Şehir kütüphanesinin önüne geldiği anda fark edebildi, Pazartesi günüydü bugün. Kütüphanelerin kapalı olduğu bir Pazartesi. Herkesin Pazartesiden nefret etmek için bir sebebi olur ya hani, onun için bu sebep kütüphanelerin kapalı olmasıydı. Ayağını sürüyerek ayrıldı oradan, birkaç sahafta aranacaktı ilham için.
Şehrin en merkezî ve en ünlü meydanı, dört bir yanda farklı ülkelerden gelmiş insanlar, tıkabasa dolu onlarca restoran ve kafelerle süslenmiş, ortasında kocaman bir Atatürk heykeli ile bekliyordu onu. Hemen ilk soldaki ufak yokuşa sapıp bir kez daha sola dönünce, sanki şehir hemen birkaç adım gerideki canlığını kaybediyordu. Burası artık dinginliğin artıp sessizliğin hakim olduğu, benzersiz bir sahaf çarşısıydı. Onun da en sevdiği mekanlardandı burası, Safsataların ilk fikirlerini burada oluşturmuştu. Biraz ileride çok sevdiği bir sahafa dalıp durmaksızın tütün saran o bilge adamla konuşmaya bayılırdı, çoğu zaman eline geçen parayı fazla fazla kitaplara döküp aç kaldığı olmuştu buralar yüzünden.
Evine döndüğünde huzuru bulmuş gibiydi, aklında da onlarca fikir vardı. Hemen beyaz masasına attı kendini. Aslında midesi kazınıyordu, ama öncelikle unutmadan yazmalıydı.
'14 Şubat, Aylin
Emre aradığı anda "Sıçtık.." diye geçiriyorum içimden. Peşimi bırakacak gibi değil. Elbi'yle günlerdir bu konuda tartışıyoruz. Bana yaptığı baskı ve ısrar yadsınamazdı gerçekten. "İki üç gün idare et, sonra zaten hallolur gerisi." diye diye ikna etmeyi başardı. Yakın bir arkadaşımın ısrarı ve aşağı yukarı tipim olan biri varken neden olmasındı ki? Tabi bunları kafamda kurarken, Emre'nin nasıl biri olduğundan bihaberdim.
Okul ve dersler benim için bir kaçış, hayatımın geri kalanından kurtuluştur. Kimileri bunu kitap okumakta buluyor, kimileri gezip tozuyor ama benim kurtuluşum kesinlikle okul. Bir kere, yaşadığım zindan gibi eve gitmemek için okulda yatıp kalkmaya razı sayılırım. Orta sıranın tam ortasındaki sıranın cama bakan tarafında oturuyorum başından beri. Burası hem dersleri dinleyip hem de sınıfı izlemek için birebir. Ön sıramda kuru gürültü yapan, sınıfa girdiği anda kargaşa yaratan ikiliden tutun da, arka çaprazımda hayattan bıkmış halde çıkışa kadar kitap okuyan o kıza kadar hepsini seviyorum. Sınıfımda sevmediğim kimse yok, hocalarımın hepsine anne baba gözüyle bakıyorum. Herkese kolaylıkla güvenir, herkesten kolaylıkla kazık yerim. Ama bu beni yıldıramıyor, kaybetmemekte ısrarcı olduğum bir iyi niyetim var.
Sevgililer gününün sabahına uyanmama Emre'den gelen telefon sebep oluyor. Okula geç kalıyor olmam da endişelendiriyor tabi ama, bu çocuğun araması daha güçlü bir kaygı o an. Aramayı kabul ettiğim an ahizeyi kulağıma götürüp isteksiz bir "Alo?" gönderiyorum. Ama bir süre cevap gelmiyor. "Alo, alo?" diye tekrar ediyorum, cevap gelmedikçe de garibime gidiyor. Sonra vazgeçme kararı almışken bir anda kocaman neşeler saçan, sevimlilik hiç yakışmayan o kalın ses tonu çınlıyor kulağımda.
"Aylin, hayatım?"
"Ee, günaydın."
"Uyandırmadım umarım? Sadece sana okul çıkışı nereye gitsek diye soracaktım."
Otur oturduğun yerde diyebilmek isterdim. Ama Elbi'nin yalvaran gözleri geliyor önüme.
"Yok ya uyanmıştım zaten. Hiç fark etmez ya, Zalim'e gidebiliriz hatta."
"Oo, Zalim demek. Bayıldım ben o mekana, Elbi de çok seviyor. Bence de gidebiliriz."
Bir yandan yatağımdan doğrulup odamın perdesini çekiyorum. Parıldayan güneşi görünce canım pencereyi de açmak istiyor. Elimle pencere kolunu sola çevirirken hemen karşı dairede oturan Sema ile göz göze geliyoruz. Bir anda panikliyor, selam bile vermeden perdeyi kapatmaya çalışıyor. Garip, orda Cemil'i görür gibi oldum sanki."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Safsatalar
Ficção AdolescenteHep açıklayamadığımız, hakkında konuşamadığımız, sanki biz yaşamamışız gibi hissettiren birtakım olaylar olmuştur hayatlarımızda. Onların bıraktığı izler silinmez olsa bile, bunu bir türlü açıklayamayız işte. Arada sırada denesek de, ağzımızdan anca...