Başalma tarihinizi buraya bırakın.
İyi okumalar.
YUNGBLUD - Parents
Hava, gece misali kara bulutlar tarafından örtülmüştü. Bulutlar yas içindeydi, binlerce yağmur damlası intihar etmişti gece. Tasaları üzerlerindeki baskıyı arttırmış, korkularının önüne geçmelerini sağlamıştı. Bütün dünya anlamıştı sanki yas tutulduğunu, genelde top patlasa duyulmayacak kadar gürültülü olan sokaklar bile ölüm sessizliği içerisindeydi.
Tüm dünya uyuyordu, ben hariç. Sabah olmuştu. Gece gibi görünsede öğrencilerin kalkma vaktiydi. Ölü seslerin gösteri sergilediği orkestra salonlarında melodik zil sesleri yankılanıyordu. Ben bu salonun en ön koltuklarından birindeydim. Yinede kulaklarım zil seslerine kapalıydı, ölü seslerin zehirli fısıltılarıyla uyanmıştım.
Yakamda rozet, ayağımda geçmişimin kirlettiği botlar vardı. Sakin adımlarla uyanan günü izliyordum. Güneşin aydınlatamadığı sokakları bir bir yanan lambalar parlatıyordu. Her bir lambanın çıkarttığı homurtuyu duyuyordum. Gece çıkan fırtına oldukça şiddetliydi. Hiçbirinin uyuyamadığını ve aymamış güne uyanmak istemediklerini anlamak için medyum olmaya gerek yoktu. O lambalardan biri olmak yetiyordu.
Yinede her istenen gerçekleşmiyor, hava her yanan lambada açılıyordu. Sokak lambalarının sarı ışıkları yerlerini soluk mavi yansımalara bırakmıştı. Yaklaşık yarım kilometre ötede olan hapisanenin çalan zili duyuluyordu. Pazartesi sabahı yapılacak tören için yetkili bir gardiyan mahkum seçiyordu. Kırmızı bayrağı kaldırarak marşın başlamasına önderlik edecekti.
Gittikçe yaklaşıyordum. Ömrümün yarısını bu hapishanelerin duvarlarında çürütmüştüm. Her 4 senede bir ise naklediliyordum. Hemde tek suçum büyümekken. Adalet anlayışı gittikçe kötüleşiyordu. Büyük paslı demir kapıdan içeri girdiğimde herkesin sıraya dizilmiş olduğunu görmüştüm. Müdür, benim gibi geciken öğrencilere bağırarak hızlı olmalarını söylüyordu.
Sınıfımı bulmak toplu iğnelerin arasından kancalı iğneyi bulmak gibiydi, imkansız. Rastgele bir sıraya geçip törenin başlamasını beklemeye başladım. Kasım ayının ortalarında olmamız havanın soğumaya başlaması demek oluyordu. Sabahın yedisinde buraya dizilmemizse işkenceden farksızdı.
Zorda olsa tören bittiğinde merdivenlerin köşesine geçmiştim. En son girmek beni öldürmezdi. Öğrenciler okula değil meydan muharebesine giriyorlardı. Montumun fermuarını boğazıma kadar çekip, başımdaki bereyi enseme kadar indirdim. Baştan sona siyahtım, dışarıdan bakıldığında.
~
Sınıfıma girdiğimde herkes kalöriferlere yaslanmış ısınmaya çalışıyordu. Hava gerçek anlamda soğuktu, hemde gereğinden fazla. Duvar tarafındaki sırama geçmeye çalışırken birkaç kişiden 'günaydın' sözünü almıştım. Cevap vermeyip sadece kafamı sallayarak onaylamıştım. Son iki senedir konuşasım yoktu.
5 dakika içerisinde hoca gelmiş ve herkesi yerine oturtturmuştu. Yoklama, ödev kontrolü derken dersin yarısı kaynamıştı. Durumdan herkes memnundu, öğretmenimiz bile. İlk dersimiz matematikti ve okuldaki ilk dersimiz saat yedi de başlıyordu. Son sınıf ve özellikle de sayısal sınıf olmamız gece geç yatmamızı, dersin bu kadar erken başlaması ise erken kalkmamıza neden oluyordu. Dolayısıyla öğretmenler de dahil herkes uykusuz kalıyordu.