1

58 5 0
                                    

Sene 1945

Güneş batmış ve hava kararmıştı. Yıldızlar kendini göstermek istercesine daha çok parlarken ay tüm parlaklığı ile yıldızları sönük bırakıyordu. Bomboş sokaklara yansıyan ay, her şeyi aydınlatıyordu. Sokakta sular birikmiş, çöp kutuları dolup taşmış her bir köşede yemek arayan kedilerle dolu çöp konteynerleri adeta pislik yuvasıydı.

Belediyenin önemsemediği bir mahalle hatta küçük bir köy olan Erdemli Mahallesi; içinde barındırdığı insanlara mutluluğu veremiyordu. O kadar bakımsız ve pisti ki ziyarete gelen daha girmeden kaçıyordu bu köyden. Köylüler bu durumdan çok muzdarip olsa da doğdukları yere ihanet etmek istemiyordu.

Hava zifiri karanlık olmuştu. Sokakta tek bir insan bile kalmazken aniden gelen ateş sesi ile bütün köy inlemişti. Bomboş olan sokaklar biraz sonra meraklı insanlarla dolmuş ve herkes birbirine merakla bakıyordu. Saniye Hanım, Durmuş ağa ve Muhtar Cemil sesin nereden geldiğini bulmak için evlerinden çıkmış ve bomboş sokaklarda sesin geldiği yöne doğru ilerlediler. Onlar olay yerine giderken tüm meraklı gözler onların üzerindeydi.

Mahallenin dedikoducu kadınları gelen ses ile ilgili çoktan yeni iddialar ortaya atmıştı bile. Kadınlar her çeşit laf uydururken birbirlerini söyledikleri kurguya inandırmaya çalışıyorlardı. Muhtar ve arkasındakiler Reşat Ağa'nın evinin önünde durduklarında eve garip bakışlar attılar.

Reşat Ağa: Mahallenin en saygılı ve en namuslu abisi, kendisinin şuana kadar ne birine vurmuşluğu ne de birini incitmişliği yoktu. Karşı köyün Beyoğlu ailesinden Fatma ile evlenmiş ve bu evlilikten bir çocuğu olmuştu. Bu çocuk Ömer idi. Namı değer Küçük Ömer. Bu aile namusuna düşkün, Allah korkusu olan ve köy halkının ileri gelen bir ailesiydi. Şerefli ve haysiyetli insanlardı.

Muhtar Cemil, ateş sesinin onların evinden gelmiş olduğunu içeride çığlık atan Küçük Ömerden anlamıştı.

"Yardım edin! Babam ve annem ölüyor, yardım edin!" Bu feryat Ömer'in eşsiz çığlıklarıydı. Muhtar Cemil yanındaki Saniye Hanım ve Durmuş Ağaya baktı. Muhtarın gözlerinde beliren hüzünü fark eden Saniye Hanımda hüzünlendi.

"Durmuş silahını çıkart, içeri girince bizi neyin beklediğini bilmiyoz." dedi kendine has şivesiyle Muhtar Cemil. Durmuş Ağa başını sallayıp şalvarına sardığı silahı çıkarıp emniyetini açtı.

İçeri girmeden önlem almalıydılar. İçeride birisi varsa onlara saldırabilir ve etkisiz hale getirebilirdi. Tedbirli olmak en iyisiydi. Muhtar Cemil kulpunu tuttuğu kapıyı yavaşça açtı. Kapı yavaşça açılırken yanan gaz lambalarının aydınlattığı odaya doğru baktılar. Kimse görünmüyordu ama yinede temkinli davranıp tek tek girdiler içeri.

Işığın daha yoğun olduğu içeriye girdiklerinde yerde yatan iki cansız bedeni ve onlar için ağlayan Ömer'i gördüler. Muhtar Cemil şaşkınlıkla "Aboo!" diye bağırdı. Saniye Hanım ve Durmuş Ağa ise gözlerini büyüterek yerdeki cesetlere baktılar. Yerlerde akan kan odayı kırmızıya boyamıştı. Etraftaki kan kokusu o kadar yoğundu ki odaya girdiklerinde kusmak istedi Muhtar Cemil ve yanındakiler.

"Anamı ve babamı vurdular Cemil Ağa." dedi Küçük Ömer. Öyle çok ağlıyordu ki arada bir ağzından hıçkırık kaçıyordu. Göz yaşları ardı ardına yüzünden akıp yere düşerken yerdeki kanla buluşuyordu. Yerde yatan iki cansız beden vardı; biri Reşat Ağa bir de Fatma Hanım. Küçük Ömer gözleri kapalı anne babasına kalkması için yalvarıyordu. O kadar çok yalvarıyordu ki sanki yalvarınca geri gelecekti.

"Ana kalk ana. Vallahi seni bir daha üzmem. Sana sinirlenmem seni de sinirlendirmem. Ana kalk ne olur. Yalvarıyorum kalk ana." diye feryat ederken Muhtar Cemil yaşadığı şoku atlatıp Küçük Ömer'in sırtına elini koydu. Onu sakinleştirmesi çok zordu biliyordu ama maalesef anası ve babası ölmüştü.

KÜÇÜK ÖMERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin