Mrb yine ben. Arayı telafi edeyim dedim. Hem de aklımda çok piçimsi fikirler varken üstelik klavyem pislik yapmayıp çalışıyorken bölüm yazmamak ayıp olurdu.
Yorumlarınız için çok teşekkür ederim. O güzel yorumlarınız çok iyi hissetmemi sağladı. Bir avuç insanın beni sadece varlıklarıyla bile mutlu edecekleri aklıma gelmezdi. Bir yıl önce bana "Büyük bir okuyucu kitlen olacak." deseler güler geçerdim. Bu şeyin, bu başarının nedeni ben değilim, sizsiniz. Belki çok klasik olacak ama olmasaydınız, olmazdım.
Neyse ulan, yeter bu kadar duygusallık. Şimdi aklımdaki piçimsi fikirleri ortaya dökme zamanı.
Bölüm şarkısı "Zara Larsson - Carry You Home."
İyi okumalar! ♥
Bölüm 18. "Zorunluluk."
1 hafta sonra.
Zayn.
Anahtarı kilide sokup çevirdim ve kapı ritmik bir tık sesi ile açıldı. İçeri girip kapıyı kapattım. Güneş henüz batıyordu ve dışarıda yağmur yağıyordu. Ceketimin omuzundaki yağmur damlalarını silkeleyip ceketi çıkardım ve vestiyere koyarken içeri doğru seslendim. "Arabell, ben geldim?"
Ev karanlıktı. Kimse yok gibiydi ve bu biraz ürkmeme sebep oldu. Mutfağın ışığını yakıp içeri girdim ve masanın üzerindeki not dikkatimi çekti.
Sana pasta yapmak istedim ama evde süt olmadığını görünce kısa bir üzüntü geçirdim. Markete kadar gidip geliyorum, merak etme. xx -Arabell.
Normalde olsa kuşkulanmazdım ama bu biraz garipti. Yazı Arabell'in yazısına zerre benzemiyordu. Üstelik o hiçbir zaman 'xx' koymazdı. Çok nadirdi. Elimi cebime atıp telefonumu çıkardım ve Arabell'i listede bulup telefonu kulağıma tuttum. Telefonun zil sesi, boğuk ama bir o kadar da yakından geliyordu. Elim telefonda salona giderken, sesin koltuğun üzerinden geldiğini gördüm. Beyaz iphone'u koltuğun üzerinde titreyerek parlıyordu.
Telefonunu almamıştı.
"Tamam," dedim sesli bir şekilde. "Endişe edecek bir şey yok. O iyi." Koltuğa oturdum. "Sadece markete gitti. Az sonra gelecek. Sakin ol. Gelecek." Kafamı iki elim arasına aldım ve dirseklerimi de dizlerime yasladım.
Ama içime serpilen korku tohumları her saniye biraz daha büyüdü.
Arabell.
Gözlerim bağlıydı. Küf kokan soğuk ve rutubetli bir yerdeydim. En son ne oldu onu bile hatırlamıyordum.
Evdeydim. Kapının çaldığını ve benim açmaya gittiğimi hatırlıyorum. Sonra kafama sert bir darbe yediğimi. Gersi yok.
"Açın gözlerini."
Tanıdık kadın sesini duymam ile tüylerim diken diken oldu. Sesi tanıyordum, ama çıkartamıyordum. Beynimin sinyallerine göre daha önce bu kadını çoğu kez görmüş ama hoşlanmamıştım. Gözlerim açıldığında şaşırsam mı üzülsem mi bilemedim.
Lily Gibson.
"Merhaba Arabell." dedi yapmacık bir şekilde gülümseyerek. Hemen karşımda duran sandalyede bacak bacak üstüne atmış oturuyor ve bana bakıyordu. "Nasılsın?" Aşağılayan gözlerle ona bakıp tükürür gibi konuştum. "Ne işim var burada?" Gülümseyip geriye yaslandı. "Birlikte güzel planlar yapacağız, hayatım." dedi. "Çok güzel planlar." "Beni buraya neden getirdiniz!?" diye bağırınca boş depoda sesim yankılandı. "Cık cık cık." Gibson'ın sesi mide bulandıracak cinstendi. Evde olmam gerekiyordu. Saat kaçtı? Zayn gelmiş olmalıydı ve evde beni bulamazsa epey endişelenirdi.
"Bana sesini yükseltme." dedi Lily. "Senin için hiç iyi olmaz." Kaşlarımı çatıp ona baktım. Ellerim arkadan bağlı oldukları için çok ağrıyorlardı. "Sizi iyi biri sanmıştım. Gerçekten öyle. Yüzünüzden samimiyet akıyordu ama yanıldığımı göstermeniz çok zaman almadı. Hangi manyak iş ortağının karısını kaçırır?" Bir süre sustu ve sonra dudaklarından sinsi bir gülüş döküldü. "Şirketin senetlerini isteyen bir manyak." dedi ve bir kahkaha atıp bana baktı. "Siz gençlerin ağzı çok bozuk. Ama bunu sevidm."
Gücüm yettiğince "Geber sürtük," diye bağırmak istedim ama bunun neler doğuracağını bilmiyordum. Senetleri istemek de ne demekti?
"Lafı kısa kesip seni de salacağım." dedi. Salacakmış. Köpek tutuyor sanki orospu.
"Biraz geriden başlamak gerekirse, yani geri dediğim Yaser'in beni nikah masasında bıraktığı zamana gidecek olursak her şey o gün başladı." Ne? "Sinirim elle tutulabilirdi ve içimden bir söz verdim. Yaser'in ve çevresindeki herkesin hayatını, onun benim hayatımı kararttığı gibi karartacaktım." Ayağa kalktı. Uzun bacakları giydiği dar paça pantolon ve topuklu ayakkabılar ile uyum sağlıyordu. Bir ileri bir geri yürümeye başladı. "Yaser'in çevresinde sen ve oğlu var. Yani bu şirket işinde olan. Bu yüzden tatlım," bana yaklaşıp yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Hayatınızı mahvetmek için her şeyi yapacağıma emin olabilirsin."
Geriye çekilde ve tekrar yürümeye başlarken konuşmaya devam etti. Yarı şaşkın yarı kızgın bir tavırla dediklerini dinliyordum. Öyle ki Zayn'in benim için endişelendiği düşüncesi bile kafamdan uçup gitmişti. "Burada sana düşen kısım oldukça önemli, Arabell." Gülmemi engellemek için herhangi bir çabaya girmedim. "Size yardım edeceğimi nereden çıkardınız?" Yürümeyi kesip bana baktı. Gülümsüyordu. Ve bu gülüşün altında pis bir şey yatıyor gibi hissettim. Hissettim değil, bu gülüşün altında gerçekten pis bir şey yatıyordu.
"Zayn'i takip eden bir adamım var. Ve sen senetleri benim için almayı reddedittiğin ilk an kocanın beynine kurşun indirmek için bekliyor. Bir telefonuma bakar. Ve seninde bir lafına."
Cümleleri kanımı dondururken şoka girmiş gibiydim. Eğer istediğini yapmazsam Zayn'i öldürecekti. "Bir sabah uyandığında kocanı kanlar içinde görmek istemezsin değil mi? Henüz çok genç ve yakışıklı." Hulk gibi sanki ipleri kopartabilirmişim gibi inanılmaz bir güçle kendimi öne çektim ama nafileydi. "Zayn'den uzak duracaksın. Duydun mu beni? Uzak duracaksın. Özellikle senin gibi olan o sürtük kızın. Kocamın üzerinden pençelerinizi çekeceksiniz."
Ve çok şiddetli bir tokadı yüzüme yemem bir oldu.
"Düzgün konuş." dedi tükürür gibi. "Ne kızıma, ne de bana sürtük deme hakkını sana kimse vermedi." "Benim hayatımı mahvetme hakkını size kimin verdiğini sorabilir miyim?" Bunun gibi iğrenç üstü bir insanla hala sizli konuştuğum için lanet ettim. Bu kadın, saygıyı hak edecek son kişiydi.
"Yaser verdi tatlım. Yıllar önce beni bırakarak o hakkı bana verdi." Sandalyesine geri oturdu. "Şimdi," dedi gözlerime bakarken. Yanağım alev vurmuşlar gibi yanıyordu. "O senetleri alacak mısın yoksa kocanın beyni dağılsın mı?"
Önümde yapmak ya da yapmamak gibi bir seçenek yoktu. Sadece tek seçenek vardı. Yapmak. Ya yapacaktım ya da yapacaktım. Aksi taktirde canımdan çok sevdiğim adamın hayatı riske girecekt, girmekle kalmayacak hayatını kaybedecek boyuta gelecekti.
"Tamam," dedim fısıldar gibi.
"Yapacağım."
**
Siyah Mercedes evin önünde durdu ve içinden kendimi resmen attım. Saat epey geç olmuştu ve Zayn ne haldeydi, bilmiyordum.
Kapının önüne geldim ve tereddüt ile zile bastım. Önce koşar adım sesi duyuldu ve biraz sonra kapı açıldı. Karşımdaki görüntü yıkıcıydı. Gözleri kızarmış, saçları dağılmıştı. "Arabell." dedi inanamıyor gibi. "Neredeydin?" O'nu görünce gelen ağlama dürtüsü mağlup geldi ve kendimi kollarına bırakırken bedenim hıçkırıklarla sarsıldı. "Neredeydin, güzelim? Ne oldu? Seni o kadar merak ettim ki. Telefonunu da almamışsın."
Kendimi O'na biraz daha bastırırken buldum. "Lütfen, bir şey sorma." dedim yarım yamalak. "Özür dilerim. Seni enidşelendirdiğim için özür dilerim." Beni tam olarak kucağına aldı ve içeri taşırken dudaklarını alnıma bastırdı.
O'na canının tehlikede olduğunu nasıl söyleyecektim? İşin garip yani, söyleyebilecek miydim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Never Been Hurt || A New Life
Fanfic"Evet, O'ydu. Bütün kadınların aşık olduğu adam! Benimle çılgınlar gibi dans etmişti. Ben kendimi onun kollarına bırakmış ve ben mi yoksa bütün dünya mı dönerken her şeyi unutmuştum. Kim olduğumu, nerede olduğumu, neler olduğunu.. Biri omzuma dokunm...