grinin 50 tonunu görünce gözlerim parıldadı. Bu filmi annemle izleyebilmeme imkan yoktu tabii ki. En iyi arkadaşım Selin de film izlerken sürekli yorum yapardı.

'Bu kız şöyle, şu cocuk cok salak, o kapıyı acmaması gerektigini bilmiyor mu? ...' gibi konuşup dururdu -ki bu da çok yorum yapılası bir filmdi- Bu yüzden bu filmi izleyebilecegim en mükemmel zamanlamaydı.

Dvd setini çalıştırıp Cd yi yerine yerlestirdim. Film aşırı karizmatik bir adamın seks fantazileri ve utangac bir kızla arasında gecenler hakkındaydı. Böyle özetleyebiliyordum ama aslında cok daha fazlası vardı. Filmi ne kadar çok begenmiş olsam da film bittikten sonra icimde bir burukluk hissettim. Hani şu harika filmleri izledikten sonra kendi ezik hayatına döndüğünde hissettigin o burukluk. Fakat uykum bastırınca bu etki cok uzun sürmedi. Saat 10 a dogru annem geldiginde yatmak üzere odama çıkıyordum. Dönüp önce ona iyi geceler öpücüğü verip odama geçtim.

Neyse ki bu gece gördüğüm tek rüya ya da sabah kaldıgımda aklımda kalmış olan tek rüya grinin elli tonu ve Bay Grey hakkındaydı.

İlk iki bölüm biraz kısa bunun icin üzgünüm.

LÜTFEN YORUM BIRAKIN :))

Eveline (türkçe)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin