Episode 21. "Spark."

9.3K 601 82
                                    

Merhaba! Ehuehu. Uzun olduğunu düşündüğüm bir bölüm ile sizlerin karşısındayım! Sanırım bu geçtiğimiz bir kaç ay içerisinde en az beklettiğim günlerden biri oldu. Ayrıca bölümün hepsi Zayn'in ağzından. Aşık olduğumun ağzı ile yazmayı özlemişim. ^-^ Neyse. Okuyun yavrular. :*

Bölüm şarkısı "Faydee - Far Away."

Bölüm 21. "Kıvılcım."

Zayn.

Asansör uğuldayarak katları çıkıyordu. Kalbim midemde atıyordu sanki ve neden bu kadar heyecanlandığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Sadece küçük bir hamle. Ya her şeyi yola sokacaktı, ya da her şeyi raydan çıkaracaktı.

Sekizinci kata gelince bir tink sesi duyuldu ve kapılar kayarak açıldılar. Asansörden çıkıp odama doğru ilerlerken Jennifer'ın masasının karşısındaki toplantı odasından Britney çıktı ve Jennifer'ın boş masasına ilerleyip bir şeyler aramaya başladı.

Yüzüme içten olduğunu düşündüğüm bir gülücük yapıştırdım. Böyle fırsat bir daha ele geçmezdi.

Britney'ın arkasından sessizce yaklaşıp kolumu beline atıp onu kendime çektim. Sertçe. Sırtı göğsüme çarparken şaşkınlığını hissetmiştim. Boğazıma bir şey oturdu. Dün gece kollarımda Arabell varken şimdi bir de şuna bak.

Kulağına fısıldadım. "Günaydın bebeğim."

"Zayn?" dedi şaşkınlıkla. "Evet." dedim ve güldüm. "Başka birini mi bekliyorsun?" Gülme sırası ondaydı. "Hayır ama birden gelince şaşırdım," Kollarım arasında dönüp bana baktı. "Nasılsın?" Oldukça kötü. Aşık olduğum kadın, karım dün gece ağlayarak uyudu ve ben şu an onun ne halde olduğunu bilmeden buraya geldim. "İyiyim. Oldukça hemde. Peki ya sen?" Gülümsedi. "Senin bu tatlı karşılamanı görünce daha iyi oldum." Başımı öne doğru eğip ona biraz daha yaklaştım. "Demek ki böyle düşünen yanlız ben değilmişim." Mahçup bir şekilde gülümsedi.

Arabell nasıldı? Uyanmış, yemeğini yemiş ve günlük hayatına dönmüş müydü? En önemlisi ağlıyor muydu? Kalbim ağlamamasından yanaydı.

"Şimdi gitmem gerek," dedi Britney. "Müsaade eder misin?" Kollarımı çözüp onu serbest bıraktım. "Tabii ki de." Toplantı odasına girerken bana sevimli bir şekilde el salladı.

Odaya girip kapıyı arkamdan gürültü ile kapattım. Elim telefona gitti ve listenin A harfinden Arabell'i bulurken, nedensiz bir endişe hissediyordum. Telefon 4 kere çaldı ve sonra onun o güzel sesini duydum ama bir terslik vardı. Boğuk ve kısık geliyordu. "Efendim?"

"Ağladın mı sen?" Odadaki siyah koltuğa kendimi bırakırken, pişmanlık denilen his vücudumu bir kıvılcım misali tutuşturdu. En ufak bir hareket, rüzgâr etkisi yapar ve içeriyi ateşe verirdi.

"Canım acıyor, Zayn. 21 yaşındayım ama hayatım boyunca hiç bu kadar çaresiz ve eli kolu bağlı hissetmemiştim. Sende yoksun. Neredesin?"

Fırtına, içerideki kıvılcımları büyük alevlere çevirdi.

"Arabell," dedim sol tarafımdaki ağırlığı görmezden gelip. "Bir tanem, ağlamak hiç bir şeyi çözmeyecek ya da yoluna sokmayacak. Nerede benim güçlü kızım?" Burnunu çekti. "Sanırım kayboldu."

Sesi o kadar savunmasız geliyordu ki, bir insanın bir gecede nasıl bu kadar çabuk yıkıldığını düşünmekte zorlanmaya başladım. Ama Arabell'in endişesi şirketi kaybetmek, ya da kendine bir zarar gelmesi değildi. Onun tek endişesi ve korkusu beni kaybetmekti ve bu yüzden ağlıyordu.

Kalbim ağırlaştı.

"Hayır," dedim. "Kaybolmadı. O hala içeride sadece dışarı çıkmaya korkuyor. Şimdi kalk. Kendine iyi gelecek bir şey yap. Akşam yanına geleceğim ve iyi hissetmeni sağlayacağım. Tamam mı?" Bir süre ses gelmedi. "Tamam," dedi yavaşça. "Seni seviyorum." Derin bir nefes aldım. "Bende seni."

Telefonu kapatıp ahizeli telefona uzandım. Jennifer'ın masasındaki telefon çaldı ve bir süre sonra açtı. "Buyrun efendim?"

"Bayan Gibson'a söyleyin lütfen. İşi bitince yanıma uğrasın."

**

"Bugün Hannah ile Arabell'e uğradık," dedi Liam'ın telefondaki sesi. Sağa sinyal verip dönerken "Evet?" dedim. "Pek iyi görünmüyordu. Bir sorun mu var?" "Hayır," dedim hemen ama fazla dikkat çekici olduğunu fark edince toparladım. "Biraz rahatsız sadece." "Pekala," dedi ve devam etti. "Sen nasılsın peki?" Göremeyeceğini bilsem de omuz silktim. "İyi." Kısa ve öz.

"Harry Almanya'ya gitti." dedi. "Rosemary'i görmeye." Önüme aniden bir araba çıkınca frene ve kornaya aynı anda asıldım. "O da neydi?" dedi Liam. "Liam araba kullanıyorum. Sonra konuşalım mı?" "Nasıl istersen dostum. Kendine iyi bak."Telefon bölümüne uzanıp ekranı kapattım.

Eve zar zor -bir kaç arabanın haşin kornalarına ve bazı şoförlerin küfürlerine maruz kalarak- geldiğimde, bitik hissediyordum. Garaj kapısı gürültü ile ağır ağır açıldı. Arabayı içeri park ettim ve ben çıkınca yine gürültü ile kapandı.

"Zayn, oğlum!" Tanıdık ses ile arkama döndüm. Yan evin bahçesinden Bay Danny bana sesleniyordu. Hava henüz kararmıştı bu yüzden yüzünü rahatlıkla seçebiliyordum, gülümsüyordu.

"Merhaba," dedim çitlere yaklaşıp. "Nasılsınız?" Gülümsedi. Bay Danny eşi ile birlikte yan evde oturuyorlardı. Arabell çoğu zaman ben işte iken onları ziyaret eder, vakit geçirirdi. Bayan Danny ona bir çok yemek tarifi öğretiyordu ve Arabell'de deney faresi olarak beni kullanıyordu.

"Teşekkürler," dedi sevimli bir şekilde. "Ben iyiyim. Siz iyi misiniz?" "Evet, tabii ki de. Kötü olmamız için bir sebep mi var?" Evet, var.

"Sadece.. Arabell'i merak ediyorum. Bu gün uğramadı ve Monica onun için endişelendi." Kaşlarım çatıldı. "Biraz rahatsız bu günlerde. O yüzden olsa gerek." Gözleri irileşince devam ettim. "Merak etmeyin korkulacak bir şey yok. O oldukça iyi. Bayan Danny'e lütfen iletin bunu." Gülümsedi ve çitin üzerindeki elimin üzerine elini koydu. "Sen çok iyi bir eşsin, evlat."

Eve girince içeriye doğru seslendim. "Arabell, ben geldim?" Mutfaktan paytak adımlarla çıktı. Üzerinde dün geceki penguenli pijaması vardı ve saçına yaptığı topuz bozulmuş, O'nu çok tatlı göstermişti. Yanıma geldi. Gözlerindeki boş bakış, canımı yaktı.

"Yemek yaptım," dedi. "Hadi ellerini yıkayıp gel. Soğutmak istemezsin." Beklemediği bir anda onu kucağıma aldım. "Benim sevimli penguenim benim için yemek yaptı ha?" Gülümseyerek O'na baktım ama yüzünde tek mimik dahi kıpırdamadı. Kucağımda O'nunla birlikte salona girdim ve koltuğa bir bebek gibi oturtup önüne çömeldim. "Prenses, biraz güler misin? Mutlu olmanı istiyorum." Yine tek bir mimiği kıpırdamadı ve boş boş suratıma bakmaya devam etti. "Arabell?" Ses yoktu. Derin bir nefes aldım. "Pekala.

Önünden kalkacağım sırada kolumdan tutup beni kendine çekti. Dudakları kulağımın hemen dibindeydi. "Biliyor musun ben çok şanslıyım," dedi. "Çünkü senin gibi birine sahibim." Kolları arasında beni biraz daha sıktı. "Seni çok seviyorum, Zayn. Çok fazla. Unutma bunu." Geriye çekilip yüzünü ellerim arasına aldım. "Bunu unutmayacağım çünkü yanımda olacaksın ve bunu bana sürekli hatırlatacaksın." Dudaklarımı alnına bastırdım.

"Yemek yapmıştın değil mi? Elimi yıkayıp geleyim. Soğutmak istemem değil mi?"

Never Been Hurt || A New LifeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin