-12 Şubat, Mustafa
Zilin çalışıyla birlikte sınıfta ani bir hareketlenme oluyor. Bu karışıklığı seviyorum, etrafta uçuşan çantalar, montlar; güçlü bir uğultu ve kapı tarafındakı o yığılma... Ben de ağır ağır eşyalarımı toplamaya başlıyorum. Kitapların birini yere düşürüp eğildiğimde sıramın altındaki telefonumun ışığının yandığını fark ediyorum. Annemden gelen cevapsız aramayı görünce isteksiz isteksiz ekran kilidini açıyorum. Normalde pek aramaz, ancak eve çağırmak için yapmıştır. Hemen geri arayıp telefonumu kulağıma götürüyorum. Bir yandan da toplanmaya devam ederken, üçüncü çalışında bir "Alo?" geliyor ahizenin diğer ucundan.
"Yavrum, çıktın mı okuldan?"
"Şimdi çıkıyorum anne, sen ne yaptın?"
"Boşver beni, öyle oturuyorum işte. Şey diyecektim, direk eve geliyorsun değil mi?"
Sıkıntıyla bir nefes alıp of çekiyorum. Yapacak hiçbir şeyim yok. Ama olsun istiyorum. En azından, dışarıda biraz yürüsem iyi olabilirdi. Neyse...
"Evet anne, işim falan yok."
"İyi o zaman, gelirken bir ekmek alıver. Paran varsa kola da al, akşama nohut yemeği yapıyorum."
"Tamam anne tamam, hadi kapatıyorum artık. Yarım saate evdeyim."
"Tamam yavrum dikkatli gel, hadi görüşürüz."
Daha fazla bir şey demeden telefonumu cebime atıyorum. Ağır mı ağır çantamı sağ omzuma yükleyip kapıya yöneliyorum. Sınıftan çıkmadan önce son bir kez dönüp baktığımda, içeride sadece Emre ve Aylin'in kaldığını görüyorum. Emre, Aylin'e bir şeyler söylerken, Aylin de dinlemiyormuş gibi arkasını dönmüş. Bu manzaraya takılıyor gözüm. Onları izlerken Emre bir anda bana dönünce bakışlarımız kesişiyor. Manidar bir gülümsemeyle göz kırpıp hızlıca sınıftan çıkıyorum. Çok ilgilenmesem de, bunlar bu ara biraz yakınlaştı gibi oldu. Acaba çıkıyorlar mıdır?
Yeni temizlenmiş nemli koridorda dikkatle ilerlerken hizmetliyle karşılaşıyorum. Fısıldar tonda "Kolay gelsin Mehmet Abi." dedikten sonra merdivenleri inmeye başlıyorum. Her kat bomboş, o kadar geciktim mi gerçekten? Merdivenler de koridorlardan daha kaygan, bir ara sendeliyorum. Düşmeden duvara dayanıyorum. Başım da sabahtan beri biraz dönüyor gibiydi. Bir süre o hâlde bekliyorum. Toparlanır gibi olunca son merdivenleri de iniyorum. Giriş kata varınca karşımda Elbi'yi buluyorum. Bana bir süre baktıktan sonra konuşmaya başlıyor:
"Mustafa, naber nasıl gidiyor?"
Hiç selam vermek istemedi. Buna eminim. Ayrıca nefes nefese, koşuyordu muhtemelen. Zaten pek anlaştığımız söylenemez ama bi tavrı biraz zoruma gidiyor. Bir dahakine inatla gözünün içine bakmama kararı alıyorum. Gerçi hoş bir kız olduğu yadsınamaz bir gerçek, sınıfta da daima dikkat çeken hareketler yapıyor. Biraz zor olacak gibi...
"İyi işte nasıl olsun. Senden?"
"Standart. Acil bir işim var, ben kaçayım."
"Tamam tamam, hadi görüşürüz."
Kısa muhabbetimizin ardından merdivenlere yöneliyor. Aslında muhabbet bile sayılmazdı. Hızla aşağı iniyor. Kısacık eteğiyle öyle koşması biraz ihmalkâr oluyor açıkçası. Gidişini izlerken bir anlığına gözüme bir şey çarpıyor. Beyaz gömleğinin arkasında, kareli eteğiyle buluştuğu o noktada, kan kırmızı kocaman bir leke var. Garibime gidiyor, kıyafetinde öyle bir lekeyle dolaşacak biri değil o. Üstelik daha kurumamış gibiydi... Şüpheli şüpheli, biraz dikiliyorum orada. Bir süre sonra, o lekeyi bir türlü anlamlandıramayınca bir adım geri gidiyorum. Sonra birkaç adım daha, ve arkamı dönüp okulu terk ediyorum.
***
-12 Şubat, Tuğba
Aynada kendimi izliyorum. Huyumdur, buluşmalardan önce daima özene bezene makyaj yaparım. Bugün biraz değişiklik yapmak istiyorum. Elimi makyaj çantama atıp kapkara bir ruj çıkarıyorum. Cemil'in hoşuna gideceğine eminim. Aynadan lavabonun kapısının açılışını görünce kafamı çeviriyorum. Elbi'yi kan ter içinde içeri dalarken görmek çok garibime gidiyor. Bu kız müsabakalarında bile aheste aheste oynardı halbuki.
"Elbi?" diyorum merakla. Yüzüme bile bakmıyor, bir şeyler mırıldanır gibi oluyor. Sonra sola dönüp hızla kabinlerden bir tanesine giriyor. Ne yapıyor bu? Ne bu havalar? Aynaya dönüp devam ediyorum işime. Rujdan sonra her zaman kullanmadığım özel rimel ve farımı çıkarıyorum çantadan. Cemil delirecek! Birkaç dakika daha alıyor tamamlamam. Biraz da kendimi izliyorum. Böyle hoş oldum. Daha sonra tekrar yapabilirim bunu. Bittiğine kanaat getirince eşyalarımı çantama tıkıştırıyorum. Arkadaki boy aynasında üstümü başımı düzenliyorum. Bağcıklarımı da sıkıca bağlıyorum, ellerimi son kez dalgalı saçımda gezdiriyorum. Yaz tatilinde, mavi gölgeler ekleteceğim saçımın birkaç yanına. Her zamankinden kat kat güzel olacak.
Kapıya yönelirken Elbi'nin hala içeride olduğunu fark ediyorum. Hatta dikkat kesilince, içerde hızla nefes alıp verdiğini duyar gibi oluyorum. Üstelik kesilmeyen bir su sesi var. Dakikalardır kesilmediğini fark ediyorum. İçeri girdiği andan beri durmaksızın aktığını. Bir anda bir kurt düşüyor içime. Telefonumun kamerasını açıp kabinlere gidiyorum. Aklımda şahane bir plan var, yüzümde muhtemelen şeytani bir gülümseme. İçeride ne yaptığını kestirebiliyorum.
Kabinin kapısı kilitli değil. Hatta hafif açık bırakılmış. Biraz duraksayıp aniden kapıyı ittiriyorum, ve onu yarıçıplak, elindeki gömleği suya tutarken buluyorum. O gömlek... O gömlek kan içinde. Telefonum elimden kayıveriyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Safsatalar
Teen FictionHep açıklayamadığımız, hakkında konuşamadığımız, sanki biz yaşamamışız gibi hissettiren birtakım olaylar olmuştur hayatlarımızda. Onların bıraktığı izler silinmez olsa bile, bunu bir türlü açıklayamayız işte. Arada sırada denesek de, ağzımızdan anca...