Dağlar arkasına gizlenmiş batan güneşin ince ışık huzmeleri altına saklanarak dinledim. Kasabanın, dağların, güneşin ve hatta benim bile bir ehemmiyetim kalmamıştı; işte seni gördüm tekrar.
Dinledim, sesinden akıp da kulaklarıma varan çiçeklerinin her bir tınısını. Gözlerim kapalı başka âlemlere dalmıştım; çok, çok güzel bir âlemdi bu, içinde yalnızca seni barındıran. Senden sonra kimselere bakmayacağına yemin etti de gözlerim Ay'ın Dünya'nın etradında dört dönmesi gibi mıhlandılar sana. Nice gün ve haftalar geçirdim sende, yörüngemden bir adım dâhi uzaklaşmadım.
Şimdi sararmış uzun sık otların içinde kamufle olmuş, batmakta olan güneşin yakıcı korlarını tenimde gezinirken hissediyorum. Güneşten miydi bedenimin alev alevliği yoksa senden mi? Bilemiyorum.
Pantolonumun askısını omuzlarımdan aşağı sıyırmış, ceketimi de başımın altına yastık niyetine koymuştum. Şapkam ürkekçe gözlerim üstüne yer etmişti severdi öylece gerçeklerden kaçmayı. Başka kim isterdi ki bu güzel havaya eşlik eden güzel manzara karşısında kör olmayı, kim bu kusursuz büyülü etkiden kaçıp karanlıklar ardına saklanırdı? 'Korkaklar.' diye fısıldadı gömleğimin yakasına hoş bir ziyaret için gelen karıncalar. 'Tamda senin yaptığın gibi...' Duymasın istedi kulağımbunları.
Dile kolay kalbe değil.
Cennete yüz çeviriyordum, çünkü o dokunulmayacak kadar güzeldi. Dokunursam bozardım ben , parça parça olur, kanatırdı ellerimi. Gül kokuluydu aşkın, dikenlerin sarmıştı herbir yanı. Açıkçası dikenlerinden de değildi korkularım. Aksine çatlayan ruhumun boşluklarını doldururdu o güzelim dikenlerin. O güzel bahar bahçenden kalkıp, küçük bir saksıda yaşayan bu kaktüs adamın yanına gelir miydin hiç? Söylesene aşkımın kırmızı çiçeği.
Kalbim kan içinde yumruklasa da göğsümü, kapılmamalıydım. Büyülü sesine, biricik yüzüne, çiçekle bezenmiş o kusur ne bilmez tenine... Kapılmamalıydım.
Dile kolaydı tüm bunlar fakat kalbe değil .
Güneş, yeryüzüne saçtığı çocuklarını yeryüzü üzerinden nazikçe topluyordu. Uzak akrabağa uğultulu yeller, geç kaldıklarını sanarak kendilerini belli etme yarışına girmiş, esip gürlemeye başlamışlardı.
Hiç istemeden çekmiştim şapkamı gözlerimin üzerinden. Karşımda olduğundan bihaber olduğum cennete ayak uzatmamsa kıpkırmızı kesmişti yüzümü. Karşılaşmaksa titretmişti yüreğimde senin adınla akan sızıyı. Masal mıydın, peri mi? bilmem. Karşımdaki tepede yaralı bir kuşun kanadını saçından çıkarttığı beyaz bandana ile sardığına şahit oluyorum. Peki benim de uçmayı denedikçe yere çakılarak kırılmış kanatlarımı da sevginle sarar mısın böyle?
Zinciri ön cebime bağlı olan saatime ulaşmak için elimi ceketimin iç cebine attım. Gümüş köstekli Güneş'in çocuklarıyla buluşunca gözlerimi kamaştırmıştı da dedem uğrar gibi oldu hayallerime. Ah dedemin demiryollarında çalışmaktan nasır tutmuş ellerine ne çok yakışırdı bu saat! Ondan daha asil bir adam tanımamıştım şimdiye. En acı vaziyettir ki; hasret gidermenin yolu can vermekten geçiyor.
Saat 6'yı 28 geçiyordu. Uzandığım yerden kalkıp çelimsiz arazide uzanmaktan acımış sırtımı dikleştirmiştim kütürtüler ile. Başımın altına koyduğum ceketimi birkaç kez silkeleyip koluma yerleştirmiştim.
Gölgesinde uzandığım yaşlı çınar tüm sırlarımı bilen tek kişiydi. Kasaba bu ihtiyara uzak kaldığından çocuklar onunla oynamaya gelmezdi. Ben O'nun hep arkadaşı olmuştum, O da benim.
Ceketimin cebindeki yeni sardığım sigaramdan bir dal alıp ihtiyarın kolları altında himayesine girerekten, kibritin aleviyle yanan arzularıma yanarak sigaramda eşlik etmiştim.
"Görüyorsun ya ihtiyar, cennetim karşımdayken sanki tüm yollar bana kapalı gibi."
Ciğerlerime aşkın altın ızdırabıyla işleyen dumanını, hislerimde yanarak saldım dudaklarımdan. Gözlerim cennetten nasiplenmek istercesine onun hoş büyüsüne yenik düşüyordu.
"Yalnızlık, ince bedenindeki dikenleri kadar keskin. Ne yanına dönsem kesilir, fena kan kaybederim."
Parmaklarım arasında konaklayan sigaram, tekrar yer edinmişti sıcak dudaklarımın kuru çatlaklarına.
Rüzgârla birlikte bu sözlerime karşılık vermişti koca çınar. Her bir yaprağıyla uğuldayarak hırsla sallamıştı kollarını. Belki de bir sen anladın beni...
"Çok seviyorum be çınar."
Parmağım deklanşöre basmış, cennetim ellerim arasındaki kağıt parçasında hayat bulmuştu.
"Nereden düştük bu ölü gezegenin soğuk tenhalığına?"