Yeni bir başlangıç..

103 12 2
                                    

Topuzumun tokasını adeta saçlarımı da onunla birlikte koparak büyük bir mücadeleyle saçımdan çıkardım. Yaklaşık on saattir sıkı ve gergin kalan saç diplerim adeta bana isyan edercesine zonkluyordu. Elimle onları sakinleştirip ufak bir masaj yaptım. Duşa girmekle, bütün yaşananları yok sayıp uyumaya çalışmak arasında gidip gelirken duvara asılmış orta boy bir ayna, küçük pembe bir sehpa üzerine dağınık bir şekilde yerleştirilmiş bir kaç parfüm ve makyaj ürünlerinden oluşan makyaj masama yaklaştım. Evet duş demek düşünmek demekti. Her şeyin yeniden an ve an aklında yeniden canlanması demekti. Ama bu riski göze almak zorundaydım. Kaç gün direnebilirdim ki sanki?

Şu anki bulunduğum ruh halinin görüntümü de etkilenmeme şansım olamazdı. Aynaya bakmak bile istemiyordum. Ama karar vermeden önce bunu yapmam gerektiğinin farkındaydım. Minik tabureme otururken bütün gün omuzlarımda olduğunu farketmediğim yükler olanca ağırlığıyla tüm vücuduma yayıldı. Kaçamak bakışlar atarak aynaya baktım. Gördüklerim karşısında pek şaşırmamıştım. Saçlarımın tabiki de onca saatten sonra bu halde olması normaldi. Gözlerimde çektiğim eyelinerın sadece sivri uçları kalmıştı. Rimelim gözlerimin altında ağırlaşmış bana kötü kötü sırıtıyordu. Allıktan eser bile yoktu. Tamamen bitik bir haldeydim. Normalde yeşilin ağır bastığı ela gözlerim içimdeki karamsarlığa eşlik eder gibi tamamiyle griye dönmüştü. Tanrım cidden bu halde mi dolaşmıştım bütün gün? Kendime biraz daha dikkatle bakınca gözlerime yaşlar hücum etti. Aynada ki tanıyamadığım suretim ruhsuz bir şekilde ağlıyordu. Bu ben miydim cidden? Bu kadar aciz ve sıradan biri hayatında olmadan yaşayamayacak kadar çaresiz. Hatrı sayılacak kadar ağladıktan ve "onsuz yapamam" gibi onlarca klişe aklımda bir iki tur attıktan sonra bir anda durdum. Aynadaki aciz görüntüme sert bir bakış attım. Evet bu ben değildim. Bir pamuk ve krem yardımıyla adeta beni sil diye yalvaran koyu göz makyajımı sildim. Bizimkiler beni bu halde görse kim bilir neler derlerdi. Üzerime tam oturan ve az da olsa sıkan beyaz dar elbisemi çıkardım. Bütün gün topuğuma batan şık ama kullanışız ve kesinlikle giymek için yanlış günü seçtiğim stiletto lacivert ayakkabılarımı çıkarıp kenara fırlattım. İç çamaşırlarıyla odamdan çıkıp oturma odasından girişi olan banyoya doğru yürüdüm. Tanrı'ya şükür Dylan evde yoktu. Bu bitik halde beni görmesini istemezdim. Tabi Dylan benim dışımdaki sert kabuğun içinde sakladığım her şeyi bilirdi ama tam şu anda bunu kaldıramazdım.Beyaz ahşap banyo kapısını her zamanki gibi az da olsa zorlayarak açtım. Lambanın beyaz ışığıyla aynanın üstünde ki sarı ışığın verdiği loş ortamı sevmiştim. Üstümde kalan son yükleri de çıkarıp pembe çiçekli hasır çamaşırlığın üstüne
fırlattım. Küvete girip suyu orta sıcaklığa getirdim. Ilık suyun gürültülü bir şekilde dolmasını izledim ve nihayet dolduğunda kendimi suyun altına attım. Suyun bütün her şeyi alıp gitmesini umarak öylece bekledim suyun içinde. Bir şeylerin düZelmesi gerek miyor muydu. Gözlerimi yumdum. Kesik kesik anılar canlanıyordu zihnimde ama hepsi taze ve can yakıcıydı. Üzerinden bir saat geçmiş olmasına rağmen hala Steve'in sözlerini kulağımda yüksek sesle duyuyordum. Terk edilmek böyle bir şeydi demek ki. Ani duygu değişimleri yaşıyordu insan. Bu yüzden olmalı ki durduk yere yine gözlerimden istemsiz yaşlar akmaya başladı. Bir şey olmalıydı, bir şey yapmalıydım. Yani öylece bırakıp gidemezdi ya! Bir özür mesajı, ya da şimdi kapıya gelip "Sensiz yapamayacağımı anladım" dese ne güzel olurdu.
Saçlarımı spreyin sertliğinden kurtarmak için şampuanı banyo rafından alırken yere Dylan'ın jleti düştü. Eğilip aldım ve bir süre jilete manidar bir şekilde baktım. Steve'in pişman olmasını gerçekten çok istiyordum. Acıklı bol hüzünlü ve artık onsuz yaşamanın bir anlamı kalmadığına dair bir mesaj atmak ve ardından bileklerime hafif sıyrıklar atmak Steve için çok acı bir olay olurdu cidden. Hatta belki değerimi anlayıp ayaklarıma bile kapanabilirdi. Ama bu çok ölümcül bir oyun olurdu. Ve ben ölmek istiyor muydum? Kesinlikle hayır. Tamam çok acı çekiyordum falan ama bir erkek için canına kıyacak kadar kaçık bir melankolik de değildim. Bir anda sesli bir şekilde gülmeye başladım. Elimde ki jilete bakıp kahkaha atıyordum. Evlilik teklifi beklerken terk edilişime, gerizekalı Steve yüzünden çekilen arabama, bu yüzden tüm o yolu topuklularla yürüyerek eve dönerken yoldan geçen arabaların sürtük muamelesi yapmasına ve en çokta jiletle kafamda kurduğum fanteziye. Resmen sinir boşalması yaşıyordum. Gülmem bittikten sonra biraz daha rahatlamış hissetmiştim kendimi. Saçlarımı yıkadıktan sonra, duştan çıktım ve pembe havluya sarındım. Banyonun kapısını yavaşça açtım ve Dylan gelmiş mi kontrol ettim. Gelmediğini gördükten sonra rahat rahat havluyla salona girdim. Öğlenden kalan sandviçimi salondaki masadan alarak tam odama gidiyordum ki dış kapı kilidi bi anda açıldı. O şokla elimdeki sandviçi yere düşürüp kollarımla üstüme kapandım. Dylan girdiği gibi direk arkasını döndü. Ellerini teslim olmuş gibi havaya kaldırdı ve " Tamam tamam ben bir şey görmedim." Dedi. Sesinde biraz muziplik biraz da mahçupluk vardı. Utançtan kıpkırmızı olan yüzümle "Tamamiyle benim hatam özür dilerim" diyerek hızla odama kaçtım. Dylan kapıyı kapatıp içeri girdi ve kapıma doğru seslendi "Bugün çok önemli bir yemeğin vardı. Steve'de kalırsın diye düşünmüştüm. Bir şeyler ters gitmedi değil mı?" Benimle konuşurken bir yandan mutfaktaki bulaşıklara giriştiğini duyabiliyordum. Aslında bugünkü Yaşananlar hakkında 65 yıl kadar konuşmak istemiyordum ama bu Dylan'dı. Ondan istesemde bir şey gizleyemezdim ki. "Içeri geleyim konuşuruz" dedim. Üstüme kısa ipek siyah geceliğimi giydim. Altıma leoparlı panduflarımı geçirip saçlarımı hızlı bir şekilde taradım. Salona çıktım. iki servis tabağı içinde yarıya bölünmüş bir sandviç ve Dylan karşımdaydı. Mahçup bir ifadeyle "Evde olmadığın için bürodan gelirken bir tane sandviç almıştım. Madem evdesin ve madem benim yüzümden sabahtan kalan sandviçini yere düşürdün o zaman bu sandviç benim sana borcumdur."dedi muzip bir ifadeyle. Hemen yanında ki tekli koltuğa oturdum ve sadece " teşekkür ederim" diyebildim. Dylan'ı karşımda görmek gözlerimin dolmasına neden oluyordu. En yakın dostum, aynı zamanda ev arkadaşım olan Dylan bana, neler yaşandı çok merak ediyorum ama sen kendin anlatmadıkça ısrar etmek istemediğim için soramam. O yüzden anlat şunu der gibi bakıyordu. Bu bizim için özel bir şeydi. Uzun süre arkadaşlık yapan kişilerde gözlerle anlaşmak diye bir şey vardır. Ve Dylan' la bende bu son derece gelişmiş durumdaydı. Dylan'ın sessiz yakarışlarına karşılık verecektim elbet ama terk edilsem bile umrunda olmayan mideme söz geçirmem gerekiyordu. "İlk önce yemeğimizi yiyelim sonra anlatacağım". Dylan emin olmak istercesine baktı. "Söz."
Gülümsedi ve bende sanırım gülümsemeye benzer zorlama bir mimikle karşılık verdim. Sessizce sandviçlerimizi yemeye koyulduk. Fazla hunharca yemiş olmalıydım ki Dylan hafiften sırıtarak bana doğru baktı. "Nee?!" Dedim ağzıma sığdıramadığım jambon ve peyniri elimle geri tıkıştırırken. "Hiçç" dedi. Son lokmamı da yuttuktan sonra bir yudum kola aldım ve peçeteyle temizlendim. Dylan da arkasına yaslanıp kollarını birleştirdi ve yüzüme baktı. Anlatma vaktimin geldiğinin farkındaydım. Anlatmak o olayları bir daha yaşamak kadar can yakıcı olacaktı farkındaydım. "Evlenme teklifi beklentim boş çıktı" dedim. Gözlerim dolmuştu bile. Dylan anlamaz bir ifadeyle bana baktı:
"Ee ne yani evlenme teklifi etmedi diye ağlayacak değilsin ya! Belki maddi olarak daha hazır hissetmiyordur biraz oluruna bırakmalısın. Sonuçta güzel bir ilişkiniz var. Biliyorsun zaten bana göre evlenmek aşkı bitirmekten başka bir şey değil." Cidden anlamamıştı. Suratına üzgün bir ifadeyle baktım "Durum düşündüğün gibi değil. Benim bile tahmin edemeyeceğim şeyler ol..." Cümlenin sonunu getirememiştim. Gözlerimden yaşlar sicim gibi akmaya başlamıştı. Yine. Dylan durumumu görünce korku dolu gözlerle bakıp yanıma diz çöktü. Kolumu sıvazlarken "Neler oluyor Deb? Bu kadar kötü olduğuna göre tahmin ettiğim şey mi oldu yoksa?" Sümüklerimi çekerken kafamı onaylar biçimde salladım. Başımı dizlerimden kaldırmıyordum. Dylan Şaşkın bir biçimde yere baktı. Düşünceli görünüyordu. "Neden Dylan? Yani 3 senelik güzel bir ilişki nasıl böyle bitebilir. Hiç bir sorun yokken, hiç bir pürüz yokken?!" Dylan' da afallamış duruyordu. Buna verecek bir cevabı olmadığı kesindi. Bir arkadaş olarak acil durumda ne yapılırsa onu yapacaktı tabiki. Teselli vermek, onu unutturmaya çalışmak ve onu bir güzel kötülemek. Bir anda "Onu aramamı ister misin? " diye sordu. "istersen senin için konuşabilirim."
"Hayır hayır kesinlikle olmaz! Beni istemeyen birinin ardından geri arayıp neden diye ağlayacak değilim. Evet güçsüzüm acı çekiyorum ama bunu ona asla belli etmem. Sadece ona değil, kimseye Dylan." "Peki açıklaması neydi? Yani geçerli bir sebeb sundu mu yoksa bir anda söyleyip çekip gitti mi?" Diye sordu. "Steve'in kendine has bir ayrılma tarzı vardı açıkçası. Lüks bir restorana götürüp ayrılanı ilk defa görüyorum. Bir kızın kalbini nasıl kıracağını çok iyi biliyor. Üstelik benim arabamla gelmiştik ve arabamı yasaklı bir yere park etmiş.Yemekler yendi hiç bir şey yoktu. Bir ara izin istedi lavaboya gitti. Bu haberi nasıl vereceğinin alıştırmasını yapmıştır eminim. Geldiğinde ise oturdu gözlerime baktı ve duygusuz bir şekilde "Olmuyor Deb, bu son güzel yemeğimiz olsun istedim. Çok monotonlaştık ve bu beni artık boğuyor. Sevişmelerimiz bile değişti, ruhsuzlaştı benim için. Bu yüzden yollarımızı ayırsak iyi olur. Hem evlilik beklentisi içine girdiğini düşünmeye başladım. Ben o istediğin adam değilim." İşte tam olarak dediği buydu. "Yani ayrılırken dahi beni suçladı. Üstelik hiç bir baskım yoktu evlilik konusunda. Bana yüzük resmi atıp nasıl sence diye sorunca ve bir hafta sonra güzel bir restoranda yemeğe çıkarmak isteyince aklımdan geçti sadece ve sordum. Bilemiyorum çok canım yansa da acaba benim hatam mı diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi."
Dylan koltuğa geçti kolumu tuttu "İşte onun istediği de tam olarak bu. Suçu sana atarak yükünü hafifletmek. Bi'nevi vicdan rahatlığı yaşamak. Emin ol sen tam anlamıyla mükemmel bir sevgilisin" Gülerek omuzuna hafif bir yumruk attım. "Hadi oradan yalaka"
O da gülerek karşılık verdi. Tam o sırada kapı çaldı. Dylan açmak icin kalkarken bende kuruyan boğazım için kolayı elime aldım. Gelen İdil'di. Dylan'a dudağından ufak bi buse kondurduktan sonra Dylan'ın omuzunun üstünden beni gördü. Bende elimi kaldırarak selam verdim. Şaşkın bir şekilde bana baktı. Hemen yanıma gelerek "Ne oldu sana? Bir şey oldu değil mi? Hem de kötü bir şey. Bu saatte evdesin, gözlerinin altı mosmor ve Steven burada değil. Ne oldu anlatsana meraktan öleceğim şimdi?!" İdilin telaşlı hali devredeyi yine. Elimi tuttu ve gözlerimin içine baktı. Tam anlatmaya başlayacaktım ki bir anda tüm duygularım yine ağır bir yumru olarak midemden yukarı çıkmaya başladı. Ve hiç beklemediğim bir anda ağır bir duygu seline mağlup gelerek Ağlamaya başladım. İdil şaşkın bir halde beni kollarının arasına çekti ve saçlarımı okşamaya başladı. Kendime hakim olamayıp garip sesler de çıkarmaya başlamıştım. İdilin ağır baharatlı parfümü duygularımı az da olsa böldü ve nefes alış verişlerimi düzene sokmaya çalıştım. İdil üzgün bir sesle "ssh tamam her şey geçecek. Şu an anlatma. Yada hiç bi zaman. Sadece iyi hisset kendini tek istediğim bu" bi anda Dylan'a dönerek "bir bardak su getir olur mu? Hem rica etsem bugünlük senin yatağını alabilir miyiz? Sen Deb'in yatağında uyu. Bugun onunla kalacağım ve onun yatağına hayatta sığmayız." Dylan başıyla onaylamış olmalı ki İdil "teşekkür ederim" dedi. İdil'in boynundan kalkıp uzattığı peçeteyle gözlerimi ve burnumu sildim. O Sırada suyum da gelmişti. İdilin elini sıkıp ayağa kalktım o Sırada Dylanla göz göze geldim cidden çok üzgün görünüyordu. Cidden bu insanlara da bunu yapmaya hakkım yoktu. Odama girip şarj aletimi çekmeceden aldım. Yatağın üstüne oturdum ve Steven'ın Facebook hesabına girdim. Aynı bordo renk bereyi taktığımız ve onun beni öptüğü profil resmini kaldırmıştı bile. Bir sürü resimi ne çabuk silmişti? Muhteşem kahverengi dağınık saçlarının ön planda olduğu, her zaman ona çok yakıştığını söylediğim gri sweatini giydiği ve hatta benim çektiğim resmini profil yapmıştı. Piç kurusu. Üzülmekten çok sinirlenmiştim. Ve bu duygu hoşuma gitmişti. En azından acizlik hissi vermiyordu. Geri salona döndüğümde büyük ihtimalle Dylan İdil'e tüm hikayeyi anlatmış olacak ki İdil her çok üzüldüğünde olduğu gibi bembeyaz olmuştu ve
hafiften elleri titriyordu. İdil'i severdim. Yaklaşık 10 seneden beri arkadaşımdı ve çok saf bir insandı. Ailesi İdil 10 yaşındayken Türkiye'den Amerika'ya taşınmışlardı ve bizim kapı komşumuz olmuşlardı. Babası ciddi bir şirketin büyük bir hissesine sahipti ve işsel konular onları buraya kadar getirmişti. Taşındıkları yer orada oturan herkesin olduğu gibi maddi olarak kazançlı olanların oturduğu bir yerdi. Ve paradan görgüsüzlüğün dibine vurmuş çocuklar her taraftaydı. Babam ünlü bir bilimadamıydı. Evet iyi kazanıyordu. Ama hiç bir zaman o çocuklar gibi benim babam bana Afrikadan maymun getirecek benim annem beni bu sene Disneyland'e 10. Kez götürecek tip çocuklardan olmamıştım. Onlar hep bir rekabet içindeydiler ve en yüksek hediyeyi kim almıs ona bakarak arkadaşlık kurarlardı. O sahte arkadaşlıklarla 10 yaşındayken bile işim olmamıştı. Ama İdil farklıydı. Ilk geldiğinde dilimizi pek bilmiyordu. Upuzun kahverengi saçları ve aynı renk gözleri vardı. Sessizce bahçeye çıkar elindeki iki bebeği oynatırdı. Evlerimiz karşılıklıydı. Onlar geleli bir iki ay olmustu. O da benim gibi kimseyle arkadaşlık etmiyordu. Ben her zaman ki gibi evimizin bahçesinde ki banka oturmuş kitap okuyordum. O da bir yandan bebekleriyle oynuyor, bir yandan çaktırmadan bana bakıyordu. Saçları iki yandan örgülüydü. Kırmızı elbisesiyle çok güzel bir çocuktu. Bir anda hiç beklemediğim bir şekilde çimlerden kalktı ve kendi bahçelerinin kapısından çıkarak asfalt yolu geçip bizim çitlerin önüne geldi. Çok ağır bir aksanla İngilizce konuşarak "bu bebeklerden istiyorsun?" Diye sordu. Ona garip garip baktığımı hatırlıyorum. İlk defa böyle konuşan birini görmüştüm ve o an garip gelmişti. Bir anda gülmeye başlamıştım. Çocukluk aklı işte. Normal bir kişi bunun üzerine ağlayıp kaçarak giderdi ama İdil kaçmamıştı üstüne üstlük kahkahalarla gülerek karşılık vermişti. Birbirimize bakarak dakikalarca karnımıza kramplar girene kadar gülmüştük. En sonunda da bahçe de bebeklerle oynamaya başlamıstık. O gün bugündür arkadaştık. Dylan ise aile dostumuzun oğluydu kendimi bildim bileli vardı. O da aynı yerde oturuyordu ve İdil gelene kadar tek arkadaşım oydu. Sonra üçümüz beraber takılmaya başlamıştık.
İdil koluma bi anda girdi yanağımdan öptü ve Dylan'ın Odasına doğru beni çekiştirdi. Kendi geceliklerini giydi. Bense yatakta saf saf oturmuş onu izliyordum. Dylan kapıyı tıklatıp içeri girdi. "siz kızlar, acil bir durumda hemen bir çığlık atın kapınızdayım, ona göre" dedi. Muzip surat ifadesi hepimizi bir nebze gülümsetmişti. İdil kollarını Dylan'ın boynuna dolayarak " Aman allahım ne kadar şanslıyım. Sevgilim bir Süperman diyip boynundan öptü. Sonra el ele tutuşup bana doğru geldiler ve klasik bir dost sarılmasına maruz kaldım. Gereğinden fazla uzayınca "tamam tamam 3 aylık ömrüm kalmadı ya sonuçta. Bu ne ilgi? Y a da kaldı da benim mi haberim yok, aman allahım" diyip elimin tersini alnıma koyup bayılır gibi yaptım. Bu hepimizi rahatlatmış olacak ki sinir boşalmasıyla kahkahalarla güldük. Dylan beni saçlarımdan İdil'ide dudağından öperek odadan çıktı. Konuşacak halim pek kalmamıştı. İdil beni çok iyi tanıdığı için direk yatağı açtı ve çift kişilik yatakta ikimizin yerini ayarladı. Uzun süreli bir arkadaşlığımız olduğuna o an şükrettim. Daha konuşmadan ne istediğini anlayabilen mükemmel arkadaşlar. En azından bir konuda yanlış seçim yapmamıştım. İdile sarılarak uykuya daldım.

DenekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin