***
Selamun aleyküm kıymetli okurlar. Sabırla beklediğiniz için teşekkür ederim ve şimdi o sabrın meyvesini yemeniz için sizi satırlarla baş başa bırakmak istiyorum ama öncesinde lütfen şunları okuyun.
Bu kitap, Sarıklı'nın özel bölümünden tanıdığımız Enes Miraç karakterinin hikayesidir. Birbirlerinin devamı gibi görünseler de, isteyen ilk olarak bu kitaptan başlayabilir.
Diğer kitapta tarihlerde değişiklik yapmak durumunda kaldım çünkü bu kitabın konusu tam anlamıyla güncellik gerektiriyordu. Mazur görünüz...
Bu kitabı okurken tane tane ve sindirerek okumanızı rica ediyorum. Her türlü ayrıntıya dikkat edin ve kitabın sonuna kadar bu dikkatinizi azaltmayın. Birazdan okuyacağınız giriş bölümü dışında tüm bölümler yoğun olaylarla beraber uzun soluklu olacaktır.
Eğer şiddet, argo, yetişkin içerik ve zulümlerde gireceğim ayrıntıları okuyamayacak kadar hassas biri iseniz, rica ediyorum okumayın.
En önemlisi, ırkçı değilim ve yazdıklarım da ırkçılığa teşvik edici değil. Ortada olan bir zulmü, tüm kitleye atfetmeden yazıyorum.
Son olarak, kitapta geçen olaylar gerçekten yaşanmış olsa da, karakterler ve bazı olay örgüleri kurgudur.
Satır aralarında buluşmak üzere kıymetli insanlar, iyi okumalar dilerim.
Işığı kırılanlara ithâfen...
09.07.20.
*
"İnsanoğluna bahşedilmiş en güzel nimet nedir?" diye sordu gergin ortamı yumuşatmak isteyen genç adam.
Zira muhatabının böyle bir derdi yok gibiydi çünkü ortamı daha da gergin kılan kendisiydi. Konuşmaya başladıklarından beri bakışlarını denizden ayırmamış, sorularına ise soğuk diye nitelendirilecek fakat üzerinde düşünülen düzgün cevaplar vermişti. Ya da bunlar sadece genç adamın kuruntusuydu ve belki de fazla kasıntı olan kendisiydi.
Derin bir iç çekerek kamerasını kontrol etti. Hala kayıttaydı. Bir süre daha beklemeyi göze alarak kaydı sonlandırmadı fakat kameranın şarjı bitmek üzereydi. Bu sorun teşkil etmese de, ışığın giderek değişen açısı yaptıkları çekim için bir sorundu. Genç adam bunları düşünmek yerine muhatabını konuşmasını beklerken etrafta gezdirdi gözlerini. Oturdukları masa deniz kenarında yüksek ve ferah yeşillik bir alandaydı. Saat öğleden önce on bir sularındaydı. Muhatabı özellikle bu saatleri istemişti.
Uzun bir bekleyişin ardından tekrar derin bir nefes aldı ve içinden 'Lâ havle' çekti. Karşısındaki muhatabı, ellerini giydiği dış kıyafetin kollarına dolamış, muhtemelen masayı salladığını bilmeden dizlerini sallamaya başlamıştı bu sefer. 'En azından tepki veriyor' diye geçirdi içinden genç adam.
Bu buluşmanın stüdyolarında olması gerekiyordu fakat muhatabı, kapalı ve basık bir yerde kendisine soru sorulmasından hoşlanmadığını söylemişti. Bu yüzden ekibiyle beraber bu mekânı kiralamış ve önceden kameraları ışık açısına göre ayarlamışlardı.
Beklemediği bir anda, muhatabının kendine has kısık ses tonunu işitti. Aradan dakikalar geçtiği için neyden bahsettiğini anlamayacak gibi olsa da, ona en son sorduğu soruya cevap verdiğini anladı ve bakışlarını muhatabının üzerine dikmeden dinlemeye başladı.
"İnsanoğluna bahşedilmiş sayısız nimet ve hepsine biçilmiş farklı değerler var. Buna 'en' güzeli şeklinde bir derecelendirme yapılamaz."
Genç adam araya girecekken muhatabı, az önceki suskunluğunun acısını çıkarır gibi devam etti.
"Eğer kastettiğiniz teorik ve yaşamsal tecrübelere dayanan bir derecelendirme ise, size benim nezdimde, bana verilmiş en kıymetli nimeti söyleyebilirim."
Genç adam kesinlikle bunu kastetmemişti. O sadece başından beri ortamda olan gergin havayı dağıtmak için felsefi değeri olmayan basit bir soru sormuştu. Muhatabı ise, nasılsın sorusuna bile esrarengiz bir karşılık veriyordu. Genç adam bu mesleğe uygun olan davranışa riayet ederek müdahalede bulunmadan cevapladı.
"Lütfen, buyurun söyleyin. Teorik ve yaşamsal tecrübelerinize göre, nedir size verilmiş en kıymetli nimet?"
Muhatabı neredeyse tebessüm edebileceğini düşündü bu genç adamın sabırsız fakat sabırlı olmak için gayret edilmiş tavırlarına. Buna rağmen dudakları kıvrılmadı çünkü az sonra söyleyeceklerinin sükûneti binmişti omuzlarına.
"Işık, bana verilmiş en güzel, en kıymetli nimet. Sayısız nimetlere şükrediyorum elbette lakin ışığa mazhar olabilmek ne büyük bir nimet! Ne büyük kıymet. İnsanoğlu her gün, yaratıcısına sadık olan bu güneşin altında yürürken bir kez olsun şükrediyor mudur bilmiyorum fakat ışık, ne güzel nimet."
Işık kelimesini duyduğu an tüyleri diken diken olan genç adam, muhatabıyla ilk tanıştığında aralarında geçen o konuşmayı hatırladı ve bir kez daha şükretti muhatabı sayesinde. Bir kez daha başı önüne eğildi ve bir kez daha utandı şükürsüz bulunduğu her andan. Çünkü muhatabı ışık derken, bambaşka bir anlam gizliyordu cümlesinde. Nice gözyaşları, nice yalnızlıklar, nice dualar gizliyordu o kelimede.
"Işık, karanlıkta kalanların kavuşmayı hasretle gözlediği o beklenendir. Işık beklenilir ve sabır gerektirir. Bazen yıllar, bazen asırlar geçebilir. Belki kavuşma hiç gerçekleşmez fakat ışık hep beklenilendir."
Muhatap derin bir soluk bırakıp dolan gözlerini, denizin üzerinde ahenkle parlayan ışık huzmelerinde gezdirerek cümlesini tamamladı.
"Işık, bana verilmiş en güzel nimettir çünkü ışık, bana bahşedilen özgürlüğümün ta kendisidir."
Uzun bir sessizlik kaplamıştı şimdi masayı. Bu sefer konuşmayan kişi genç adamdı. Hürriyeti, tutsaklığı tadanlar anlatabilirdi. Işığa, karanlıkta kalanlar şükredebilirdi.
Genç adam şimdi ise asıl sorması gereken soru sebebiyle başını kaldırmalı ve boğazındaki yumruyu görmezden gelmeliydi. Masadaki sudan birkaç yudum aldı ve asıl sorusunu yöneltti muhatabına.
"Bize yaşadıklarını anlatır mısın?"
Bahsedebilir miydi? Bunu yapacak cesareti var mıydı sahiden. Ağlamadan, gözleri dolmadan, sesi titremeden, 'işte benim sınavım buydu' diyebilecek miydi sahiden? Bu buluşmayı kabul ederken aklından ne geçiyordu ki?
Kendine yüklenmeyi bırakarak, başından beri karşısındaki genç adamın yaptığı gibi derin bir nefes aldı. Bu nefese ve nicesine ihtiyacı olacaktı. Ellerini masada birleştirdi ve kamburunu düzeltti. Ayağını stresle salladığını fark edince onu da yapmayı bıraktı ve gözlerini denize düşen ışık huzmelerinden çekti nihayetinde. Birkaç defa öksürdü ve boğazını temizledi. Bakışları karşısındaki genç adama değmeden kameranın sabitleyicisinde durdu ve cevap verdi.
"Nereden başlamamı istiyorsunuz?"
Genç adam beklediği soru karşısında düşünmeden yanıtladı. Muhatabının yorulacağını ve belki de daha fazla yıpranacağını bilse de, kendi sorularının cevaplarına ulaşmak için bu bencilliği yapmak zorundaydı.
"En baştan. Yaşadığınız her şeyi en baştan anlatmanızı rica ediyorum."
***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güzkıran
Espiritual"Hayallerimizin rengi maviydi. Özgürlüğü isterdik. Bazen yeşili özlerdik. Tek gördüğümüz kireç tutmuş beton duvarlar olurdu. Güller isterdik, dikenleri olan. Tel örgülerle karşılaşırdık, dikenleri can yakan. En çok sevgi isterdik. Nereden ve nede...