Bu bölümü biraz düşünce ağırlıklı yazdım, ancak kurguya ilgili önemli ayrıntılar var bu bölümde. Umuyorum ki beğenirsiniz ❤️
*
Lokantada yemeklerini yerlerken biraz sohbet ettiler. Kendi günlük hayatlarından ve kim olduklarından bahsettiler.
İkisi de kendilerinden bahsederken türlü türlü yalanlar söyledi.
Steve yalan söylüyordu, çünkü hayatı çok kötüydü. Yıllardır çıkmadığı, hayatını tahtakuruları gibi yiyen ve ciğerlerini kanser eden bir depresyonla yaşıyordu. Yirmi dört yaşında, iş sahibiydi. Veterinerlik okuyordu, okulu henüz bitirmişti ve bir veterinerin yanında asistan olarak çalışıyordu. Ancak bunalımlı ruh hali artık çalışmasına müsaade etmiyordu.
Bir süreliğine veterinerden izin almıştı, işi tamamen bırakmamıştı çünkü direksiyonunu kırdığı bu falezli yolun sonunda belki de geri dönecekti geldiği yolu. Lanetler yağdırdığı o yaşama iç güdüsü belki de onu ikna ederdi.
Ama yine de bu konuda iradesinin kırılmasına izin vermeyecekti.
"Bay Banner oldukça iyi bir veterinerdir, ve çok sıcakkanlı bir adamdır. Şu ana kadar ters düştüğümüz hiçbir konu olmadı."
"Adına çok sevindim. Herkes bu uyumu yakalayamaz."
"Kesinlikle. Çok güzel gidiyor her şey..."
James gülümsedi. "Kasada gördüğün adam, Sam.. O da benim ortağımdır. Otel ikimize ait. Biz de böyle geçinip gidiyoruz işte. Yirmi beş yaşındayım, babam Fransa'dan Amerika'ya göç etmiş bir doktordu. Annem ise yerli Amerikan. İkisini birden kaybettikten sonra babamın doğup geldiği bu ülkeyi görmek istedim. Benim de buraya geliş hikayem buydu. Fransa'ya yolunun düşmesi çok güzel olmuş. Hiç kız arkadaşın yok mu, aile üyen ya da? Tatile yalnız gelmişsin."
"Hayır aslında... Kız arkadaşım yok. Annemi kaybettim babamla ise aram yok."
"Hiç arkadaşın yok mu?" diye sordu James, kaşlarını kaldırdı.
Yoktu. "Var, birkaç arkadaşım var sürekli görüştüğüm." Hepsini kendinden soğutmuştu. Hafifçe öksürdü ve sakallarını sıvazladı.
James ile göz göze geldiklerinde ikisi de birbirlerine biraz garip bakıyorlardı. Steve James'in bakışlarını çözemedi ancak kendisi yalanından dolayı suçlu hissediyordu, yine de James'e şüphe duyuyordu ve bir yanı da onu samimi buluyor biraz kendisini açmak istiyordu. Ancak bunu yapamazdı. Bunun için birçok nedeni vardı; şüphesi, onun hayatını mahvetmek istmemesi, iradesini koruyamayacak olma ihtimali...
James'in ona karşı hissettikleri onunkilerden çok farklı değildi aslında. Ondan sakladığı onca saçmalığı bunca zaman hiç kimseye anlatamamıştı. Çünkü başına gelen bütün bu evrenin sırrını çözen olay deli saçmasından farklı değildi. Sadece kendi yazdığı kurgu bir otobiyografi ile herkese kendisini aynı şekilde tanıtıyordu; Fransız bir Amerikan, yirmi beş yaş ve otel.
Buna rağmen her şeyi ona anlatmak istedi. Bütün başına gelen o olaylar karşısında bunca zaman ağlayamayışını, sonrasında ise o ay parçası misali yüzüne dalmışken göz pınarlarına kurulu yıkılmaz barajın ortadan kalkışından bahsetmek istedi ona. Ama inanmazdı, anlamazdı onu. Anlasa bile mahvolurdu her şey, korkardı ondan.
"Hadi, kalkalım artık." dedi Steve. Birkaç dakikadır kurulu olan göz temasını kesmiş ve cüzdanına uzanmıştı.
"Buraya misafir olarak gelmişsin ve ben sana hesap ödeteceğim. Haha, komikmiş." James'in mırıldanmalarını duymazdan gelerek kredi kartını alıp ayağa kalkıp kasaya yöneldi. Arkasından gelen James yüz euroyu elinde hazır etmişti bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Notre Dame Kamburu/Stucky
FanfictionSteve, Claude Frollo gibi intihar etmek için katedrali ziyaret eder. Ancak karşısına çıkan James ile bütün planları alt üst olur. Trigger warning: bu kitap karamsar ve ölüme karşı ilgi duyma gibi temaların geçtiği bir kitaptır, eğer hassasiyetiniz...