BÖLÜM 4

19 3 0
                                    

MULTİMEDYA;ADA...
10 gün sonra...
O günün üstünden tam tamına on gün geçmişti.
Arda iyileşmiş görevine geri dönmüştü.
Mira'nın hala ufak tefek yaraları vardı.
Tamamen iyileşene kadar evinde kalmasını istemiştim.
Rüyalarımdan ne çığlıklar duyarak ne de babannemi görerek uyanıyordum...
Hepsi bitmişti. Acı çığlıklar yardım sesleri...
Hepsi kesilmişti.
Babam ile güçlerimi keşfetmiş ve pratik yapıyorduk.
Bana nasıl yapacağımı öğretiyordu.
Ormandaki çığlıklardaydı hala aklım.
Keşke daha önce öğrenseydim de bunları yaşamamış olsaydık.
Boğazımdaki kılıç ile antremanda olduğum aklıma gelmişti.
Artık antrenmanlarımı Barın amca ile değil Balkır ile yapıyordum.
Fakat Barın amca köşede beni izliyordu.
"Ada kendine gel artık bu üç oldu ne oluyor sana bugün?" Diye bağırdı.
Haklıydı. Sabahtan beri boğazımdaki kılıcı unutuyordum.
Sonunda pes edip kılıcı yere attım ve bende yere oturdum.
"Haklısın hiç böyle yapmazdım ama aklım sürekli başka yerlerde." Dedim ve devam ettim.
"Bugünlük yetmez mi? Yarın söz daha dikkatli olacağım"dedim
"Bu günlük bu kadar yeter o zaman" dedi ve arkasını dönüp gitti.
Gülerek başımı sallarken Balkır'ın yanıma oturduğunu fark ettim.
"Prenses düellonun üzerinden on gün geçti fakat siz siz değilsiniz." Dedi.
Nasıl saçma bir cümleydi bu anlamamıştım.
Yüzümü buruşturup;
"Nasıl yani?"dedim merakla
"Yani prenses düellodan önce antemanlarda sizi izledim.
Düelloda da gördüm.
Dikkatiniz, refleks ve gücünüz çok iyi.
Ne oldu da siz bu kadar dağıldınız?
Aklınızı hangi sorunlar karıştırıyor?
Demek istiyorum" dedi emin bir sesle
"Aslında bakarsan bir sürü şey var aklımda.
Ne olduysa bir anda çığlıklar yardım istekleri sesler gitti anlamıyorum.
Babannemde o günden sonra hiç gelmedi.
Orman'a yardım etmek için babamdan defalarca izin istedim ama herzamanki gibi beni saraydan çıkartmadı.
Diyorum ki acaba bu gece yarısı kimse yokken kaçıp gitsem mi? Ne dersin" dedim
"Ne mi derim? Prenses benim ne hattime ben size bu yolda eşlik etmek için görevlendirildim.
Siz ne zaman gitmek isterseniz ben daima arkanızdayım" dedi ve ayağa kalktı
"Hayır ilk sefer için senin gelmeni istemiyorum tek başıma once bı gitmek istiyorum.
Geri döneceğim zaten sabaha karşı" dedim ve ayağa kalktım
"Siz nasil derseniz prenses.
Müsadeniz ile" dedi ve gitti.
Bu yaptığını anlayamasamda kılıcımı yerden alıp yürümeye başladım.
Bu gece yarısı yolculuk vardı.
Biraz dinlensem iyi olacaktı.
🌈🌼🌈🌼
Sonuda gece yarısı olmuştu.
Tek sıkıntım kapımda muhafızlar olmasıydı.
Yatağımdan kalktım ve masanın üzerinde ki eldivenlerimi giyip aynaya baktım.
Kılıç,hançer...
Herşey tamamdı.
Kapımı açtığımda muhafızların olmaması beni rahatlamıştı.
Acele edip arka bahçe kapısından dışarı çıktım.
Önce kasaba sonra orman olacaktı hedefim.
Duvardan atlayıp olağan hızımla koşmaya başladım.
Her yer zifiri karanlıktı.
Bu karanlıkta koşarken düşmesem bari.
🌈🌼🌈🌼
Saraydan yeterince uzaklaşmıştım artık beni göremezlerdi.
Kasabanin girişine geldiğimde bir duvara yaslanıp yere oturdum.
Minik bir dinlenmenin zararı olmazdı heralde.
Duvardan gizlice kasabaya göz atmaya çalıştım.
Tuğla ve taştan evler yan yana dizilmişti.
Ortada da büyük bir ateş dairesi vardı.
Ama bir tuaflik vardı.
Ateşin etrafında siyah gölgeler dönüyordu ve etrafta kimsecikler yoktu.
Arkamdan bir ses duydum.
Sakin ve temkinli şekilde elimi hançerime yerleştirdim.
Yanımda nefes hissettiğimde bir anda hançerimi çıkardım ve boğazına yapıştım.
Bir elimle ağzını kapatırken diğer elimlede hançerimi boğazına yerleştirmiştim bile.
Zifiri karanlıkta kim olduğunu bilemezken konuşmaya başladım.
"Kimsin?" Dedim sinirli bir şekilde.
Elini yüzüne doğru yaklaştırdı ve ışık çıktı ortaya.
Balkır...
Burda ne işi vardı ama?
Balkır'ın olduğunu görünce iki elimide boşa saldım ve hançerimi yerine tekrar koydum.
"Senin ne işin var burada? Sana gelme demiştim." Dedim
"Kral gönderdi beni size mesajı var" dedi ve elindeki kağıdı bana uzattı.
Kağıdı açtım ve sesli bir şekilde okumaya başladım.
"Papatyam...
Güzel kızım hırsın ve gücün senin en büyük zaafın.
Bu zamana kadar hep burnunun dikine gittin.
Bu konudada gideceğini biliyorum.
Bu yola artık çıkmış bulunuyorsunuz.
Kendinize dikkat edin.
Babanneni rüyanda tekrar gördüğünde ona öğrendiğini söyle ki sana her şeyi anlatsın.
Seni seviyorum
Sevgiler Baban..." Yazıyordu altındada imzası ve mühürü vardı.
Balkır'a baktım
"Resmi olarak bu işe başlamış bulunuyoruz bu saaten sonra prenses değil DOĞANIN KORUYUCUSU'yum.
Bu yolda benimle karar vermeye ve savaşmaya varmısın?" Dedim cesaretle
"Her zaman" dedi kendinden emin şekilde .
Kafamı tekrar girişe uzattım.
"Ateşin etrafında neden siyah gölgeler var biliyormusun?" Dedim Balkır'a bakmadan.
" Onlar Pamir'in (Gölge Ruh) gölgeleri.
Saf korkudan beslenirler ve avlarını yakaladıkları zaman efendilerine götürürler.
Kasabada kimse olmamasının sebebi de bu Ada kimse korkudan evlerinden dışarı çıkamıyor geceleri."dedi.
Ada mı? Bana daha yeni ada demişti.
Arkadaşı olarak görüyor demektir bu.
Aslında iyi olmuştu prenses demesinden sıkılmıştım.
Yüzüne Alayla gülümseyerek baktım.
Ada dediğinin farkına varınca;
"Ya.. yani prensesim" dedi heyecanla.
"Hayır Ada hoşuma gitti.
Prenses yerine Ada de artık bana" dedim
Bir anda kasabadan bağırış sesleri gelmeyen başladı.
"Alii... Aliiii... Oğlumm..." Dedi kadının biri.
Hemen kafamı geri uzattım.
Kadın bağıra çağıra oğlunu arıyordu.
Arkasına ise bir gölge yaklaşıyordu.
Balkır'a bakınca yanında beş altı yaşlarında bir çocuğun kucağına oturduğunu gördüm.
İstemsizce komiğime gitmişti.
"Sen nerden çıktın?" Dedim çocuğa
"Arkadan dolaştım. O gölge ruhları beni görmemesi için" dedi bilmiş bir şekilde
Tebessüm ettim ve başını okşadım.
Bu yaşında çok cesurdu.
Kadına tekrar baktığımda korkmuş olduğu çok belliydi.
Gölge ruhları artık peşine takılmıştı.
Galiba bu çocuğu arıyordu.
Kamufle büyüsü yaparak yavaşça kadına ilerledim.
"Sakin ol oğlun benimle.
Korktuğun için gölge ruhları peşinde.
Korkmayı bırakmalısın" dedim güven verisi sesle.
Kadın rahatlamış olacakki gölge ruhlar yavaşça geri çekiliyordu.
Hemen büyüyü bozup kadının elinden tuttuğum gibi kasabanın girişine getirdim.
Kadın oğlunu görünce göz yaşlarını tutamadı ve oğluna sıkıca sarıldı.
Çocuğun adı galiba Aliydi çünkü Ali diye çağırıyordu.
"Alicim neden çıktın evden bu saatte ve bu yaşda?" Dedim
"Kasaba ve ailemi kimin bu kadar korkuttugunu öğrenmek istedim.
Ayrıca ne varmış yaşımda kocaman adam oldum artık ben." Dedi sinirlenerek.
Gerçekten hayran kalmıştım bu cesaretine.
"Oğlum bir daha sakın böyle bir şey yapma...
Senin kaybolman beni korkuttu ya başına kötü bır şey gelseydi.
O zaman ne yaparım" dedi ve Ali'nin basini kendine yasladı.
"Tamam Şimdi aynı cesaretinle annenide alıp sessizce evine git tamam mı?" Dedim.
Ali önce bana sonra annesine bakınca kabul etmek zorunda kaldı.
"Siz kimsiniz?" Dedi kadın
"Biz iki yakın arkadaş çok uzak diyarlardan buraya bir akrabamiza gelmiştik fakat yolumuzu kaybettik.
Bizde burada bu gece dinlenip yola tekrar çıkacaktık." Diye yalan söyledi Balkır.
Buna ne gerek vardı şimdi.
Zaten gerçeği yıllarca sakladılar.
Artık yalanlarla yasamiyacagim.
"Hayır öyle bişey yok!" Dedim Balkır'a bakarak.
Sonra onlara dönüp devam ettim.
"Ben prenses Ada.
Duydunuz mu bilmiyorum ama ben doğanın koruyucusuyum.
Tüm doğayı tehdit eden o gölge ile yüzleşmeye gidiyorum.
Ama önce etrafa göz atmam ve bilgi toplamam lazım." Dedim.
İnanmaları için sağ elimle beyaz bir büyü oluşturarak onlara uzattım.
Balkır bana inanmayan gözlerle bakıyordu.
Kadın söze başladı
"O sensin.
Efsanelerde anlatılan Doğanın koruyucusu.
Tek lanetlenmemiş kızları...
Prenses sizinle tanışmak büyük şeref buyrun gelin misafirimiz olun." Dedi
Ah ah adım efsanelerde anlatılanmis ha...
"Onur duyarım" dedim ve hepimiz yürümeye başladık.
Balkır kolumdan tutup beni durdurdu
"Prenses emin degiliz belki zarar verebilirler." Dedi sessizce
"Hislerime göre iyi insanlar.
Birinci artık prenses deme
İkinci bir daha ön yargılı davranma." Dedim net bir sesle
Şimdi eğer Arel'e seslenirsem gölge ruhlar bizi farkeder.
En iyisi sabah seslenmek.
Ben bunları düşünürken evin içine girmiştik bile.
Bahar olduğu için fazla soğuk değildi.
Kadın Ali'yi yaptırdıktan sonra yanımıza geldi ve aç olup olmadığımizi sordu.
Bizde nazikçe reddettikten sonra sohbet ettik.
Adı Baharmış eşi ormanda kaybolmuş bir kaç yıl önce.
Biraz daha sohbet ettik ve uyumaya gittik.
🌈🌼🌈🌼
Gözlerimi hafif açtığımda güneş çoktan çıkmıştı.
Çok rahat bir uyku çekmiştim.
Bakır kapının yanındaki koltuğa uzanmış uyuyordu.
Ayağa kalktım ve sessizce dışarı çıktım.
Bahar çoktan kahvaltıyı hazırlamıştı.
Fakat ortalıkta yoktu.
Mutfağa gidip oradami acaba diye baktığımda Ali'nin sandalyeden düşmek üzere olduğunu görüp hemen kucağıma aldım ve yere bıraktım.
Korkudan ağlıyordu.
"Teşekkür ederim prenses beni kurtardınız" dedi ve bana sarıldı.
Çok mutlu olmuştum.
Bazen minik teşekkürler dünyanın en büyük hediyesine bin basardı.
"Annen nerede biliyormusun?" Dedim merakla
" Fırına gitti.
Sıcak ekmek alacaktı." Dedi korkarak
"Sen neden sandalyeye çıktın!" Dedim
"Su içecektim" dedi üzgün bir şekilde
Lavabodaki sürahiden su verdim ve tekrar içeri geçtim.
Bahar gelmişti.
"Günaydın majesteleri" dedi gülerek
"Günaydın ne gerek vardı şimdi yola çıkacaktık zaten" dedim utanarak.
"Olurmu öyle prenses o kadar evimize gelmişsiniz" dedi
Güzel bir sabah oluyordu.
Gülümseyip odaya geri girdim.
Aynaya bakınca normal olarak saçlarım dağılmıştı.
Saçlarımı düzelttim eldivenlerimi taktım ve kollarımı çiçek yapıp kapıya yaslandım.
"Balkır hadi sabah oldu kalk yola koyulma vakti geldi!" Dedim fakat hiç bir kımıldama yoktu.
İki üç kere daha seslendikten sonra yine uyanmıştı.
Bende sol isaret parmağımda küçük bir su damlasi -yarım litre- oluşturarak yüzüne fırlattım.
Ani bir refleks ile "bu sefer öldürdüm seni Arda" dedi.
Bu dediğine önce şaşırsamda sonra gülme krizine girdim.
Çünkü karşısında beni görünce kendini nasıl toplayacağıni bilemedi.
Durumu açıklayıp odadan çıktım ve masaya oturdum.
Masada ne ararsan vardı.
Ali iştahla omletini yerken annesi gülümseyip başını öpüyordu.
Bende gülümseyip yemeğime devam ettim.
Balkır yüzünü yıkamış yanımıza çoktan oturmuştu.
Tam çayımı yudumlarken dışardan büyük bir gürültü koptu sonra bağırış sesleri...
Hızla dışarı çıktık.
Dünkü ateşin yanında simsiyah bir at ve üstündede yarı gölge yarı insan olan bir şey vardı.
İnsanlar korkarak evlerine kaçmaya çalışırken arkalarındaki korku gölgeleri ise bazılarını yakalıyor bazısını kaçırıyordu.
Ben gördüklerimin şokunu yaşarken Baharın sesini duydum.
"Pamir..." Dedi sessizce.
Pamir mi? Yani bu gölge ruh Pamir mi?
Ailemi lanetleyip öldüren, Babamla savaşan, tüm doğayı tehdit eden...
"HERKES DURSUN!!" Diye bağırdım.
Kimse sesimi duymamıştı.
Kapıdan dışarı çıktım.
Ayağımı toprağa vurunca toprak bir anda sallanmaya başladı.
Şimdi herkes hem depremin hemde gölgelerin korkusu ile koşuyordu.
Batırdığım yetmiyormuş gibi bide üstüne tüy dikmistim resmen.
Zihinden seslenmeyi denesem nasıl olurdu acaba.
Yüz kişinin zihnine girmek zor olacaktı ama yapacak bir şey yoktu tek çare buydu.
Balkır ve Bahara dönüp;
"Toplayabildiginiz kadar insanı buraya toplayın gerisine ben zihinlerine seslenecegim.
Koruma büyüsü yaparak bu eve gölge ruhların girmesine izin vermeyeceğim.
Acele edin..." Dedim.
Bahar ve Balkır koşarak uzaklaştılar Ali de onlarla birlikte gitmişti.
"Herkes bı sakin olsun ben Prenses Ada korktuğunuz müddetçe bu gölgeler peşinizi bırakmayacak.
Baharın evine gidin hepiniz..." Dedim
Herkes bir anda susmuş ve durmuştu.
Yavaş yavaş eve giriyorlardı.
İki elimi yanlara açıp büyüye başlamıştım.
Önceliğim doğayı korumaktı.
Pamir atından indi.
Önce atının başını okşadı sonra kulağına bir şey söyledi ve gülmeye başladı.
Ellerini çiçek yapıp olacakları izliyecek gibi bir havası vardı.
At birden sıçrayarak üzerime koşmaya başladı.
Koruma büyüsu bitmişti.
Sıra yok etme büyüsündeydi.
Ellerimin arasından siyah sisler çıkmaya başladı.
Tek ellerimin değil tüm vücudumu dolaşıyordu bu büyü.
Biraz korksamda belli etmemeliydim.
At koştu... Koştu... Koştu..
Önümde bir anda durdu ve selam verecek gibi eğildi.
Bu duruma şaşırsamda ne yaptığını anlamaya çalıştım.
Ayağı kalktı ve burnunu yüzüme sürtmeye başladı.
"Ne yapıyorsun aptal varlık öldürmen gerek onu!!" Dedi Pamir.
Daha yeni sırıtan yüzü şimdi düşmüş ve bu hiç hoşuma gitmemis gibi duruyordu.
Büyüyü bozdum ve atın yüzünü ellerimin arasina aldım.
Başımı başına yaslayarak gözlerimi kapattım ve konuşmaya başladım;
"Hiç bir varlık aptal değildir.
Senin dışında tabi.
Senin gibi korkak aptalların işi zayıf ve korkak kişileri avlamak...
Cesaretin varsa benimle kendin dövüşürsün başkalarına söyleyerek değil." Dedim yüzüne bakarak.
"Bu burada bitmedi bizmez başına çok büyük bela aldın küçük kız!" Dedi ve ortadan bir buhar gibi kayboldu.
Küçük kız mı? Hahaha beni daha tanımıyordu.
Hala ellerimin arasında olan ata dönerek;
"Kendi yaşam alanina ve sahibine dön" dedim ve öptüm.
At önce bir şaha kalktı ve koşarak uzaklaştı.
Etrafıma baktığımda önde balkır,bahar ve Ali olmak üzere herkes tek dizinin üzerine çökmüş;
"Çok yaşa prenses..." Diyorlardı.
Bununla gurur duysamda aslında hiç birşey yapmamıştım.
Sadece onları sağ salim eve girdirmistim.
"Lütfen kalkın ben görevimi yaptım.
Daha yapılacak bir sürü görevim var.
Eğer bir ihtiyacınız varsa söyleyin hemen çünkü biradan yola çıkacağız" dedim sevecen sesimle
"Prenses bu topraklar bereketli topraklardı.
Ama ne olduysa bir anda kurudu ve mahsullerimiz kurumaya başladı.
Biz iki yıldır yokluk çekiyoruz.
Lütfen bize yardım edin" dedi benim yaşlarımda olan bir adam.
"Pekâlâ ilgileneceğim" dedim ve ellerimi Gök yüzüne açıp Arel'in adını sayıklamaya başladım.
On kere sayıklamadan sonra arkamdan
"Ama prenses Arel Arel geldim ya.
Bir kere seslenmen yeterdi.
İsmimden soğudum.
Naber millet!" Dedi.
Bu biraz komiğime gitsede kasabanın çocukları Arel'in üzerine atladı.
Sarayın aksine burada çok seviliyordu belliki.
"Çok sevimli bir tipim var prenses ondandır beklide" dedi
Yine yapmıştı yine okumuştu zihnimi.
Oflayayip kafamı salladım ve zihnimi koruma altına aldım.
"Zihin okuma konusunda ne dedim sana?"dedim sinirle
"Bende sana birşey demiştim hatırlıyormusun?" Dedi pişkin pişkin.
Bu cümlesine göz devirerek
"Pamir'i taniyormusun?"dedim
"Pamir mi? Onu burada kim tanımaz ki prenses.
Babanızın savaşını, Pamir tarafından ailenizin öldürülmesini...
Bu kasaba onun bölgesinde olduğu için sürekli buraya gelir.
Sakın prenses onunla karşılaşmayın.
Karşılaşacak kadar hazır değilsiniz" dedi net bir sesle.
Bilmediği birşey vardı yaklaşık beş dakika önce laf dalaşına girmiştik ve muhtemelen benim kim olduğumu anlamıştır.
Hafifçe burnunu kaşıyarak güldüm.
"Bilmediğin bir şey var.
Yaklaşık beş dakika önce savaş başlayacaktı.
Atını saldırması için üzerime saldı fakat nasıl olduğunu bilmiyorum ama at önümde diz çöktü ve burnunu yüzüme sürdü.
Giderken de 'Basina büyük bela aldın küçük kiz' dedi ve yok oldu.
Kim olduğumu öğrenmemiş olabilir." Dedim net bir sesle.
"Yanında hangi büyüleri yaptınız prenses?" Dedi korkulu sesle
"Koruma ve yok etme büyüsü" dedim anlamsız bir şekilde.
"Olamaz prenses yok etme büyüsü sizi ele geçirebilir bunu nasıl göze aldınız?" Dedi korkarak
Nasıl yani yok etme büyüsü yaparak kendimde mi yok olabilirdim.
Bunu neden söylemedi babam bana.
Neyse ne doğa için herşeyi göze alırım.
"Neyse ne boşver bunları benim ormanın içine girmem gerekiyor oradaki çığlıkların derinine gitmem lazım.
Sen şimdi bütün kasabayı dağıt ve çıkışta beni bekle kasabaya koruma büyüsü yapacağım artık Pamir buraya hiç bir şekilde giremez ve topraklar eskisi gibi olur." Dedim ve Balkır'a döndüp;
"Saraya git, Babama herşeyi anlat ve Elsa(Prensesin atı, Dişi),Zeus(erkek) ve Aria(Dişi) getir yola onlarla devam edeceğiz." Dedim
"Ama prenses Zeus ve Elsa çok hırçınlar Aria'da çok güçlü ben nasıl getireceğim üç tane atı?" Dedi merakla
Haklıydı üçüde birbirinden güçlü ve hırçındı.
Benim dışımda kimseye boyun eğmezlerdi.
Hayvanlar ile güçlü bir bağım vardı küçük yaşlardan beri.
"Onlar zaten üçüde yan yana duruyor.
Onlara prenses sizi istiyor.
Yardıma ihtiyacı var dersen onlar sana uyacaktır." Dedim ve göz kırptım.
Boynundan hiç bir zaman çıkarmadım papatyalı kolyemi kanıt olsun diye eline verdim.

Doğanın Koruyucu KraliçesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin