Devam etmedi. Az sonra anlatacaklarının altında eziliyor gibiydi. Sanki burada bitirmek ve asla devamını anlatmak istemiyordu.
Muhatap olmak ne zormuş, diye düşündü bakışları boşlukta gezerken. Anlatan olmak ne zormuş...
Hep sır kalsa, acılarına bir tek o ağlasa, hüznünü yalnızca Rabb'ine fısıldasa...
Muhatap olmak ne zormuş.
Sustu. Maviliğini gökyüzünden alan ve güneşin ışıklarıyla parıldayan suya daldı bakışları. Yine kafeyi gürültülü bir sessizlik kapladı. Herkes onun acı çektiğini anladı ama kimse o acıyı hissedemedi.
Muhatap olmak ne zormuş.
Dinleyen olmak da böyle zor mu?
"İyi misiniz? İsterseniz biraz ara verebiliriz."
Genç adam, kameraların arkasında duran ekibin geri kalanına baktı endişeli gözlerle. Ne yapacağını bilemediği için eli ayağına dolaşmış bir şekilde oturduğu yerden kalktı. Muhatap, elini kaldırarak karşısındaki muhabire iyi olduğunu söylerken sesini ancak duyurabildi. Başına ansızın bir ağrı saplanmış ve yıkılmış hatıraların altında kalmıştı cansız sözleri. Kelimeleri ölmüş, bitik bir kalıntıydı şimdi. Ne yapacağını bilemezken kimseyi endişelendirmemek adına derin bir soluk alıp verdi.
Ekipte bariz bir telaş oluşurken, sakin olan tek bir kişi vardı.
Ekibin her şeyi olan bu genç adam, kameraların ardında ayakta dururken, kollarını göğsünde kenetlemiş bir şekilde sakince muhatabı izliyordu. Onu bu denli yıkan asıl olayı merak ediyordu. Şimdiye kadar anlattıkları arasında, onun gözlerinde gerçek yıkımı bir kez olsun görmemişti. Hüzün vardı, özlem vardı, hatta sevinç bile vardı fakat yıkım yoktu. Oysa şimdi ona baktığında, anlatacaklarını anlatamadığını ve duraksadığını fark ediyordu. Cansız bakan gözlerinde gerçek bir dehşet ve yıkıma rastlamıştı. Muhatabın solukları düzensiz bir hale geliyor, uzunca denize bakıyor ve karşısındaki muhabirin sorularını dakikalarca cevapsız bırakıyordu.
Ayakta onları izlemeye devam ederken düşünceleri tarafından köşeye sıkıştırılmış hissetti.
Muhatabı bu hale getiren asıl olay neydi? Neydi ki, kendi göğsünü bile sıkıştırıyor, muhatabın acısını sanki kendi acısıymış gibi iliklerine kadar hissediyordu?
"Kestik," diyerek sakin adımlarla kiraladığı kafenin en güzel köşesindeki masaya ilerlemeye başladı. Masanın sağ kısmında muhatap, sol kısmında ise en güvendiği muhabirlerden biri oturuyordu. Muhatap ile akıcı ve düzgün bir üslup ile konuşabileceğine inandığı ve güvendiği bir çalışanıydı bu genç adam.
Çalışanının omzunu eliyle sıkarken sakin bir sesle konuştu fakat cümleleri muhataba yönelikti.
"Biraz ara verelim. Gerekirse daha sonra devam ederiz."
Muhatap yavaşça oturduğu yerden kalkarken karşısında oturan muhabire ve ayakta sakin bir şekilde duran genç adama cevap vermeden geçip gitti. Kendi enkazından sıyrılıp yürümeye başlarken, ardında yalnızca kırıklarını ve cansız cümlelerini bıraktı.
Ne ağır ne de seri adımlarla yürümeden lavaboya ulaştı. İçeride kendisinden başka kimse yoktu. Ayakkabısının kuru tabanı, temiz fakat nemli zeminde iz bırakırken rüzgarın etkisiyle kapı arkasından gürültüyle kapandı. Kabinleri es geçerek aynaların olduğu yere kadar ilerledi ve ayakları boşluğa düşmüş gibi durdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güzkıran
Spiritual"Hayallerimizin rengi maviydi. Özgürlüğü isterdik. Bazen yeşili özlerdik. Tek gördüğümüz kireç tutmuş beton duvarlar olurdu. Güller isterdik, dikenleri olan. Tel örgülerle karşılaşırdık, dikenleri can yakan. En çok sevgi isterdik. Nereden ve nede...