1. BÖLÜM

2.3K 179 171
                                    

   Öncelikle , bu kitaba bir şans verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Artık insana bir şeyler okumak, yazmak, çizmek bile zor geliyor. Her şey anlamını yavaş yavaş yitiriyor. Ama hala dünyanın bir yerlerinde emeğe değer verdiğini bildiğim insanlar var. Onlardan biride bu yazıyı okuyan veya okumadan bölüme geçen değerli insan sensin. Evet. Eğer bu yazıyı okuduysan bunun için de teşekkür ederim. Bu hikaye tamamen hayal ürünü ve klasikleşmiş bir kurgu  diyemem. Olaylar kurgu olsa bile hissedilenler ve yaşanılan acılar kesinlikle gerçek, dünyanın bir yerlerinde bunlardan daha ağır şeyler yaşayan insanlar var. Biliyoruz. Ama Ahu sanki benim yansımam. Hissettiklerimi böyle yansıttım size. Evet lafı daha fazla uzatmadan kalbinizden öpüyorum ve sizi ilk bölüm ile baş başa bırakıyorum.

(Eğer beğenirseniz votelemeyi unutmayın. Yorumlarınızı satır aralarında bekliyorum. <3)

    ~unutama beni~

Herkesin bir gideni vardır
İçinden bir türlü uğurlayamadığı.

-Turgut Uyar

"Eksik istemiyorum. Lütfen bir sıkıntı çıkmasın." Telefonu kulağım ve omzum arasında sıkıştırmış, Ela'nın düğün hazırlıklarının bana paslanan kısmı ile ilgileniyordum. Karşımda şövalenin üzerinde duran, henüz yarısı bitmiş tablo ile bunu yapmak pek kolay olmuyordu tabi. Sipariş teslimi için son iki günü kalmış olması gerginliğime gerginlik katıyordu. Ela'nın düğünü bir yandan, atölyenin işleri, siparişler derken nefes almaya bile fırsatım olmamıştı.

Bunlarda şikâyetçi değildim, bir meşguliyetim en yakın arkadaşımın düğün hazırlıkları, diğeri ise mesleğim ve âşık olduğum bir tutkuydu. Fakat bazen ne çok sevmek, ne çok âşık olmak yetmiyor. Ruhun ve bedenin bir dayanma gücü var ve bunun kontrolü bizde değil. Elimdeki fırçayı terebentinin içine bıraktım. Elime bulaşan yağlı boyayı eskimiş bir bluzumdan kestiğim parçaya sildim. Üstümde ki önlüğü de bir kenara fırlatıp yere çöktüm. Bu gün daha fazla çalışamayacaktım.

Kafamı yaslandığım duvara dayamış atölyedeki boya ve kahve kokusunu içime çekiyordum. Belkide son zamanlarda bana huzur veren tek şey buydu. Huzurumu uzun seneler önce kaybetmiş olmanın verdiği arayış ile her şeyi denemiştim aslında. Ama oturup da müzik eşliğinde başardığın bir şeye bakmak kadar etkili olmamıştı, denediğim şeylerden hiç biri.

Eskiden gözlerimi kapatıp bir şeyler düşünmekten korkardım, şimdi ise gözümü kapatmasam da değişen bir şey olmuyor. Her şekilde peşimi bırakmayan anılar, yaşanmışlıklar...

Bu konuda ki en büyük suçlu bendim aslında. Kaybettiğim yerde bekliyordum. Bir insan neden savaş meydanını terk etmez. Hem de yenildiği halde. Henüz patlamamış mayınlara basmak için mi? Belki galip gelen, gelir de döktüklerini toplar diye mi?

Kaybettiysem de meydanı terk edip gitmem gerekmez mi? Eğitilip, güçlenip diğer savaşlara katılmam gerekmez mi? Gerekir elbet. Doğruyu, yanlışı ayırt edebilecek kadar güç kalmadığı vakit de, neyin gerekli neyin gereksiz olduğunun pek bir önemi olmuyor.

Diğer meydanlardan gelen sesleri de duymuyor değilim. Duyuyorum ama gidemiyorum da. Farkında olduğumuz her şeyin eylemini gerçekleştiremeyiz. Ben bunu çok iyi biliyordum.

Belki hiçbir ses duymadan öylece yaşayıp gitsem ve sonra da ölsem hayat çok daha kolay olurdu. Ve boş boş baktığım duvardan bakışlarımı ayırmama sebep olan o lanet ses.

Daha beş dakika önce elimden bıraktığım telefon yine çalmaya başladı. Cinnet geçirmeme son dakikalar kalmıştı artık. Sakince telefonu elime aldım ve o ismi görmemek için dua ettim. Ve tabii ki duaları hiçbir zaman kabul olmayan Ahu'nun çilesi adlı eserimiz. Telefonda şimdiye kadar ki başıma gelmiş en sabırsız, yüksek dozda sanatsever kişilik Caner Bey. Derin bir nefes alıp telefonu açıp kulağıma götürdüm.

SAUDADEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin