“Kızım sen mal mısın?”
Günlerdir Ege denen çocukla mesajlaşıyordum ve baya samimi olmuştuk. Yine de bazen kendimi yabancı hissetmeden edemiyordum.
“Hahaha. Haksız mıyım ama? Ne kadar ekşın dolu bir hayatımız olurdu. :(”
Zombi salgının dünyaya yayılmasından bahsediyorduk. Konu buraya nasıl geldi, ne zaman geldi bilmiyorum ama ben gerçekten ciddiydim. Dünyayı zombiler bassaydı güzel olmaz mıydı? Ama o bunu anlamıyordu.
“Ya ilk ölenler biz olursak?” Sonra ikinci bir mesaj geldi: “Benim gibi yakışıklı bir zombiyi öldüremezdin ve ben de senin olmayan beynini yerdim ve ikimiz de zombi olurduk.”
Cevap olarak sadece “Salak.” yazdım ve telefonu komidine koyup odamdan dışarı çıktım. Annem ve babam akşam yemeğine dışarı çıkmışlardı. Ben de evde bir şeyler yerim diyerek evde kalmıştım. Aslında açtım ve bir şeyler hazırlamada pek becerikli olduğum söylenemezdi ama ebeveynlerimin aralarını düzeltmeleri gerekiyordu.
Karnımı doyurduktan sonra odama çıkıp telefonumu ve okuduğum romanı alıp salona indim. Gökay’ı arayıp eve davet etmeyi düşünüyordum ama telefonunu açmıyordu. Ben de tekrar aradım. Üçüncü aramamda meşgule atınca iyice sinirlendim. Yani ciddiyim, eğer birini arıyorsam açmak zorundadır. Yoksa o kişiyi sonsuza kadar arayabilirim. Sanırım sekizinci aramamda açtı.
Sinirli bir sesle “Ne var?” dedi.
“Aslı Teyze’nin kibarlığının üçte birini alsaydın telefonun böyle açılmaması gerektiğini bilirdin.”
“Merhaba gerizekalı Denizciğim. Ne halt istiyor canın?” dedi sözde şirin bir sesle.
Kıkırdamamı bastırıp “Bize gelsene. Canım sıkıldı.” dedim. Birkaç gündür görüşemiyorduk, hayır, bir saniye. Görüşmüyorduk. Gökay okula gelmiyordu, geldiğindeyse yüzüme bile bakmadan derslere girip gidiyordu. Nedenini bile bilmiyordum.
“Meşgulüm.” diyerek kestirip attı. Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Yani benim tanıdığım Gökay asla bana meşgulüm demezdi. Birisine meşgulüm dediğinde onunla görüşmek istemediğini bilecek kadar tanıyordum onu.
Hattın ucundaki ses konuşmaya devam etti. “Aslında ne var biliyor musun Deniz? O Ege denen çocukla görüşmeyi kesene kadar meşgul olacağım. Sana iyi sıkılmalar.”
Ve sonra sessizlik.
Ailecek yemek yerken oluşan sessizlik gerçekten de rahatsız edici olabiliyor. Yani, ailem konuşacak bir şey bulamaz zaten bir de evde misafir varken oluşan bu durum hoş değil. Aslında ortada kelimenin tam anlamıyla bir sessizlik yok. Onlar konuşuyorlar, sadece konu beni ilgilendirmediği için onları duymazlıktan geliyorum. Ara sıra gözlerin benim üzerimde dolandığını hissediyorum fakat kimse bir şey demiyor. Ta ki o ana kadar.
“Deniz, bana bir tabak daha çorba verebilir misin? Çok güzel olmuş, tabi yapan kişinin ellerinin lezzetinden.” dedi Aslı Teyze. Gökay’ın ‘hıh’ gibisinden bir ses çıkardığını duydum ve ona öldürücü bir bakış attım. Yemeğin kötü olup olmadığından değil de yemeğin neden güzel olduğunu bildiğinden öyle bir tepki vermişti. Ben 6 ay öncesine kadar sadece birkaç yemek bilirken kendimi o kadar geliştirmiştim ki bazen kendime hayran kalabiliyordum.
Aslı Teyze’nin tabağını geri götürdüğümde masaya oturmadım. Sandalyemin arkasında durup babamın bana bakmasını bekledim. Bana bıkkın gözlerle bakıp “Doyduysan git.” dedi. Koridordaki portmantoya koyduğum telefonumu alıp odama çıktım. Yatağın üzerine kendimi bırakıp gözlerimi tavana diktim ve öylece durdum.
Üzerinden kaç dakika geçti bilmiyorum ama bir süre sonra odamın kapısı çaldı. Sonra Gökay içeri girdi. Elindeki yemek dolu tepsiyi çalışma masasına bırakırken “Aşağıda yemek yemedin, bunları bitireceksin.” dedi.
“Aç değilim.” diye yanıtladım onu. Gözlerini devirerek cevap verdi ve pencerenin önündeki koltuğa oturdu. “Sen karnını doyurana kadar bir yere gitmiyorum.” dedi.
“Benim için hava hoş.” dedim ve kendimi tekrar yatağa attım.
Birkaç dakikalık sessizlikten sonra “Mektup yüzünden mi?” diye sordu. Derin bir nefes aldım. Hayır, ondan değildi.
“Hayır.” diye kısaca yanıtladım ama konuyu uzatmamak için masaya gidip yemeklerden atıştırmaya başladım. Yiyebildiğim kadarını yedikten sonra Gökay’a döndüm. O da o sırada eline aldığı bir romanı inceliyordu.
“Beğendiysen alabilirsin demek isterdim ama böyle bir şeyin olmayacağını biliyorsun.”
Kafasını salladı ve “Zaten bu kitabın sonuna asla ulaşamam. Şuna baksana, kaç sayfa bu? 1000 falan mı?” dedi gülerek.
“Haha. Sadece 364 sayfacık.” dedim. ‘Psikopat gibi bir şey dedi galiba ama tam anlamadım.
“Bu akşam mektubunu oku. Yarın da alışverişe gidiyoruz. Ona göre hazırlan sabah.” dedi ve odadan çıktı.
Mektup. 6 harfli bir işkence. Aslında tam olarak işkence değil ama üzerimde yarattığı duygusal ve psikolojik baskı beni bitiriyordu. Ege’nin her zaman yanımda olacağına dair sözünü böyle tutması anlaşılabilir bir şey değildi. Yani hangi tür bir manyak arkasında düzenli mektuplar bırakırdı ki? Tamam, Ege’de pek normal değildi ama bunun beni öldüreceğini düşünememiş miydi? Ben neden hala bu mektupları okuyordum bilmiyordum.
Gökay’lar gittikten sonra odama geçtim. Saat gece yarısını geçiyordu ve hiç uykum yoktu. Üzerimi değiştirdikten sonra kitaplığımdaki kutudan mektubu aldım. Koltuğun üstüne oturup bacaklarımı göğsüme geçtim. Nefes alıp verişimin zorlaştığını hissedebiliyordum. Yavaşça zarfı açarken gözlerim dolmaya başlamıştı bile. En sonunda kağıdı çıkardım ve mektubu okumaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Merhaba ve Elveda
Teen FictionSıradan bir günde sana sarılışımın son olacağını nereden bilebilirdim ki? Beni üzen şey veda etmemen değil. Beni üzen senden geriye sadece kağıt parçalarının kalması. Gittiğinde nefes bile alamadım. Ama artık ne yapmam gerektiğini biliyorum. Yapmam...