1- Yedinci Oğul

73 7 10
                                    

  Güneş başka şansı varmış gibi tarladaki işçilerin tepesine dikilmiş zalim bir patron gibi onları yakıcı sıcak ve yorgunluğa iterken başakların arasında tüm güzelliği ve ellerine bulaşmış toprakla yolduğu otlar yüzünden sık sık yorulup soluklanan çocuk yaptığı işe öyle çok odaklanmıştı ki dakikalardır yanında rahiple tarlaya gelip onu çağıran babasını duymamıştı. Ve bu... Koca cüsseli babasını düşününce tehlike demekti.

  ''Jungkook! Baban seni çağırıyor, rahip de yanında görmüyor musun?'' Kulaklarına ulaşan annesinin sakin sesi ile güzel çocuk korkarak hızla doğrulup ufak ne kadar korkak olduğunu gösteren bir çığlık attığında annesi onun bu fevri ve çocuksu hareketlerine şefkatle gülmüş, bakışlarını onları bekleyen rahipte gezdirmişti. Jungkook da tıpkı annesi gibi gözlerinde nedeni belli olmayan bir nefretle rahibe bakarken başka şansı olmadığını bilerek elindeki eldivenleri sıyırmış ve düşme ihtimalini hiçe sayarak tarlanın başında bekleyen babasına doğru koşmaya başlamıştı. Eğer babası tanrıya inanmaya karar vermiş ve onu kiliseye vermeyi düşünüyorsa önce kendisinin pazar sohbetlerine gitmesi iyi olurdu. Gerçi onların çiftliğinde tanrıya çok ihtiyaç duyulmazdı, eğer yemek istiyorsan tarlayı sürmeli, tohumunu ekmeli, sulamalı ve ekini toplamalıydın. Sabah ilk işin hayvanları beslemek olmalıydı ki sütünü sağıp pazarda satabilesin. Bunların hepsi bilek gücü ile oluyordu, tanrı eğer dua istiyorsa belki de bir işin ucundan tutmalıydı. Annesi her gece Jungkook'a tam olarak böyle söylüyordu. O da ne söylenirse onu yapıyordu.

  Tabii bunlar Jungkook'un kendi fikirleri olmadığından onu suçlamak anlamsızdı, annesinin öğrettiği kadarıyla biliyor onun öğrettiği kadarıyla okuyordu. Üzerinde 'Girmek Yasak' yazan kapıyı biliyordu mesela. Ama daha fazlası yoktu. Yaşıtları gibi kasabanın okuluna gitmiyordu, bunun nedenini daha önce annesine birkaç kez sormak istese de annesini üzme düşüncesiyle sesini çıkartamıyordu. Babası... Onun hakkında söylenecek çok şey yoktu. Sessiz kalır, çok düşünmez, ona söyleneni yapardı. Karısı onun yerine düşündüğünden bugüne dek çok da yaşadığı söylenemezdi. Babasını özel yapan tek şey yedi çocuğun yedinci çocuğu olarak hiçbir şeye sahip olmamaktı. Ona kazandığı her şeyi karısı vermişti.

  Jungkook da tıpkı babası gibi yedi çocuğun sonuncusuydu. Ve öyle güzeldi ki annesi kız kardeşleri ile evlenmek isteyen erkekler geldiğinde Jungkook'u odasında tutmak zorunda kalırdı. İki ablası evlenip çoktan kocalarının çiftliklerinde yaşamaya başlamışlardı bile. Evlenmeyen yalnızca bir ablası vardı. En büyük abisi savaşmak için kendi isteği ile evden gitmiş ve bir daha dönmemişti. Masum kalbi bir şeylerin yolunda gitmediğini bilse de kötü olanı anmıyor her gün annesinin çok da sevmediği tanrıya abisini geri getirmesi için istekte bulunuyordu. Çünkü bu evde annesinden sonra en sevdiği kişi oydu. En azından hafızasında kalan anılar öyle söylüyordu. 

  Jungkook yorgunluk ve şakaklarından akan terler ile nefes nefese başından düşmüş olan hasır şapkayı sırtına attığında babasının arkasında duran en küçük abisini görmüş ve tüm tatlılığı ile abisinin kolları arasına koşmuştu. Onu, seyyar bir tüccarın çırağı olduğundan beri göremiyordu ve ne kadar özlediğini yalnızca o minik çırpınan kalbi bilebilirdi. Öyle ki abisinin kolları arasına girdiğinde ne nefes nefese kaldığını ne de tüm günün yorgunluğunu hatırlıyordu. ''Haewi! Döndün mü? Artık bizimle yaşayacaksın değil mi? Seni öyle özledim ki!.. Sana anlatacağım çok fazla şey var, geçen gün kasabaya indim! Eve kasabı ben getirdim biliyor musun? Seni görmeyi çok istedim ama gitmiştin... Demircinin çırağı pazar kurulmadan döneceğini söylemişti ama bu kadar çabuk olacağını düşü-''

  ''Dur bakalım ufaklık, yine nefes almadan konuşuyorsun. Tarla işleri ciğerlerini epey geliştirmiş senin.'' Abisi gözleri parlayan miniğin sözünü keserek onu kollarının arasına aldığında Jungkook tüm o çocuksu heyecanıyla hâlâ ölesiye konuşmak istediğinden yerinde minik bir sincap gibi kıpırdanıp duruyordu ama sesini çıkartmadı. Çünkü abisi öyle istemişti. Haewi ustasıyla denizaşırı ülkelere gittiğinden buraya sık sık gelemezdi, bu yüzden uslu durup yanlarında kalması ve onunla daha fazla vakit geçirmesi gerekiyordu. Onlara dikkatle bakan rahibi fark ettiğinde on beşinde bir delikanlı olmasına rağmen cılız, çocuksu bedeniyle abisinin arkasına saklanmış ve metrelerce öteden bile fark edilebilecek parlak gözlerini nedenini dahi bilmediği içi boş, taklit bir sinirle doldurmuş sanki doğrudan bakarsa onu korkutabilecekmiş gibi rahibe dikmişti. ''Merhaba ufaklık, görmeyeli çok büyümüşsün.''

  Rahip suratındaki kırışıklıkları sanki bugüne dek sevgiyle suratına işlemiş gibi gülümsediğinde Jungkook bir anlığına bu adamın gülüşünün tehlikeli olmadığını düşünmüştü, annesi kalbi gülümsemeyenlerin mutluluğu gözlerine yansımaz, kötü insanlar gülümseyemez derdi. Bu adam gülümseyebiliyordu, gözleri de mutlu gibi gözüküyordu üstelik. Yine de kaşlarını çatıp çiftlikte büyümüş bir çocuk olduğunu kanıtlarcasına kabaca homurdandı. Tabii ince sesi onu çok da korkutucu gösteremiyordu. ''Yalancı, vaftiz bile olmadım ben.'' Rahibin, Junkook'un sözleriyle güldüğünü duyduğunda kaşlarını çatarak abisinin defalarca giyilmekten eskimiş gömleğini sıkı sıkıya kavradı. Annesinin eteğine sarılan bir çocuktan farklı değildi. Güneş tam tepelerinden vuruyordu, teni ufacık bir güneşte kızarıp yanacak kadar beyazken bu tuhaf giyinişli adamın Jungkook'u daha ne kadar olduğu yerde tutacağı kimsenin bildiği bir şey değildi. Babasının homurdanışını duyduğunda Jungkook bu koca adamdan korktuğundan babasının demek istediğini anlayarak abisinin gölgesine sığınmaktan vazgeçti. Babası öyle korkutucu bakardı ki ne zaman yemekte bir arada olsalar onunla göz göze gelmekten kaçınmak için tahta masadaki çizikleri ezbere bilse bile tekrar sayardı.

  ''Jungkook, yedinci oğlun yedinci oğlu sensin. Bunun ne anlama geldiğini biliyorsun değil mi?'' Jungkook rahibin sesini tekrar duyduğunda sıcaktan başı ağrıdığı için şapkasını takmış ve bakışlarını rahibe çevirmişti. Doğrudan gözlerine bakan rahibin sözlerine anlam veremediği için kafasını iki yana salladı. Yedinci çocuk olmakla ilgili bildiği tek şey kardeşlere düşen paydan en azını onun alacağıydı yalnızca. ''Hayır, bilmiyorum. Kötü bir şey mi?'' Yalancı nefreti sönmüş gibi mırıldandığında kimseden çık çıkmamıştı. İlk kez kötü bir şeylerin olduğunu hissetti. Kötü biri olmamıştı hiçbir zaman. Abileri horozları kovalarken o yemlerini koyardı ya da annesi ipek böceklerini kozasından çıkartırken iğrense bile sesini çıkartmadan yardım ederdi. Uslu bir çocuk olduğunu anlamak için bunlar bile yeterliydi. Yeterli olmadığı bir konu varsa o da rahip tarafından ona verilen görevi yerine getirmekti zaten. Ya da o yeterli olmadığını sanıyordu.

''Jungkook, sen avcının çırağı olmak için doğdun.''

________________________________________ 

 Her yaz kuzenime gider ve sıkılınca rafındaki seri olan kitapları okurum. Kitabın üzerinde geceleri okumamamı söyleyen bir uyarı var. Madem geceleri okuyamıyorum o hâlde bu kitaba geceleri hediye edebilirim diye düşündüm. Aslında bir macera-kurgu kitabı ve bunu nasıl TaeKook yapacağım?.. Orası biraz soru işaretleriyle dolu. Kitabın adı Avcının Çırağı ve yaklaşık iki üç ay kadar bunun kurgusunu arkadaşımla rp olarak yazdık. Taehyung'u oradaki gibi nefes kesici ve Jungkook'u bir o kadar saf güzellikte yansıtabilir miyim emin değilim. Ama yazmak istiyorum ve yapacağım. Olur da biri okursa... İyi okumalar, sıkılabilirsin ama yapabileceğim bir şey yok. Ağır gitmesini istiyorum o yüzden ağır ağır yazacağım.

Yedinci Oğul |TaeKook|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin