Cole tam duvarın önünde durdu ve harfin üzerinde elini gezdirmeye başladı. Hepimiz olacakları izliyorduk. İşaret parmağını üç kez harfin üzerine vurdu ve daha sonra pek de büyük sayılmayan bir kapı ortaya çıkıp açıldı. Satirlerden birisi, "Ne? Bu kadar kolay mıydı yani!?" dedi. Daha önce farketmemesine yanıyordu.
Sırayla kapıdan içeriye girdik. Tünel çokta büyük sayılmadığı için eğilmek zorunda kalıyorduk. Hele Cole'u görseydiniz eminim gülmenizi tutamazdınız çünkü çok fazla eğilmek zorundaydı ve bu onu komik gösteriyordu.
Tünelin çıkışı, kalenin arka tarafına denk geliyordu yani tamamen kurtulmuştuk. Artık dağılma vaktiydi.
Üç kız iki erkek olan cadılar bize teşekkür edip vedalaştıktan sonra sıra satirlere gelmişti. "Kendimizi tanıtmaya fırsat bulamadık ama ben Puscar, bu da Sam." dedi satirlerden birisi. "Size gerçekten minnettarız bunu nasıl öderiz bilmiyorum. Suçsuz olduğumuz halde bizi hapsettikleri yerden kurtardınız. Ailemiz çok sevinecek. Eğer bir ihtiyacınız olursa evimiz kelebek köprüsünün çevresinde, yeşil ahşaplı iki ev." Dedi adı Sam olan gözlerini irice açıp gülümseyerek.
Gerçekten de çok samimilerdi. Gülümsememi eksik etmedim ve sözü Cole'a bıraktım.
"Önemli değil." dedi Cole. Gülümseyerek. Satirlere bizi evlerine çay içmeye davet etmişlerdi ama Cole acalemiz olduğunu başka bir zaman belki geleceğimizi söyledi.
Başka bir zaman geleceğimizi söylemişti. Dile kolay geliyordu bu cümle ama benim buraya ait olmadığım aşinaydı. Kısa sürede yolunu bulup gitmeliydim bu yerden. Ait olduğum yere.
Onlarla vedalaştıktan sonra Cole'un yönlendirdiği taraftan onun evine gidiyorduk.
"Annen dönmüşmüdür?" dedim. Yerdeki çeşitli bitkilere ve çalılıklara dikkat ederek ellerim yanlarda kafamı ona çevirerek.
"Umarım." dedi gayet samimiyetsiz bir şekilde ve daha fazla konuşmadı.
Gözlerimi ister istemez devirdim. Soğuk havayı seviyordum ama soğuk insanları değil.
Şafak vaktiydi. Zaten Juliana'yı aramaya gece çıkmıştık. Zindanda da bir süre kalınca gece yarısını geçmişti.
Sık çalılık ve büyük ağaçlı ormanın içerisinde Cole'u takip etmeye devam ediyordum. Baykuş sesleri oldukça fazla duyulurken cırcır böcekleri de kendilerini belli ediyorlardı.
Evin önüne geldiğimizde Cole kapıyı açtı ve yüzündeki tedirgin ifadeyle biliyorum ki içinden annesinin evde olmasını ümit ediyordu.
Beklentili bir şekilde eve girdik ve Juliana'nın kanepede titreyerek gözlerinin duvara daldığını gördük. Ayak seslerimizden haraketlilik olduğunu anladı ve bize doğru döndüğünde gözleri sulamaya başladı. Hızla oğlunun yanına gelip ona sıkıca sarıldı. Bir yandan hıçkırıkları duyuluyordu. "Ah az kalsın delirecektim neredeydiniz!?" dedi Juliana.
Cole ile birbirlerinden ayrıldılar ve Cole, "Sen uzun süre gelmeyince seni merak ettim. Seni aramaya çıktım, " dedi ve gözlerini bana çevirdi." O da gelmek istedi." dedi.
Gülümsedim, Juliana yavaş adımlarla yanıma geldi ve sarıldı. Nezaketen karşılık verdim. Sarıldığım anda vücudumu yerli yersiz kısa bir titreme ele geçirdi. Bu his çok güzeldi. Anne kokusu vardı üzerinde. Bir anneye sarılıyordum. Kendi annem olmasa bile yine de güzel hissettiriyordu. Huzurlu.
Juliana benden ayrılarak ellerini omuzlarıma koydu. "Rewlunces bitkisini arayıyordum. Nadir bulunduğu için haliyle biraz geciktim. Ama sanırım ihtiyacımız yokmuş." dedi ayağıma bakış atarken. Onunla beraber bende ayağıma baktım. Sahiden nasıl olmuştu da kısa sürede iyileşmişti?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
OSİANA
FantasyGördüğün her dağ ve taş, her dere ve tepe ile burası Osiana. İmkansızlıkların var olduğu, Öykülerden bile güzel, büyülü ve gizemli bir ülke. Her canlının birbiriyle huzur içinde yaşamaya çalıştığı fakat zalim biri yüzünden başaramadığı yer burası. B...