bıkkınlıkla ayağının altında ezdiği otları bir kenara ittirdi Felix, tarih yine kendini tekrar ediyordu.
Ryujin'in gür sesi, Changbin'in yalanlarla donanmış çığlıklarını bastırıp kulaklarını deliyordu. Gördüğü ilginç kabusu, kalbinden bıçakladığı yakışıklı yabancıyı, kusma isteğini ve günler içinde rüyasında gördüğü gence beslediği Seungmin dışında kimseyle konuşmamıştı.
Üstelik Changbin de iblisin yardımcısı çıktıktan sonra herkesin sinirleri alt üst olmuştu, kendini savunmuyordu, sadece arada boşluğa dalıp kendi kendine bir şeyler sayıklıyordu. Felix onun deli olduğunu düşünmüştü. Ve Jennie, Seungmin, ryujin de.
Sadece bir hafta süren huzurun ardından yine iblisin kanlı pençelerine düşmek ryujin'i delirtiyordu. Gün içinde her zaman yaptığı gibi elinde bıçağı Changbin'in şakakları üstüne daha bir bastırdı. "geçidin yerini söyle küçük. Sabrım falan kalmadı." Daha hızlı cehenneme varabilmek için Elf dağları arasından geçmek güzel bir çözümdü. Ordan direkt olarak fırına, ve de yanacakları ormana ulaşabilirlerdi.
Chang da son günlerde yaptığı gibi anlamadıkları bir dilde mırıldandı, işe yaramaz bir çabaydı. Sabrı kalmayan ryu, umursamazca savurdu bıçağı. Tehditkar havasıyla yakalarını düzeltti. Korkuyordu, elbet korkuyordu. Ama korku sadece korkaklar için bir engel olmalıydı.
gözler önünde iğrenç bir gıcırtıyla ağır ağır, sanki ağır çekimde gibi yere düşen kelle ayaklar altına yuvarlandı gitti. Kimsenin ses çıkaracak hâli kalmamıştı. Daha cehenneme girmemişlerdi bile ama, nasıl dayanacaklardı ki azaba?
gölgelere karışan Changbin'in bedeni ve siyah kanı, belki karanlıkla dans eden yorgun bilinci, Acel'in içini acıtmıştı.
gözlerini Felix'ten çekmeden zebanilerden birini çağırdı yanına, nazik havasıyla bir kadeh şarap rica etti.
yorgunluktan bayılmak üzere olan avcı takımına şifacı elflerden Ashley'i yollarken içinden mırıldandı sessizce, 19. yüzyıl beyfendileri edasında, nazik havasını bozmadan. "az kaldı."
Dudakları arasında çevirdiği birkaç dua, tanrıya yakarış dışında; artık geçitleri açmak dışında bir çaresi kalmamıştı. Ölümünü kendi elleriyle yanına alıyordu.
kekin bir parçası değildi belki ama, kekten bir parça alabilirdi değil mi?
🌼:彡
gür ses saray duvarlarını tavaf edip acel'in yüzüne çarptı, güçlü rüzgâr dikenli tenini sıyırarak cehennemin dibine bir parça merhem olmuştu. Kapılar acı gıcırdamalarla acılırken sıkışık hava, dışardan gelen bir temas sayesinde biraz olsun hafiflemişti.
Varı yoğu buymuş gibi bağıran yanmış c3s3tl3r bir an için çığlık atmayı bıraktı. Alevler fokurdadı ve fırın bir yandan öğütüp, bir yandan yakmaya devam etti. Dışarıdan cennet bahçesi gibi görünen ormanlar kasırga etkisiyle içeriden gelen havayı kucakladı. Sahi, ne zaman açılmıştı en son kapak?
En azından 1000 yıl olmuş olmalıydı. Küçükken de kapalıydı kapak. O zaman da içerisi boğucu ve sıkıcıydı. Çığlıklar ya da kan ilgisini çekmiyordu.
Zebaniler çığlık atanlara büyük bir zevk içinde kamçılarla vururken, keyifle dışarıyı izledi ve davetkar sıcağın avcı takımının ilgisini çekmesini bekledi. Sadece onların ilgisini çekmeyecekti ama. dışarı çıkıp, yakıp kül etmeye can atan zebaniler, aynı şeyleri tekrar etmekten cansız düşen ateş ve taze et kokusuna yenik düşen yaratıklar dışarı çıkmak için can atıyordu.
Aynı şekilde babası da içeri girmek için.
belki acel ölümün Felix'ten gelmesi için dua etmeye devam etmeliydi, ya da olası savaş için hazırlanmalı; bir kuple piyanoya yenik düşmeliydi.
hiç bir şey ilgisini çekmiyordu gerçi, kendisine nefret duyan onlarca 'insandan' biri olan Felix dışında.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
moon lovers | acelinho
Fiksi Penggemariblis avcısı olan minho, uzun zamandır peşinde olduğu Acel'i sonunda yakalar.