selamlar. :)kısa bir yaz fici getirdim size; içerisinde amerikalı taekook ve elbette ki bol bol lana rüzgârı bulunan. dilerim ki beğenir, ilgi gösterirsiniz.
keyifli okumalar diliyorum. <3
***
ezbere bildiğim sahil yolu boyunca ilerlerken, zihnimin en ücra köşelerini dolduran hisler, düşünceler aynıydı. dün, evvelsi gün, ondan önceki gün, bir hafta öncesi, üç hafta öncesi, iki ay öncesi; aynıydı. gecenin ayazı -ya da sabahın ayazı, saat sabah beş gibiydi- yüzüme ve altımdaki, dizlerimin biraz üzerinde olan bol kot şortun açıkta bıraktığı beyaz bacaklarıma sertçe vururken, tek dileğim, aylardır, bu saatlerde boş bulduğum yeri bir kez daha boş bulmaktı.
üzerimdeki, yine kot olan cekete biraz daha sarınarak, sırt çantamı elime aldım ve sadece dalgaların sesinin hâkim olduğu, santa monica sahilinde ilerlemeyi sürdüm. evet, santa monica'ydı burası. annemlerin ısrarına göz yumamayıp, belki de gerçekten beğenirim umuduyla geldiğim lakin bana âdeta cehennemi tattıran, annemin, "lana del rey rüyasında gibi hissedeceksin." dediği yerdi burası. LA'in batı yakasıydı.
tanrım, burası cennet olmalıydı. sahilleri, sokakları, gece hayatı ile burası âdeta cennetti fakat insan, eğer buralara yabancıysa ve değer verdiği tüm insanlardan uzaksa, gerçekten de değildi. amerikalı gibi yaşamayı sevmemiştim. olmuyordu. belki de sadece, amerikalı gibi yaşamayı öğretecek bir insan karşıma çıkmadığındandı, emin değildim lakin şu sahile gelip kafa dinlemek dışında yaptığım pek bir sikim yoktu, siktiğimin los angeles'ında.
rüzgârdan ötürü, gözlerimin önünü işgal ederek görüş açımı kapatan uzun, siyah tutamlarımı, tek elimle arkaya doğru yatırma uğraşına girerken, hızlandırdığım adımlarımla yürümeyi sürdürüyordum. vardım en sonunda, kimselerin uğramıyor olduğu yerime.
üzeri kayalar ile örülü bu bölgeyi, özel yerim ilan etmiş, inanılmaz derecede sahiplenmiştim zira ne zaman buraya gelsem, -ki haftalardır, çoğu sabah buradaydım- büyük dalgalar dışında kimsecikler olmuyordu. sabahın ilk saatlerinde buraya geliyor, müzik eşliğinde resim çiziyor, bazı sabahlar da köpeğim bam'ı getirip, onu gezdiriyordum. burası, benim için doğal terapiydi.
bıraktım bedenimi yine kumların üzerine. çantamı da aldım sol tarafıma. sabahın bu saatlerinde, dalgalar pek bir hareketliydi. bundan ötürü denizden uzak oturuyordum. pekâlâ, gün doğumunu kaçırmamam gerekiyordu. çantamın ağzını açtım ve çizim defterim ile kalemlerimi çıkarttım. defteri açtığımda, dün sabah yine burada çizmiş olduğum dalgalar karşılamıştı beni. gülümsedim. fena durmuyorlardı. kalemimi elime almadan evvel, telefonumdan, çizim yaparken dinliyor olduğum playlistimi açmış, bir de bileğimdeki siyah toka ile, saçlarımı ensemde toplamıştım.
başladım sonrasında çizmeye. kalemimi hareket ettirdikçe, yenilendiğimi bir kez daha iliklerime kadar hissettim. nerede olduğumu, nasıl bir durumun içerisinde olduğumu, anlık olarak unutmuş, huzurla çizmiştim de çizmiştim. lana'nın honeymoon albümü arkadaydı. bu albüm, fon müziğiydi âdeta hayatımın.
yaklaşık yarım saat oluyordu an itibariyle buraya geleli. hâlâ resmim ile uğraşıyordum. güneş doğdu doğacaktı. keskin kulaklarım, dalgaların hafifleyen sesine karışan adım sesleri duymaya başladığında, tek kaşımı kaldırmadan edememiştim, bakışlarım defterden ayrılırken. sol tarafımda yabancı bir beden ile karşılaşmayı beklemiyordum.
olabildiğine çatılmıştı kaşlarım, yalnızca birkaç santim soluma bedenini bırakmış, benim gibi koyu renk saçlara sahip olan, bakışları denizde sabitli adamı süzerken. ne oluyordu? birkaç saniye sonunda bakışlarını bana doğru çevirerek müsaade etmişti yüzünü görmeme.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hotel california
Fiksi Penggemarbatı yakasında bir söz vardır. "içmiyorsan oynayamazsın." santa monica, ldr